Akıl Nimetini Hakkıyla Kullanmak ve Hakikati Anlamak

Kâinata Gaflet Gözüyle Bakış – 4

İnsan aciz olarak yaratıldığı için, bir ömür boyu acizliği devam eder ve ihtiyaçları tekerrür eder. Her şeyden önce insan Allah’a muhtaçtır ve Allah (c.c) muhtaç olduğu için insanı yaratmamıştır; çünkü Allah hiçbir şeye muhtaç değildir ki insana ve yaptığı ibadetlerine muhtaç olsun. Allah (c.c) insanı yaratmadan evvelde vardı. O’nun olmadığı bir an bile yoktur. İnsan yaratılmadan evvel melekler vardı, Allah’a ibadet edip O’nu zikrediyorlardı. Meleklerin Allah’ı övmelerine de Allah’ın hiç bir ihtiyacı yoktur. Çünkü hiçbir şey yokken Allah (c.c) hep vardı. Allah (c.c) ezelidir. Varlıkları ve akıl sahiplerini yaratması Allah’ın rahmetinden ve merhametindendir. Dar düşünceleriyle hala “Ne gerek vardı Allah bizleri yarattı?” diye yaratılış hikmeti anlamayıp aklını sadece gözlerine indirenler bir ömür yanlışlar içinde bocalayıp durmakta ve ebedi hayatlarını kaybetmeye doğru gitmektedirler.

Güneşe Sen Muhtaçsın

Şimdi asıl konumuza dönelim; bu muhteşem yaratılmış kâinat sergisinin seyircileri, tefekkürle temaşa edenleri olmasa manasız kalacaktı; melekler, insan, cin… Düşününki, çok maharetli ve her şeyi sanatlı yapan usta bir ressam, yaptığı resimleri hiç kimseye göstermiyor, sergilemiyor ve gizli bırakıyor; o resimlerin bir manası kalır mı? Elbette ki o ressam eserlerini seyircilere göstermek isteyecek, gösterecek ve takdir edilmeyi hak edecektir. Bu hususta denilebilir mi “Ressamın takdir edilmeye ihtiyacı var?” Hayır, ressam takdir edilmese ve övülmese bile o yine ressamdır, sanatını yapabilir ve sanatından hiçbir şey eksilmez. Bediüzzaman Hazretleri şöyle bir tarif yapar; “Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz.” [1] Aklın işlevleri hakkıyla yerine getirilmezse nefis ve şeytanın kullanım sahasında icraat gösterir.

Çoğu insan hakikati anlama noktasında aklını zayıf bıraktığı için Allah’a Egoist sıfatını isnat eder ve hakikati anlamak adına verilen örnekleri kabul etmez. Oysaki örneklerle akla kapı açılır ve aklı kullanmak için insan örneklere ihtiyaç duyar. Tıpkı bir saraya girmek için kapıdan içeri girmek gibi… Mesela insanın muhtaçlık konusuna şöyle bir örnek verebiliriz; tepemizde bizi ısıtan ve ışık veren güneşin insanlara ihtiyacı olduğu düşünülebilir mi? İyi düşünelim ve akıl denen büyük nimeti kullanalım; eğer aklını, iradesini hakkıyla kullananlar idrak edecekler ki güneşin insanlara ihtiyacı yok, olamazda. Çünkü insanlar güneşi övse de, övmese de, yüceltse de, yüceltmese de güneşin ne kuvveti ve ışığı artar nede kuvveti ve ışığı azalır. İnsan güneşten kaçsa, kendini karanlık odalara hapsetse, “benim güneşe ihtiyacım yok” dese ve bu şekil hep güneşten kaçmaya devam etse zararı kendisine dokunacaktır, güneşe hiçbir zarar dokunmaz. Çünkü güneş insana muhtaç değil, insan güneşe muhtaçtır. Şimdi güneşte yüksek bir ilim ve akıl olsa diyelim; güneş, ışık ve ısı vermesiyle egoist mi oluyor? Yâda Allah güneşi yaratmakla güneşin sadece kendisine mi faydası oluyor? Her akıl sahibi düşüncesini doğru yola kanalize etse kâinatın ve insanın yaratılışındaki hikmetleri idrak eder ve kulluk vazifesine döner. Evet, güneş misali gibi insanda yerlerin ve göklerin nuru olan Allah’a muhtaçtır ve Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir. “Allah, göklerin ve yerin nurudur. [2]

Allah (c.c) ihlâs suresinde kendisini Samed olarak nitelemiştir. Samed demek, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, fakat kendisinin hiç bir şeye muhtaç olmadığı varlık demektir. Hiç bir şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu ve kendisinin bütün muhtaçların ihtiyaçlarını fiilen yerine getirdiği gözle görülen yüceler yücesi Allah (c.c) hakkında “egoisttir” demek, vicdan ve insaf ölçülerinden çok çok uzaklaşmak demektir. Böyle bir düşünce en büyük gafletin sınırlarının dışına bile çıkıp Sonsuz Kudret ve Merhamet Sahibi Allah’a (hâşâ) kafa tutmak manasına gelir. Sormazlar mı? Kimin mülkünde kimi sorguluyor ve kime kafa tutuyorsun? Eğer gücün varsa O’nun mülkünden dışarı çıkar ve serbest olursun; ama her yer O’nun mülkü, O’nun olmayan hiç bir şey yoktur, olamaz.

Asıl Mülk Sahibi Kim?

Şu âlem mülkünün sahibi Allah'tır ve Allah (c.c) mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Mülk sahibine karşı çıkmak, sanki o mülkte hakkı varmış gibi hareket etmektir. Böyle bir davranışın ne kadar yanlış olduğu haliyle ortadadır ve her akıl sahibi iradesini hak yolunda kullansa bu meseleyi idrak eder. Mesela bir örnek ile açıklayalım; biri sizin evinize gelse ve dese ki, “şu duvarları kırmızıya boyayın, şu koltukları çöpe atın, şu duvarı yıkın” gibi sözler söyleyip sizin mülkünüze müdahale etmeye başlasa ne dersiniz? “Yahu sana ne? Sen ne karışıyorsun benim mülküme? Burası benim mülküm sen karışmazsın ve ben istediğimi yaparım” dersiniz. Yâda evinizdeki koltuk takımlarını diyelim ki ben size vermişim, o vakit size diyebilirim ki, “Bu koltuk takımları benim ve ben istediğim zaman gelip bunları alırım” desem bana bir şey deme hakkınız olur mu? Aynen bu misaller gibi bizlerde Cenab-ı Hakkın mülküyüz ve O, mülkünde dilediğini yapar. Çünkü biz yokken bizi yokluktan varlığa çıkarmıştır ve bunun yanında bize sayısız nimetler vermiştir. İnsan muhtaçken ve hiçbir şeyi yokken mülk sahibi kendi mülkünden ona bir şeyler vermişse insana düşen vazife mülk sahibini tanıyıp ona teşekkür etmesidir, hak iddia etmesi değil. Düşün! O Allah ki yarattığı sayısız varlık içinde insanı insan kılmış akıl ve irade vermiştir. İmam Gazali bu konuda şu tariflerde bulunur; “Zulüm, bir başkasının mülkünde haksız yere tasarrufta bulunmaktır. Demek kişinin kendi mülkünde tedbir ve tasarrufu zulüm kapsamına girmiyor. Her şey Allah’ın mülkü olması sebebiyle O da mülkünde dilediği gibi tedbir ve tasarruf eder. Öyle ise Allah’ın mülkünden olan insanın itiraz ve şikâyete hakkı olabilir mi?”

Belki Ben Yaratılmak İstemiyordum?

“Allah beni niye yarattı, belki ben yaratılmak istemiyordum” deyip yanlış yollara sapanlar var. Yokluktan varlığa çıkarılan insan “Belki ben yaratılmak istemiyordum” demesi düşünülemez. Önceden olmayan bir şey yokken yokluk öncesinin hesabını nasıl yapabilir ki? Mesela bir mühendis çok güzel ve tasarım harikası bir cihaz yaptı ve o cihaza konuşma kabiliyeti verdi. Cihaz, “Sen beni niye icat ettin, belki ben olmak istemiyordum” diyebilme hakkı olabilir mi? Mühendisin o cihazı yapmasında çok hikmetler var. İnsana düşen hikmeti araştırması, bulması ve anlamasıdır. Allah’tan yokluk ve hiçlik istemek mümkün değildir. Allah’ın bütün isim ve sıfatları, varlığı ve hayrı gerektirir. Öyle ise insanın "Ben neden yoklukta kalmadım da varlık sahasına çıkartıldım?" demesi, yüzeysel düşünmekten başka bir şey değildir. Hakikati görmek zor değil... Ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Gözümüzün önünde koca bir bahar mevsimi yok oluyor, diğer baharda ise tekrar varlık sahnesine çıkarılıyor. Bizlerde yavaş yavaş dünyadan göç etmeye hazırlanıyoruz ve ölümle başlayacak olan ölümsüz ebedi bir âlemde varlık sahnesine çıkarılacağız.

Ahiret Gününe İnanmıyorum, Gidip Gelen mi Var?

Yaşadığımız günün bitiminde bir gün geçmişte kalır, yani bir nevi ölür. Ahirinde ise yeni bir gün gelir ve yeni bir güneş doğar. “Ahiret gününün geleceğine inanmıyorum” diyenler aslında görmediği günlere inanır ve onun için hazırlık yapar. Nasıl mı? Mesela bu gün bitti ve öldü, yarın yeni bir gün gelecek, buna inanıyoruz. Hem de yeni günü görmediğimiz halde, yeni güneşin doğacağını görmediğimiz halde inanıyoruz. Peki, neden hala görünmeyen âlem inkâr edilir? Yarın doğacak olan güneş gayb âleminden, görünmeyen âlemden gelmiyor mu? Görmeden inanmam deyip başını gaflet karanlığına sokanlar, görmeden yarının ve yarınların geleceğine inanır ve o günlere ciddi bir şekilde hazırlık yaparlar. Ahiret günüde yarın ki gün gibi kesin gelecek. Görmemek olmamaya delil değildir. Görmediğine inanmayanlar yarınki günlerin geleceğine de inanmasınlar ve o günler için hazırlık yapmasınlar. Ahirete gidip de daha gelen olmadı ama yarınlara da gidip gelen olmadı…

Zaman iman kurtarma zamanı olması sebebiyle bu zamanda imanını korumak adına insan her an imanını kuvvetlendirmek için çalışmalıdır. Yoksa gafletin karanlık perdesi hakikatin üstünü kapatıp insanı karanlığa gömmek ve ebedi hayatını kaybettirmek için çalışır durur. Çünkü gaflet fırsat kollar.  İnsan, hakikatlerden uzaklaştıkça gaflet, karanlığıyla hemen insanın üstüne gerilmeye çalışır. Öyle bir gerilir ki, eğer imanı kuvvetlendirme adına bir şey yapılmazsa zamanla o karanlığın içinde geçici hevesler, nefsin bitmez tükenmez arzuları, dünya sevgisi, gününü gün edip yaşama ve buna benzer daha çok fani sevdalarla insan, o gaflet karanlığını aydınlık sanmaya başlayacaktır. İnsan, iman hakikatlerinden uzaklaştığı ölçüde gafletin tesir alanı büyümeye başlar.  Bu gaflet, bir virüs gibi insanın her yanını kuşatır ve onu hakikatlerden uzaklaştırır; işin garibi insan kendini hala doğru yolda olduğunu sanır. Çünkü nefis ve şeytanın sağdan yaklaşmasıyla doğru yolda olduğu hissi verilir.

Örneklerle akla kapı açılır dedik, o halde günümüz tabiriyle bir örnek verelim. Ultra full hd televizyonlar görüntüyü çok net ve pürüzsüz gösterdikleri gibi, tabiri yerindeyse insanda imani hakikatleri ultra full hd kalitesinde görebilmesi için aklına ve gözüne iman gözlüğü takmalı ki şu âlemi ve yaratılış gayesini imani kalitede görüp idrak edebilsin. Aksi takdirde her şeyi bulanık görüp hayal zanneder ve imtihan edilme sırrını anlamaz.

Allah dilediğini saptırıyorsa benim suçum ne?

Hâsılı, insan cüz-i iradesiyle hep hayırlı işlerle meşgul olursa, Allah ona hep hayırlı işlerin kapısını açar ve onu hidayete erdirir. Aynı şekilde insan kötü yollara doğru adım atarsa, yinede Allah ona doğruyu bulması için fırsatlar verir ve hayır kapılarını gösterir, ama insan hala yanlış adımlar atmayı seçerse Allah da o insanı sapıtmış olur. Çünkü bir imtihan var ve insana imtihanın soru ve cevapları için irade verilmiştir. İnsan kötü yollarda ve inkâr yollarında gide gide kendisi lisanı haliyle "Allah'ım beni saptır" demiş olur. Ayette; (Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir. [3] Kulun kendi cüz’î iradesini hayra yahut şerre yöneltmesi ile kalbinde hidayet veya dalâlet yaratılıyor. Bu hakikati, hiçbir vesveseye fırsat vermeyecek kadar açıkça ders veren bir âyet-i kerime daha: “Muhakkak ki, Allah, bir kavime verdiğini, onlar nefislerindekini bozmadıkça, değiştirmez.”[4] Bir başka âyet: “Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır. Ticaretleri kendilerine bir kazanç sağlamadığı gibi, doğru yolu da bulamamışlardır.” [5] Bu ayeti kerimeden kulun, dalâlete kendi iradesiyle girdiğini açıkça anlıyoruz. Hidayet ve dalâletle ilgili ayetlerin her birinde bu hakikati görebiliriz.

Ey, sorumluluk almayıp ta kulluk vazifesini yapmayan insan! Eğer gücün varsa Allah'ın mülkünden dışarı çıkar ve serbest olursun, ama her yer O’nun mülkü, O’nun olmayan hiç bir şey yoktur. Sende O’nun kulusun ve vazifen kulluk görevini yapmaktır. Çünkü Sultanı Kâinat birdir ve ancak O’na kulluk yapılır.


[1] Risale-i Nur Yirmi Dördüncü Sözden

[2] Nur Suresi 35

[3] İbrahim Suresi 4

[4] Ra’d Suresi 11

[5] Bakara Suresi 16

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.