Aile Hukuku Sahasında (İstanbul Sözleşmesi)

Hukuk adına yapılan zulümler-4

Aile hukukuna dair son yılların Türkiye gündemini meşgul eden İstanbul Sözleşmesi ön plana çıkmaktadır. İstanbul Sözleşmesi, Avrupa kökenli ve dünya genelinde uygulama sahası bulan bir kanundur. Türkiye’de de kabul görmüş, fakat verdiği olumsuz meyveler üzerine Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ne taraftarlığından ayrılmıştır. Sözleşme, kadın hakları ihlali, cinsiyet ayrımcılığı, kadın-erkek eşitsizliği konularına çözüm amaçlı olarak Türkiye’ce kabul edildi. Fakat bazı maddelerinin ucu açık olması veya öyle algılanması neticesinde LGBT’nin temsilcisi olduğu eşcinsellik ve lezbiyenlik Türkiye’de yayılma gösterdi.[1] İlgili madde ve bendi şu şekilde:

Madde 4 – Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması,

Bend 3: Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.

İstanbul Sözleşmesi’nin bu maddesindeki “cinsel yönelim” gibi ifadeler, satır aralarında kişinin cinsel yönelim hürriyetini vurgulamaktadır. Bu durumda bir kişi cinsel yöneliminde     —bu yönelim sağlıklı olsun sağlıksız olsun, haklı olsun haksız olsun— hürdür. Bu maddeden dolayı İstanbul Sözleşmesi’nden sonra Türkiye’de eşcinsellik, lezbiyenlik kanuni bir hürriyet elde etti ve çok yayıldı. Hatta eşcinsellik ve lezbiyenliği eleştirmek “toplumsal bir ayrımcılık” kapsamında görülerek eşcinsellik ve lezbiyenliği din gereği eleştiren Diyanet İşleri Başkanı’nın aleyhinde dava açılabilecek derecede bir serbestiyeti onlara verdi. Toplumun genelinden gelen tepkiler üzerine İstanbul Sözleşmesi hükumet tarafından feshedildi. Eğer toplumun sesi çıkmasa veyahut eşcinsel kesimin yaygarası daha güçlü çıksaydı veyahut bu kanunu Türkiye’nin dinine, toplumsal yaşantısına ve ahlakına bela ettiğini fark edemeyen kanun adamları bu yersiz ısrarından vazgeçmese idi, şu an eşcinsellik Lût kavmi ve Pompei’deki gibi bütün toplum tabakalarına hatta özentiyle çocuklara varacak derecede yayılacaktı.

İstanbul Sözleşmesi’ni kabulde görünen manzara “kadın hakları ihlalleri” ni durdurmak, “kadına karşı yapılan şiddeti” engellemek için olmasıydı. Fakat sözleşmenin bu gibi ucu açık maddelerinin kanun adamlarınca bütün yönleriyle değerlendirilmesi, eşcinselliğin yayılabilmesi gibi muhtemel durumların öngörülmesi, ona göre sınırlamalar koyularak kabul edilmesi veyahut edilmemesi hukukî zeminde yapılması gereken ideal tutumdu. Ayrıca kaynağı Hıristiyanlıktan artık uzaklaşmış, eşcinsel evlilikleri dahi legal olarak kabul etmiş Batı dünyasının kanunlarını sorgulamadan, elemeden, süzmeden almak; bunun, 80 milyon Müslüman Türk halkının iradesinin ve yaşamak istediği hayat tarzının temsilcisi olan meclis tarafından hemen kabul etmesi, hukukî manada bir faciadır. Böyle bütün Türk halkını ilgilendiren hususlara dair kanunlar, muhtemel riskleri olan durumlarıyla iyice halka beyan edildikten sonra referanduma sunulması hukuken en selametli ve en demokratik yol olurdu. Eğer İstanbul Sözleşmesi’nin yol açacağı muhtemel durumlar olarak eşcinselliğe müsaade ediliyor olduğu halka bildirilip referandum yapılsaydı Müslüman ve şuurlu Türk halkı bu kanunu kesinlikle reddedecekti. Türkiye’nin sözleşmeden ayrılma sürecinde gördüğümüz üzere…

Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasama organı olmasıyla her konuda kanun, genelge ve yönetmelik çıkarma yetkisine haizdir. Türkiye’de çok sayıda hukuk fakültesi mevcuddur. Uluslararası kabul gören profesörleri bulunmaktadır. Binlerce hukuk akademisyeni bulunan bir ülkenin kendisinin, kendi ülke şartlarına, örf, âdet ve geleneklerine uygun bir kanun çıkartmakta âcizmişçesine Batı kaynaklı, ahlaksızlığa yol açan böyle ithal bir kanunu ülkenin başına geçirmesi, ahlaka ve toplum yapısına bizzat zarar vermesi hukukî manada tembellik göstergesidir.

Hürriyet ve cinsel hürriyet meselesine gelirsek, Bediüzzaman Said Nursî’nin delilleriyle ispat ettiği üzere “İnsan, kendi kendine mâlik ve mutlak hür değildir. İnsanın mülkiyet ve hayat hakkı dava edebileceği muhatapları ancak diğer insanlardır. Fakat içinde yaşadığı, kontrol etmekten âciz olduğu, büyümesini-yaşlanmasını ve ölmesini engelleyemediği, tek bir hücresine ve zerresine söz geçiremediği bu beden, insan açısından hukuki tabirle tasarrufunda bulunan bir “mülk” değil yalnızca kendisine “intifa hakkı” tanınan bir emlaktir. Mülk sahibinin çizdiği sınırlar dâhilinde intifa hakkı bulunması hukukî bir realitedir. Mülk sahibinin izin vermediği hususlarda, değil tasarruf edebilmek, faydalanma hakkı dahi intifa hakkı sahibinde bulunmamaktadır.”[2] Hukukî zeminde bütün mülkler için aynı durum söz konusu olduğu gibi… Bu çerçevede ontolojik noktada bakıldığında “mutlak bir cinsellik hürriyeti” yoktur.[3] Cinsel taşkınlık ve sapkınlıkların ferdî planda AIDS, HPV, Frengi, Belsoğukluğu ve benzeri “cinsel menşe’li hastalıklar”la; sosyal planda Lût kavmi olan Sodom ve Gomore, havari Petrus’un hakkı tebliğ ettiği Pompei gibi toplumlarda ise “helak” ile cezalandırılması gösterir ki, eşcinsellik ve lezbiyenlik kâinatta ve ekoloji dünyasında yeri olmayan bir sapmadır. Biyolojik ve tıbbî olarak da uzak durulması gereken patolojik bir sürecin başlatıcısıdır.

Psikoloji bilimi açısından bakıldığında görüyoruz ki, psikolojinin babası olarak kabul edilen Alfred Adler, “Bireysel Psikoloji” isimli kitabında çok sayıda eşcinsel ve lezbiyen hastasının hayat hikayesini ve sapma süreçlerini incelediğinde şu kanaate varır: “Eşcinsellik, lezbiyenlik ve hatta ensest ilişkiler, asla genetik değildir. Sağlıksız ve dengesiz bir aile terbiyesinden kaynaklanan sapmalardır. Bu tarz saplantıları sergileyen kişiler genellikle şımarık ve şımartılmış çocuklar arasında görülmektedir.” Günümüz bilim dünyasının biyoloji ve genetik yöndeki araştırmaları da bu tarz sapmaların, genetik kökenli olmadığını göstermiştir.

Ayrıca bir eylemin doğal olduğunun göstergesi, o eylemin ürününü vermesinde belirir. Her doğal sürecin bir meyvesi vardır. Cinsellik eylemi, neslin devamı için bir kanundur. Legal sınırlar dâhilinde veya illegal tarzda da olsa kadın-erkek ilişkisi doğal bir süreç ve eylem olduğu için çocuk meyvesini vermektedir. Acaba eşcinsel ve lezbiyen kişiler, doğal bir yoldan çocuk sahibi olabilirler mi? Asla! Diğer bir fikrî sapma ile, cinsellikten gayeyi “lezzet” olarak algılayarak eşcinsellik ve lezbiyenliği yorumlamak mümkün olamaz. Bu durumda zevk ve lezzet için insan öldürüp insanlara işkence etmek de, sınırsız zevk mantığıyla, legal görülmek zorunda olur. Bu ise dünyayı yaşanılmaz hale getirir.

İslam şeriatı ise bu meseleyi anayasası olan Kur’an, KHK’ları, yönetmelikleri, genelge ve özelgeleri olan hadis-i şerifler ve sünnet-i seniyyede işler: Kur’an, Lût kavmi modelinde bu konuda der ki: “Lut’u da (kavmine gönderdik.) Hani (Lut) kavmine: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşiyatı mı yapıyorsunuz?” demişti. (7/A'râf 80)[4] Peygamberler, her şeyi ilimle yaratan mutlak bir Allah’ı tanırlar ve insanlara tanıtırlar. Bu çerçevede peygamberlerin gözünde her şey bir “ ilim”dir; her bir tür, cins, familya ise İlâhî ilmin kanun şeklinde göründüğü bir “âlem” ve Allah’ın varlık, birlik ve sıfatlarına bir “alâmet” ve “alem” dir. Said Nursi’nin tespit ettiği üzere her şey ilmin çizdiği bir “kalıp” ve “şekil” üzere yaratılır.[5] Bu manada her bir şey, her bir canlı, her bir tür İlâhî ilmin çizdiği bir kader, bir format ve kalıp üzere varlık âleminde gelir; varlık ve hayatı süresince ilim hâkimiyetinde bir varlık ve canlılık sergiler. İlim ise, ifrat ve tefritten uzak, aşırılık ve dengesizliğe müsaade etmeyen, geçici olarak lokal şekilde müsaade etse de uzun süreli ve evrensel olarak devam imkânı tanımayan bir yapıdadır. İlim, dengeyi ister. Kâinattaki yaratılış mekanizması da Hz. Hûd’un bildirdiği üzere, denge üzerinedir.[6] Kur’an bu İlâhî dengeyi, sırat-ı müstakim olarak isimlendirir. İnsanın kemale ermiş halini de sırat-ı müstakime gelmek ve evrensel dengeyle bütünleşmek olarak ifade eder.[7]

Bu çerçevede Hz. Lût’un “âlemlerden hiç birinin yapmadığı” cümlesi, son derece köklü bir hakikati bildirdiği gibi “fuhşiyat” tabiri de aynı şekilde dengesiz ve aşırı bir cinselliği ifade eder. Çünkü Arapça’da fuhuş, aşırı cinsellik veyahut bir sahadaki uç derecede aşırılık demektir. “Fâhiş fiyat” tabirinde de gördüğümüz üzere… Bu çerçevede cinsellik, neslin devamı için bir vasıta olarak belirli süreçlerde fizyolojik olarak yenilenen bir ihtiyaç ve bir hak iken sürekli ve çok sayıda kişilerle cinsel temas yaşayan, verimli bir tarla konumundan çamurlu bir bataklık haline gelen kadınlar için de “fâhişe” tabiri kullanılması aynı mantıkladır. Bu çerçevede bakıldığında fuhuş, cinsel bir zulümdür. Fuhşiyatın bir çeşidi olan ve cinsellik hakikatine temelinden zıt olan eşcinsellik ve lezbiyenlik de birer cinsel zulüm ve İlâhî tokada müstehak bir zâlimliktir. Bu çerçevede İlâhî sünnetullah Sodom ve Gomore, Pompei gibi kavimleri benzer şekilde helak etmekle, eşcinsellik ve lezbiyenlik suçunun cezasının ne olduğunu göstermiştir. Hz. Ebu Bekir, kendi döneminde böyle bir suç işlediği hukuken kesinleşen bir adamı, içlerinde ilim ve hikmetin kapısı Hz. Ali’nin de bulunduğu bir şûra heyetiyle istişare neticesinde sünnetullaha riayet ederek cezalandırmıştır.[8] Cezanın şiddetli cürmün büyüklük ve tehlikesine işaret olduğu gibi caydırıcılığın da derecesini artırmak içindir.

Kadına karşı şiddet ve kadın hakları ihlali konusunda İslam’ın sınırları ve çizgisi bellidir. Aile içi şiddet çift yönlü ve çok yönlü bir vak’adır. Erkeklerin kadınlara karşı şiddet uygulaması olduğu gibi kadınların da erkeklere karşı şiddet uyguladıkları vakidir. Fakat çoğunluk erkek menşe’lidir. Çünkü kadın fıtratı zayıf ve naziktir.

Kadına şiddet konusunda ideal tavrı belirlemek için Hz. Peygamber (ASM) Medine’de sosyal bir deney süreci gerçekleştirmiştir. “Kadına Karşı Şiddet Hakkında Kur’an ve Sünnet Ne Diyor?” isimli makalede bu konuyu şöyle izah etmiştik:

Kadınlar yaratılışları gereği ya uysal veya âsi fıtratlıdırlar. Kadınların bazısı ise dengesiz ve ölçüsüz konuşma ve davranış sahibidir. İstisna kadın tipleri ancak hafif-meşreptir. Bu ve benzeri durumlarda ailede huzursuzluklar çıkar. Bu noktada Kur’an Nisa suresi 34. Âyette şu şekilde 3 kademeli bir terapi uygular:

Söz ile ikaz ilk tedavi sahasıdır. Bu yöntem belirli bir süre devam eder. Eğer bu yöntem sonuç vermezse;

Yatağını ayırma ikinci tedavi aşamasıdır. Bu yöntem de belirli bir süre uygulanır. Süreler kadın ve erkeğin yapısına göre değişkenlik gösterir. Eğer bu yöntemden de sonuç alınmazsa diğer safhaya geçilir. Sonraki adım, Kur’anın kullandığı “DARABE” fiilinin içerdiği 2 farklı manaya göre 2 türlü anlaşılıyor:[9]

  1. Dövme
  2. Tamamen ilgisiz bırakma...

Bunlar içinde insan fıtratı açısından en acısı, “ilgisiz bırakma”dır. Dövme, problemin kaynağı olan hırçınlığı artırır. Ayrıca dövme, psikolojik olarak bir çeşit tepki ve bir ilgidir. Bu iki yönden dolayı çoğu kadın dövme ile tedavi olmazlar. Çünkü dövme fiili istenen mesajı karşı tarafa hakkıyla ulaştıramıyor.

Tamamen ilgisiz bırakma ise, kadının kendi iç dünyasına dönmesi, kendisiyle yüzleşmesi ve hatalarını görmesi için en etkili yöntemdir. Kavgalar, duygusallaşmadır. Duygusallık, kişiyi kör eder. Gerçeği göstermez. Fakat sessiz, sakin ve yalnız ortam, aklı çalıştırır ve düşünmeye zemin hazırlar. İlgisizliğin verdiği acı ise, kendini suçlamaya yol açar. Çünkü kadın fıtratı, ilgiye sonsuz şekilde açtır. Kendini suçlama ise, kusurlarını görebilme imkânı verir. Kusurunu gören bir kişi samimi şekilde özür diler ve kendine çekidüzen verir. Bu süreçle eşler barışırlar.

Kur'anı en iyi anlayan ve yaşayan Hz. Peygamber'dir (ASM). Bütün hadis ve siyer kaynaklarınca sabittir ki, O hiçbir eşini dövmemiştir.[10] Fakat tedavi amaçlı olarak 1 ay dahi eşleriyle ilgiyi kestiği olmuştur.[11] Ve bunda da olumlu sonuç almıştır. Fakat o dönem Müslüman erkeklerinin bir kısmı ilgili âyeti “dövme” olarak algıladılar. Kırık kol ile gelen kadınlar olunca Hz. Peygamber (ASM) “Sizin en hayırlınız kadınlarına/eşlerine en hayırlı olanlarınızdır [12] diyerek dövmeyi yasaklamıştır.[13] Sonrası dönemde erkekler, kadınların çok küstahlaştıkları veya yapamayacakları taleplerde bulundukları yönünde sık sık şikâyete başladılar. Hz. Ömer (RA) bu genel problemi Allah Resulüne aktarır. Hz. Peygamber ilgili âyetin ifadesindeki izne dayanarak hafifçe dövmeye izin vermiştir.[14]

Fakat Hz. Peygamber’in eşlerine karşı kişisel uygulaması “ilgiyi tamamen kesme” şeklindedir. Fakat her erkek Onun kadar sabırlı ve her kadın da peygamber hanımları kadar saygılı olmamaktadır. Bu net durum da göstermektedir ki iş insanların kendi iç dünyalarında bitmektedir. Bu açıdan Kur'an aile bütünlüğü için her türlü ihtimali ve karakteri nazara alarak konuşmaktadır.

İlginin tamamen kesilmesine rağmen düzelmeyen bir ilişki ya erkeğin tahammülüne kalır veya boşanmaya varır. Boşanmadan ise, Allah razı değildir.[15] Çocukların ve tarafların ruh ve beden sağlığı için… Fakat Allah imtihan gereği boşanmaya izin verir.

Hz. Peygamber’in kadın hakları konusunda İslam şeriatının sembolü olarak, hem bir ideal eş olarak, hem bir kanaat önderi olarak, hem sosyal problemlere karşı hassas bir insan ve devlet başkanı olarak çok sayıda ve çeşitli tavsiye ve emirleri vardır. Önemlilerinden bazıları şunlardır:

“Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh'tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh'ın bir emâneti olarak aldınız.”[16]

“En güzel dünya nimeti, insanın sahip olabileceği nimetlerin en hayırlısı: Zikreden dil, şükreden kalp ve insanın iman doğrultusunda (Müslümanca) yaşamasına yardımcı olan kadındır.”[17]

“Eşlerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, sakın onları dövmeyin ve onları incitecek çirkin sözler söylemeyin.”[18]

“Kadınlara ancak kerîm olanlar ikrâm ederler (değerli olanlar değer verirler); onlara kötülük edenler ise leîm (kötü ve kınanmaya müstehak) kişilerdir.”[19]

“Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananızdır. Ben âileme en iyi olanınızım.”[20]

“Mü'minlerin iman bakımından en kâmil/olgun olanı; ahlâkı güzel olan ve âilesine nâzik davranandır.”[21]

“Bir mü'min erkek, bir mü'mine kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir.”[22]

Kur’an’ın kadına şiddet ve kadın hakları konusunda beyanları ve Kur’anın hayata geçirilmiş hali olan Hz. Peygamber’in sünneti ortada iken Türk halkı gibi birçok toplumdaki erkeklerin kadınlara veya kadınların erkeklere karşı uyguladıkları şiddet ve hak ihlalleri, asla din kaynaklı değildir. Ya geleneksel yapıların bir ürünü, ya ataerkil toplumların erkek-egemen mantığı, ya kültürel algı, ya öfkesine hâkim olamamanın verdiği taşkınlık veya başka gerekçelerdendir.

Kadına şiddet meselesinin dayandığı en derin temel, erkeğin evlendiği veya ilişki yaşadığı kadını kendi mülkü ve malı gibi sahiplenmesidir. “Mülkün mâliki mülkünde dilediği gibi tasarruf eder” hukuk kaidesince bir erkeğin bir kadını bu algı neticesinde sevmeye de, dövmeye de kendini hak sahibi görmesi, zincirleme bir şekilde ilerlemektedir. Bu noktada İslam şeriati, akide temelli olarak, “Kadın ve erkek bir birinin mülkü değildir. Onlar bir birlerine “emanet” tirler. Mâlik-i Mutlak, Allah’tır; mülkünde dilediği gibi tasarruf yetkisi sadece Onundur” der. Kadın ve erkek ilişkisi İslam hukukuna göre ancak bir “intifa hakkı” dır. Bu çerçevede bir fiziksel ve ruhani ilişki yaşayabilirler. İntifa hakkının sınırlarını da belirleme yetkisine haiz olan Allah’tır. İslam ailesi bu ontolojik imânî temele dayanması ve Allah-egemen bir aile olması için Kur’an müşrik (politeist, putperest, güncel tabirle deist) ve kâfir (güncel tabirle ateist) kişilerle bir mümin kadın ve erkeğin evlenmesini yasaklamıştır.[23] Meşru bir evlilik için asgari manada karşı cinsin Ehl-i Kitap olma şartını düşmüştür.[24] Tâ ki İslam âilesi, Hakk’ın iradesine göre şekillensin.

İslam ailesinde görev dağılımı esastır. Erkek, ailenin geçim yükünden ve dış işlerinden; anne ise aile içi idare ve çocuk terbiyesinden sorumlu kılınmıştır. Bu şekilde ancak ideal bir aile terbiyesi çocuk üzerinde gerçekleşebilmektedir. İdeal bir terbiye ise yetişen çocuğun fıtrat düzenine ayak uydurmasını temin eder. İdeal bir ilgi, sevgi, disiplin, bilgi, terbiye ile çocukları ruhen beslemek ise, Alfred Adler’in tespit ettiği üzere, eşcinsellik ve lezbiyenliğe izin vermeyen koruyucu bir hekimliktir. Bu zincirleme süreç kendini tam ifade ettiği bir toplumda eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi sapkınlıklar ve zulümler meydana gelme zemini bulamayacaktır. Bu çerçevede İslam hukukunun aile hayatına ait prensipleri sosyal manada tam bir mucize ve koruyucu hekimliktir.

[1] Hz. Peygamber Âhir Zaman döneminde bir hadisinde eşcinsellik ve lezbiyenlik yapanların organize bir suç örgütü gibi dünya genelinde teşkilatlanacağını şöyle ifade eder: “Âhir Zaman’da ‘Lûtîler’ ismiyle anılan topluluklar çıkacak ve bunlar 3 sınıf olacaklardır. Bir sınıfı bu yönde bakar ve konuşurlar. Bir sınıfı tokalaşıp sarılırlar. Diğer sınıfı ise bu işi (livatalık) yaparlar. Tövbe etmedikleri müddetçe Allah’ın laneti onlar üzerlerine olsun! Tövbe edenin ise Yüce Allah bu tövbesini kabul eder.” (Kenzu’l-Ummal, c. 12, s.504, hadis no:13133 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs ve Ebu Saîd, Enes bin Mâlik’ten naklen.)

[2] Bu cihetten dolayı insan, “intihar” ile kendisine emanet edilen canlılık mekanizmasını sona erdiremez. (Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, 251. Mektub, 15. Nota’nın 3. Meselesi)

[3] Hukuk biliminin ontolojik çerçevesi maalesef günümüz beşerî hukuk sistemlerinde çalışılmamış ve ihmal edilmiş bir sahadır. Said Nursi bu saha üzerine de tefekkür ederek sınırlarını şöyle çizer: “ Evet, adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır. Çünkü, Üçüncü Hakikatte ispat edildiği gibi, her şeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ıztırar lisanıyla Fâtır-ı Zülcelâlden istediği bütün matlubatını (isteklerini) ve vücut ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla (tartılarla), muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücut (varlık) ve hayat derecesinde kat'î vardır. İkinci kısım menfidir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hakkını, tazip ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise, çendan (her ne kadar) tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat o hakikatin vücudunu ihsas edecek bir surette, hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle, kavm-i Âd ve Semud'dan tut, ta şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te'dip ve tâ'ziyâne-i tazip (eza verici azaplandırma), gayet âli bir adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'î ile gösteriyor.” (Sözler, 10. Söz, 10. Hakikat, Haşiye-1)

[4] Hadis-i şerifte Hz. Peygamber (ASM) Lut kavminde lezbiyenliğin de olduğunu, hatta homoseksüellikten daha önce başladığını şöyle ifade eder: “ Lût kavminde livatayı erkekler yapmadan 40 yıl önce kadınlar lezbiyenlik yapmaya başladılar.” (İbn-i Ebi’d-Dünya/Zemmu’l-melâhî, İbn-i Ebi Hatim, Beyhâkî/Şuabu’l-İman, İbn-i Asâkir, Ebu Sahra Câmi b. Şeddad’dan mürsel olarak.) Cinsellik fiziksel bir ihtiyaç olduğu ve sürekli yenilendiğinden, cinsellik ihtiyacının karşı cinslerin bir birine yönelişiyle fıtrî tatmini meydana gelmezse, bu durumda hemcinsine yönelmesi zaruri bir sonuç olarak kendini göstermektedir. Bu çerçevede eşcinsellik ve lezbiyenlik, zakkum ağacının zehirli iki dalı gibidir.

[5] Lem’alar, 30. Lem’a, 4. Nükte, İsm-i Ferd Bahsi, 4. İşaret, 2. Nokta; Sözler, 26. Söz, Kader Risalesi, 3. Mebhas, Mukaddime; Şualar, 2. Şua,2. Makam, Vahdâniyetin 2. Muktazisi; Lem’alar, 23. Lem’a, Tabiat Risalesi, Hatime, 2. Sual)

[6] Hud suresi, 56.

[7] Fatiha suresi, 6.

[8] İbn-i Ebİ’d-Dünya /Zemmu’l-Melâhî İbnü’l-Münzir, İbn-i Bişrân ve Beyhâkî. Taberânî, 4/132 (3897)

[9] Nisa suresi, 94 ve 101 ile Mâide suresi, 106 âyetlerinde DARABE kökü bir yerden uzaklaşma, yolculuk yapma manasında kullanılmıştır. Bu manada ilgili âyetteki “ Vadribûhunne ” ifadesi “ kendinizden tamamen uzaklaştırın ” manasına gelir. Aynı kök bilinen manası olan “ vurma ” manasıyla Enfal suresi, 12 ve benzeri âyetlerde kullanılmıştır. Fakat uzaklaştırma manasıyla Nisa suresi içinde iki âyette kullanılması, sure içi tefsir manasında bir yön gösterme bulunduğunu ifade ediyor. Yani 34. Âyetin tefsirinin anahtarı aynı surenin 94 ve 101. âyetlerde saklıdır diyebiliriz.

[10]10 yıllık eşi Hz. Aişe (RA) der ki: “ Hz. Peygamber (ASM) hayatı boyunca hiçbir hizmetçiyi dövmemiş, hiçbir hanımına tokat atmamış, hiçbir kimseye eliyle vurmamıştır. ” (İbn-i Mâce, Nikâh, 51.)

[11] 1 ay bütün hanımlarıyla ilgiyi kestiği “ İ’la vakası ” na dair bilgileri, Buharî, a.g.e., c. 7, s. 230; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 406 aktarıyor.

[12] Tirmizî, Rada, 11.

[13] Ensar’dan Sâbit bin Kays bin Şemmas, eşi Cemile bint-i Abdullah bin Übeyy’in bir tartışma esnasında kolunu kırmıştır. Kardeşi Abdullah’ın şikâyeti üzerine Hz. Peygamber (ASM) onları boşamıştır. ( Nesâî, Talak, 53 )

[14] Kadın-erkek ilişkisinde kültürel ve toplumsal yapının farklılığını, farklı kültürlerin bir birini etkilemesini Hz. Ömer’in (RA) şu sözü net gösterir: “ Biz muhacirler kadınlarımıza hâkimdik, sözümüzden çıkmazlardı. Medine'ye gelince gördük ki, Medine'nin yerli kadınları kocalarına hâkim durumdalar, bu defa bizim kadınlarımız da onlara benzemeye, onlar gibi davranmaya başladılar. ” ( Buhârî, Nikâh 83; İbn Âşûr, V / 412 ).

[15] Ebu Davud, Sünen, Talak: 3. H. No: 2177. İbn Mace, Talak: 3. H. No: 2018.

[16] Sahih-i Müslim.

[17] Tirmizî, Birr, 13.

[18] Ebu Davud, Nikak, 40-41

[19] İbn Mâce, Edeb 3; Ebû Dâvud, Edeb 6, Rikak 22, İ'tisâm 3; Müslim, Akdiye 11

[20] Kütüb-i Sitte, c. 17, s. 214

[21] Nesâî, Işretu'n-Nisâ, 229; Tirmizî, İman hadis no: 2612

[22] Müslim, Radâ' 61, hadis no: 1469.

[23] Bakara suresi, 221.

[24] Mâide suresi, 5 ve Mümtehinne suresi, 10. Âyet ehl-i kitap biriyle evlenebilme imkânını, yalnızca mümin erkeğe tanıyarak bu İlâhî iznin hukuki sınırlarını çizer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum