Allah adına konuşmak

Allah adına konuşmak, Peygamber adına konuşmak çoğumuzun çoğu zaman yaptığı bir hatadır. Hepimiz, her gün, ‘Allah böyle diyor’; ‘Kur’an şöyle diyor’; ‘Peygamber (asm) şöyle diyor’;Ya da ‘Kur’an’da şu hüküm var’; ‘Risale-i Nur’da Said Nursi, şöyle diyor’; gibi hüküm cümleleri kurarız.

Ve kurduğumuz hüküm cümlelerini öyle sarf ediyoruz ki, adeta, söylediğimiz şey, sözün bittiği yerdir. Sanki, o konuda son sözü söylemiş oluruz. O konuda son sözü söyleyince de bu sözü kabul etmeyenleri de hemen ithama başlarız. ‘Kafir’den başlayıp, en sıradan günahkar sıfatları yakıştırırız karşımızdakine.

 

Oysa ki, yaptığımız şey, bir yorumdur. Söylediğimiz kelam, Allah’ın kelamı değil, bizim Allah’ın kelamından anladığımızdır. Aynı şeyi, hadis metinleri, büyük zatlardan naklettiğimiz sözler ve risale-i nur gibi eserlerden devşirdiğimiz sözlerde de yaparız. Naklettiğimiz sözlerin bir kısmı, bizim yorumlarımız ya da naklettiğimiz zatın yorumlarıdır. Ama asla, Allah’ın kelamının kendisi değildir.

 

Allah adına konuşmak ile, onun dediklerini yorumlamak arasında fark vardır. Kur’an’ın nefs-ül emirdeki (hakikatte) manası ile bizim ondan anladığımız mana arasında fark vardır. Ama çoğu kere, anladığımız manayı hakikatteki manası gibi görür ve Allah adına konuşuruz. Hiç kimseye Allah adına konuşma selahiyeti verilmemiştir. Vazifemiz ancak, O’na ayna olmaktır.

 

O’na ayna olmak, O’nun emirlerini anlama çabası içinde olmak demektir. Bu çaba, O’nun maksadını anlamaya çalışmayı da içinde barındırmalıdır. O’nun maksadını biz bilemeyiz. Yaptığımız bütün yorumlama çabaları, O’nun maksadını anlama çabasıdır.

 

Birçok kere de, meallerden ve tefsirlerden devşirdiğimiz manaları da yine ayetin manası zannederiz.  Oysa ki, onlar da yine, ayetin asıl manası değil, o müfessirlerin kendi anladıkları manalardır. Söz gelimi bir müfessirin bir ayetten anladığı ya da bir meali yazanın mealini, o ayetin gerçek manası zannedip, o manayı, meali kabul etmeyenleri de bazen de dalaletle suçlarız.

 

Risale-i Nur’da geçen, ‘Kur'ân ayna ister, vekil istemez.’(Lemaat) cümlesi, bizi Allah adına konuşmaktan nehyediyor. Allah adına konuşmak, ona vekil olmaktır. O ise, vekaleti kabul etmiyor, ayna istiyor. Kur’an’a ayna olmak ise, O’nun feyzinden, kabiliyetimiz miktarınca yansıtmaktır. Yani, O’ndan anladığımızı ifade etmektir. Bu da, ‘O şöyle diyor:’ şeklinde hüküm cümleleri kurmak yerine, ‘Benim O’ndan anladığım şudur:’ biçiminde yorum cümleleri olmalı. 

 

Ya da müfessirlerin anladığı manaları aktarırken, ‘Falan müfessirin anladığı mana budur.’ cümlesi yerine, ‘falan müfessire göre, ayet böyledir.’şeklindeki hüküm cümlesi, yine, o müfessiri, Allah adına konuşturmaktır ve Allah’a vekil kılmaktır.

 

Kitaplar, içtihadlar Kur'ân'ın aynası, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu'cizbeyân.’(Lemaat) Demek ki, Allah adına konuşmak, konuşturmak, Allah’ın maksadına gölge olur ve O’nu anlamamızı engeller. Kur’an adına konuşmak, konuşturmak da O’na gölge olmaktır. Ona ayna olma demek, şeriat kitaplarını, tefsiri, fıhkı, risale-i nuru kendi anladığımızı ifade ederek sunmaktır. Yoksa, ‘mana, kesin olarak budur’ demek, onlara gölge olmak demektir ve bu tarzımız, onların anlaşılmasına engel olur. Bu da ilmi istibdada yol açar. Manayı tekleştirir ve başka manaların açılmasına engel olur.

Özellikle vahhabi geleneğinde, selefçi ve vahhabi çizgisi ile risale-i nuru yorumlayanlarda görülen bu tekçi yorum mantığı, istibdadın yadigarıdır ve ilmi istibdadın yeni bir versiyonudur. Bu mantığa göre, Kur’an’ın manası tektir ve o da geçmiş ehl-i fıhkın anladığı manadır. Onların anladığının dışında mana yoktur.

 

Yakın tarihlerde Dücane Cündioğlu’nda da ifadesini bulan bu mantık, Kur’an’ın bir tek doğru manasının olduğunu, bunun da Allah’ın indinde olduğunu kabul eder. Oysa ki, Kur’an indiğinden beri günümüze kadar, sırf arapça dilinin geçirdiği değişimleri dikkate alındığında bile, bir kelimenin, Kur’an indiği sıradaki anlamı ile, bu günkü anlamı arasında çoğu kere farklılıklar vardır. ‘Asıl mana’yı savunanların, bu farklılıklara ve bu anlam değişimlerine karşı diyebileceği hiçbir şey yoktur.

 

Herkes, kendi yorumunu asıl manayerine koyar ve başkalarının başka mana çıkarmasını ayete ve hadise aykırı görmüş olur. Bu da Kur’an’ın mana zenginliğini kısırlaştırır. Bu, Kur’an’ın bütün asırlara ve bütün insan tabakalarına hitap eden özelliğine aykırıdır. Bütün asırlara ve bütün insanlığa hitap etmek demek, bütün insanları, Kur’an’a ayna olmaya davet etmek demektir. Allah’ın kelamı hakktır ve tektir, ama manaları, sonsuzdur ve insanların, mazharların kabiliyetine göre şekillenir.

 

Denebilir ki, insan sayısınca Kur’an yorumu doğru bir şey midir?

Evet, bütün insanlık, Kur’an’a muhatap olmak üzere yaratılmıştır. Ve herkes, onu anlamakla ve uygulamakla imtihan edilmektedir. İnsanların anladığı mana, Allah’ın maksadına ne kadar yakınsa o derece imtihanı kazanmaktadır. O’nu anlama çabamız, yorumumuz asıl manaya ne kadar uzaksa o derece imtihanı kaybederiz.

 

İşarat-ül i’caz’da geçen aşağıdaki bahsi hatırlayalım.

Sual: Kur'an, zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı birbirine muhaliftir.

Cevap: Azizim! Kur'an'ın herbir kelamı, üç kaziyeyi(hükmü)müştemildir.

Birincisi: Bu, Allah'ın kelamıdır.

İkincisi: Allah'camurad olan mana, haktır.

Üçüncüsü: Mana-yımurad, budur.

Eğer Kur'an'ın o kelamı, başka bir manaya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur'an'ın başka bir yerinde beyan edilmişse, birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lazımdır ve inkarları da küfürdür. Şayet Kur'an'ın o kelamı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zahir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lazım olmadığı gibi, inkarı da küfür değildir. İşte, müfessirlerin ihtilafları, ancak ve ancak şu kısma aittir.

İhtar: Mütevatir hadisler de, bu hususta, ayetler gibidir. Yalnız birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünkü  ‘Haza’ ile işaret edilen hadisin hakikaten hadis olup olmadığında tereddüt yeri vardır.

 

Öyle ise, ‘ayet böyle diyor’ şeklindeki hüküm cümlemiz, yukarıdaki birinci maddedeki Allah’ın kelamı demek değildir. Biz, ‘Allah’ın muradı budur.’ derken, ancak kendi yorumumuzu ifade edebiliriz. Kendi yorumumuzu ya da başka müfessirlerin yorumunu aktarırken bilmeliyiz ki, bu bir yorumdur ve asla Allah’ın kelamı değildir; asla Allah’ın murad ettiği mana değildir. Ve bu şekildeki yorum biçimine zaten izin verilmiştir ki, bu şekilde yüzlerce ve binlerce farklı yorumlara rağmen, bütün yorumları ifade edenler, ehl-i hakk olarak kabul edilmektedir.

 

İşte bu üçüncü maddedeki çoğul mana izninden dolayıdır ki, herkes kendi yorumunu ifade ederken, kimse kimseyi küfürle, zındıklıkla, münafıklıkla ve dalaletle suçlamamalıdır.(Açıkça ve aşikar bir şekilde bu küfür ve dalalet ifade eden sözler dile getirilmiş olursa o başka mesele.)

Vazifemiz, Allah’a ayna olmak ve O’nu anlamaya çalışmaktır. O’nu anlamayanları küfür ve dalaletle suçlamak, O’nun vazifesine karışmaktır.

Allah’ın kelamı, ezelden geldiği için ebedidir. Kelama muhatap olanlar da onların yorumları da fani ve sınırlıdır. Bu yorumları, ezeli ve ebedi zannetmek, Allah’a vekil olmak demektir.

 

Münazarat’taki aşağıya aldığım uzun cümlenin ilk bölümü, yukarıdaki manaları özetleyebilecek niteliktedir.

‘Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev’iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâyanisbeten sivrisinek gibi bir emîrindemdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?’

 

Kur’andan ve Risale-i Nurdan benim anladığım budur. Başka birçok mananın da var olduğunu biliyorum. Ama Kur’an ve Risale-i Nur, benim aynamda böyle yansıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.