Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Ahiretin görsel delilleri ve insan 

Haşir Risalesi’nin bir kısmı on iki suret, on iki hakikatten oluşturulmuş. Haşir bahsi Bediüzzaman’ın masterpiece şahaser bahislerinden birisi, bütün ömrü bu hakikatin tecessüm ve taayyün ve taakkulu ile geçmiş. Tekrar tekrar bu hakikate dönmüş her döndüğünde konu daha dallanmış budaklanmış.

Mesnevi’de Lasiyyemalar bahsi gözlemlerden ziyade mantıklı cümlelerden oluşuyor. Bediüzzaman o dönemde gözlemlere sonraki dönemden daha az yer vermiş. Asay-ı Musa’da özet olarak anlatmış, hapishanede mahpuslara hakikati daha kısa ama vurucu cümlelerle anlatmış. Onuncu Söz İstanbul yılları, sonra Ankara yılları akabinde sürgün yeri Nurların zuhur yeri Barla’da yazılmış. 

Bediüzzaman dildeki değişme, sadeleşmeleri İstanbul yıllarında rical ve hak arasında ülema beyninde gördüğünden dilini yenilemiş, daha seçici kelimeler ve sıfatlar kullanmış. Ankara yıllarında Meclis çevresinde ricali nevzuhur devletin insanları ile karşılaşmış dilin daha da sadeleştiğini ve muhteva zenginliğini kaybettiğini görmüş.

Bediüzzaman Onuncu Söz'de cumhuriyet dönemindeki dil değişmelerine en ideal örneği verdiği bir dönemdir. Onlar dili soymuş hakikat zarfı olmaktan çıkardığı dönemde o büyük bir meharetle harika terkipler, sıfatlar kullanmış ve Türk dilinin en veciz cümlelerini kurmuştur. Haşir, İslam uleması ve feylesofların içinden çıkamadığı muakkad bir mesele. Bu yüzden kendi yaptığını en ideal şekilde anlatır. 

“Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur'âniye içinde öyleleri var ki, en büyük bir dâhi telâkki edilen İbni Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, "Akıl buna yol bulamaz" demiş. Onuncu Söz risalesi, o zâtın dehâsıyla yetişemediği hakaiki, avâmlara da, çocuklara da bildiriyor.”

“Ey şu risaleyi insafla mütalâa eden kardeş! Deme, "Niçin bu Onuncu Sözü birden tamamıyla anlayamıyorum?" Ve tamam anlamadığın için sıkılma. Çünkü, İbn-i Sina gibi bir dâhi-yi hikmet, اَلْحَشْرُ لَيْسَ عَلٰى مَقَايِيسَ عَقْلِيَّةٍ  demiş; "İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez" diye hükmetmiştir. Hem bütün ulemâ-i İslâm "Haşir bir mesele-i nakliyedir. Delili nakildir. Akıl ile ona gidilmez" diye müttefikan hükmettikleri halde, elbette o kadar derin ve mânen pek yüksek bir yol, birden bire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez. Kur'ân-ı Hakîmin feyziyle ve Hâlık-ı Rahîmin rahmetiyle, şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden, bin şükür etmeliyiz. Çünkü imanımızın kurtulmasına kâfi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalâa ile izdiyâdına çalışmalıyız.”

Haşir bahsi ibni Sina gibi bir felsefe dehasının aklıyla içinden çıkamadığı bir bahistir, ayrıca İslam üleması da bu konuda suskundur. O zaman Bediüzzaman bu kadar hem felsefenin hem de ülemanın içinden çıkamadığı bir dahi olduğundan çok özel bir yol açıcı ve bahis taayyün ettiricidir.
 
İKİNCİ HAKİKAT

Bâb-ı Kerem ve Rahmettir ki, Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki, gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi, kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın?

Yüzlerce esma içinde bu hakikata giden, on iki kapı ve her kapıda isimler bu fiillerin kaynağı olarak gösterilmiş. Bediüzzaman o kapılardan hakikate gitmenin yollarını açmıştır. Önce yol sonra kapı. Kerem ve Rahmet Allah’ın fiilleridir, bu fiillerin ve işlerin menbaı, kaynağı ise Kerim yani ikram eden ve Rahim merhamet eden isimleridir.

Haşir gözlemlerden, muşahadelerden kurulmuştur. Allah’ın kerem ve rahmetini kainat ve dünya gözlemlerinden netleştirir sonra haşri onların üzerine kurar.

Gariptir Kur’an'da naslarla anlatılan bu haşri nasıl olursa Bediüzzaman’dan önceki ulema kainat gözlemlerinden yapamadığını yapmıştır. Bediiüzzaman’ın kafası bir itikad laboratuvarıdır, kainatta bir itikat delillerinden yayıldığı bir itikad sahrası. Kerem konusundaki gözlemlerini anlatır.

“Evet, şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, (Haşiye-1
Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat'î, iktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dıyk-ı maişeti, hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücutça zayıflığıdır. Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Ne derece iktidar ve ihtiyarına güvense, o derece derd-i maişete müptelâ olur.) ta en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir  keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli, içinde işlediğini bedaheten gösteriyor."

Sonra gözlem biraz daha büyütülür, küre-i arza yükselir.

"Meselâ, bahar mevsiminde, cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslarla giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların lâtif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit, en tatlı, en musannâ meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı, en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak ne kadar cemil bir kerem, ne kadar lâtif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır."

Burada bir garson, hizmetkar imajı var, ağaçları hizmetçilere misafirler için hazırlanan hizmetçilere benteziyor. Önce ağaçlar süsleniyor sonra çiçek meyveleri göğüslerine takıyorlar, sonra misafirlere nimetleri takdim ediyorlar. Ağaç tam bir hizmetçi gibi hazırlanmış, dalları ellere benzetiyor, ne kadar hayali geniş. Sonra takdim diyor takdimi büyüklere küçükler yapar, takdim ederim der, ama burada takdim eden Allah. Kullarına ağaçların elleri ile takdim ediyor, sunuyor. Takdim önemsenme fiilidir, Allah kullarını ne olursa olsun önemsiyor onlara nimetlerini sunuyor insan da ona ibadetlerini sunmalıdır, takdime karşı ibadet takdimi.

"Hem, insan ve bazı canavarlardan başka, güneş ve ay ve arzdan tut, ta en küçük mahlûka kadar herşey kemâl-i dikkatle vazifesine çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, bir azîm heybet tahtında umumî bir itaat bulunması, büyük bir celâl ve izzet sahibinin emriyle hareket ettiklerini gösteriyor."

Kemal-i dikkat diyor yani kimse görevinde ihmal yapmıyor. Zerre ama insan ne kadar ihmal ediyor, Allah’a kulluğundan kemali dikkate karşı kemali dikkatsizlik. Kemali dikkat bir gözlem ama insana empati kurmuyor mu, herkes insana hizmet için azami dikkatli ise ya insan!

"Hem, gerek nebatî ve gerek hayvanî ve gerek insanî bütün validelerin o rahîm şefkatleriyle (HAŞİYE) ve süt gibi o lâtif gıda ile o âciz ve zayıf yavruların terbiyesi, ne kadar geniş bir rahmetin cilvesi işlediği bedaheten anlaşılır."

Keremi rahmeti, izzet ve celali örnekledi, sonra aşağıdaki cümle gerekli:

"Bu âlemin Mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celâl ve izzeti vardır. Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin te'dibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister. Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister. Halbuki, bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi, milyonlar cüzden ancak bir cüz'ü yerleşir ve tecellî eder. 

"Demek, o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dar-ı saadet olacaktır. Yoksa, gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir. Çünkü, bir daha dönmemek üzere zevâl ise, şefkati musibete, muhabbeti hırkate ve nimeti nıkmete ve aklı meş'um bir alete ve lezzeti eleme kalb ettirmekle, hakikat-i rahmetin intıfâsı lâzım gelir. Hem o celâl ve izzete uygun bir dar-ı mücazat olacaktır. Çünkü, ekseriya zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor. Yoksa bakılmıyor değil. Bazan dünyada dahi ceza verir.

Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azaplar gösteriyor ki, insan başıboş değil; bir celâl ve gayret sillesine her vakit maruzdur."

Bu cümle Bediüzzaman’ın en artistik ve tarih felsefesi olan cümlesidir. Peygamberler tarihindeki peygamberlerini dinlemeyen ümmetlerin başına gelen felaketleri anlatır. Bunlar çoktur, Hz Nuh’un ümmeti onunla alay ederler, “ne yapıyorsun Nuh?" O da "Rabbim beni sizden kurtaracak, gemi yapıyorum" der. "Öyle mi, görürüz" diye cevap verirler. O da "görürüz o gün sizi de" der. Ümmeti onu dinlemeyenler suya garkolur, oğlu da bunların arasındadır. Yani demek ister ki oğlunu bir peygamber bile kurtaramaz, kimsenin kimseye hayrı yok. 

Musa (as) ümmeti de, arkalarında firavun ordusu önlerinde deniz vardır, paniğe kapılırlar. Hz. Musa “Beni Rabbim mahcub etmedi“ der, asasını denize vurur deniz açılır geçip giderler ama Firavun yoldan geçmek ister deniz kapanır, boğulurlar. Bunlar insanın ibret alması gereken nebevi vakalardır. İnsan peygamberler tarihini bilmelidir, onun için önemli. Yoksa onlar hikaye değil.

Aşagıdaki cümle grubu da mantıki zincirleme sıralamalardır, Bediüzzaman‘ın cümle kurmakta ne kadar sanatlı bir muhayyilesi ve mantığı olduğunu gösterir. Defalarca okunup tezekkür edilmesi gerekir. 

"Evet, hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da (insana ehemmiyetli bir vazife verilmiş her canlıya da verilmiş ama en önemlisi insana yani kendini ve evreni yaratanı bilmek ona karşı müsbet tutum sergilemek) insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile Onu tanımazsa (Allah kendini tanıttırmak için bu sanatlı sanat eserleri ile insana kendini tanıtıyor, bir bir güzel sanatlar galerisi dünya, insan bütün bunları görüp tanımazsa) hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, (Allah rahmetin süslü meyveleriyle kendini tanıtıyor, bütün hayvanlar, ağaçlar, süslü olan herşey) mukabilinde insan ibadetle kendini Ona sevdirmese; (nimetle sevdirsin insan ibadetle sevdirmesin, karşılıklı) hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle Ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, (hiç gösterme, tanıtma, sevdirme  karşılığında tanımamak, sevmemek hiç cezasız kalır mı, elbette hayır, ne kadar kaçış noktalarını kapatmış bir mantık zinciri, ortada ayet yok tamamen gözlemlerle ahiretin varlığını anlatır, bu yüzden talebeleri bu harika eseri başkalarına vermeli, güzel bir yemeğe tavsiye eden, her güzel şeyye ilgi duyan ve duyuran insan öldükten sonra dirilmeyi bu kadar göz önüne seren bir eseri başkalarına vermeli öyle değil mi ?)

"O izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl bir dar-ı mücazat hazırlamasın?

"Hem hiç mümkün müdür ki, o Rahmân-ı Rahîmin kendini tanıttırmasına mukabil,
iman ile tanımakla; ve sevdirmesine mukabil, ibadetle sevmek ve sevdirmekle;
ve rahmetine mukabil, şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü'minlere bir dar-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyeyi vermesin? (Elbette tanıtmaya tanımayla cevap veren sevdirmeye ibadetle sevmekle karşılık verenlere mükafatı olacaktır, olağanüstü, bu kainat  dinin zurunluklarını gösteren açık delillerle doludur, bak Bediüzzaman görmüş, ne kadar harika.)
 
Haşiye:
Evet, aç bir arslan, zayıf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldırması; hem incir ağacı, kendi çamur yiyerek, yavrusu olan meyvelerine halis süt vermesi, bilbedâhe, nihayetsiz Rahîm, Kerîm, Şefîk bir Zâtın hesabıyla hareket ettiklerini, kör olmayana gösteriyorlar. Evet, nebatat ve behimiyat gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârâne ve hakîmâne işler görmesi bizzarure gösterir ki, gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor. Onlar, Onun namıyla işliyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum