Ağlatan Feryad (Lâ Uhibbu’l-Âfilîn)-1

Enfüsî derslere çok ihtiyacımız var. Özellikle On Yedinci Söz bu mânâda çok etkili. Derin mânâlar buluyor ve hissediyor insan. Kalb ve ruhumuzda tesirler uyandırıyor. “La ühıbbü’l-âfilîn” dersi ise aciz kalbimde ve ruhumda çok ayrı mânâlar ve tesirler bıraktı. Kâinatın fenasından geçerek, bekaya müştak olan kalb ve ruhumu etkiledi. Kısa da olsa “kesretten vahdete”,”afaktan enfüse” dönmeye şiddetli tesirât yaptı. Şahsım adına âlemime düşenleri paylaşmak istedim. Rabbim inşâallah bu dersleri hakîkî mânâda hissedip âlem-i âsgarımızda yaşamayı nasip etsin.

İbrahim (as) 'Ben batıp gidenleri sevmem' dedi." (En'âm Sûresi, 6:76) İbrahim Aleyhisselâm'dan sudûr ile, kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden na'y-i “Lâ Uhibbu’l-Âfilîn” beni ağlattırdı.(Sözler, 2004 s. 344)

Hz. İbrahim (as) muhakkik bir peygamberdi. Onun içindir ki belki de Üstadımız “Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir.” ifadesini bu mânâda da söylemiş olmalıdır. Yani Risâle-i Nûr mesleği muhakkik mesleğidir. Bütün kâinatla dostluk kurmak ve onlara “Esmâ” tecellisi ile bakmak. Bundan dolayıdır ki O’ndan (as) sudûr eden yani meydana çıkan, kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden inlemek ve feryad etmek olan na’y-i “Lâ Uhibbu’l-Âfilîn” yani “'Ben batıp gidenleri sevmem” cümlesi Üstadımızı ağlattığı gibi bizleri de ağlatmalıdır.  Maddî gözün ağlamasından daha şiddetli mânevî göz olan basîret gözünün ağlaması dahâ derin ve bir o kadar da inletir insanı ki Üstadımız da bunu yaşayarak yazmıştır. Bütün kâinat fenâ ve zevale mahkûm olduğu için inlemek ve feryat etmek ve onlara bel bağlamamak ve ağlamak, ”Ben batıp gidenleri sevmem” diyebilmek.

Ağlayan ve ağlatan Farisî damlalar!
Kalb gözünün ağlaması ve ağlayıcı katreleri dökmesi. Sahi hiç kalb gözümüzün ağladığını fark ettik mi? Kalb gözü nasıl ağlar? Kalb gözünün ağlaması ile dökülen yaş damlalarının hazîn ve hüzünlü, acıklı oluşunu hissedebiliyor muyuz? Sanırım maharet burada olsa gerektir. Bir iç burkulması ve acziyetin zirvesine taşınmak ve fenâdan bekaya çıkmak. Ağlattıran ve kendisi de ağlayan Farisi beyitten inşallah nasibimizi almak dileğiyle…

Damlalar bizim bildiğimiz mânâların dışında olan damlalar. İlâhi damlalar. Kendisine suhuf verilen peygamber olan Hz. İbrahim (as) ve ilâhi hikmetle şereflenen Nebiyy-i peygamber, ilâhi kelâm olan Kelâmullah içersinde yani Kur’ân'da bulunan bir kelâmın tefsirini inşâallah anlamaya ve “'Ben batıp gidenleri sevmem” diyebilme bahtiyarlığına erişmeyi Rabbimizden dileyerek başlayalım tefekkürlerimize inşâallah.

Yok olmaya mahkûm olan, hakîkî güzel olamaz:
Batıp giden ve kaybolan, hiç kavuşulamayıp görünmez olan sevgili güzel değildir. Çünkü zevale mahkûmdur. Kalbin maşuku olup matlubuna çare olamaz batıp sönmesiyle. Zevale, sönmeye ve yok olmaya mahkûm olan hakîkî güzel olamaz ve layık da değildir güzelliğe. Çünkü hakîkî güzel zevale mahkûm olmayan dâîmi güzeldir.

Ebedî aşk için, Allah’ın sevgisi için yaratılan ve Allah’ın Samed isminin belirdiği ve tecelli ettiği yer olan insanın kalbi ile mecâzî ve zevâle mahkûm olan güzel sevilmez ve sevilmemeli. Çünkü zevâle mahkûm olan güzeli seven ve bağlanan ve de ebede müştak olan kalb zevâle mahkûm olan güzelden ızdırap çeker ve inleyerek feryat eder.

Fânî olan, kalbin alâkasına değmiyor:
Öyle sevilen bir sevgili ki batıp gitmekte görünmez olmaya mahkûm; kalbin alakasına, fikrin ve aklın merakına değmiyor. İstek ve arzulara cevap verecek ve başvurulacak olamıyor, arkasında gam ve kederle ve üzüntülerle, üzülme ve acı duymaya layık değildir. Onun içindir ki nerede kaldı ebed isteyen kalbin ihtiyaçlarını karşılasın ve kalb ona tapma derecesinde bağlansın ve onu sevsin ve ona bağlansın kalsın. Bu mümkün mü?

Fânîyim, fânî olanı istemem:
Öyle bir maksud, istenilen ki, fenâda yani geçicilikte mahvoluyor;  o maksudu istemem. Çünkü fenâya giden, bekâ isteyen kalbin ilacı olamaz. Kalbim ebed istiyor, beka istiyor, fenâya mahkûm olan ve sonsuz olan acziyetime ve arzularıma çare olamıyor. O zaman onu istemem. Çünkü bende fânîyim, fânî ve geçici olan benim beka arzuma çare olamaz. O zaman fânî olanı istemem; neyleleyim kalbimi mutmain etmiyor fânî olanlar. Derdim büyük, fânî çare olamıyor.

Öyle bir tapılan, kulluk edilen Ma’bud ki, zevale, yokluğa gömülüyor; onu çağırmam, ona sığınmam. Çünkü ben nihayetsiz muhtaç ve acizim. Azciyetim sonsuz, fikriyatım sonsuz, düşmanlarım sonsuz. Zevale mahkûm olan nasıl benim sonsuz dertlerime derman olabilir. İşte aciz olan mahlûkat benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz çare olamaz. Ebedî ve sonsuz yaralarıma merhem süremez. Sönmek ve yok olmaktan kendini kurtaramayan nasıl tapılan, kulluk edilen Ma’bud olabilir.

Zahire müptelâ aklın feryadı:
Akıl zahire yani görülene müptelâ ve düşkündür. Gördüğü ile hükmetmek aklın muktezâsıdır. Aklı gözüne inenlerin ise derdi ve yaraları çok deridir. İşte görünüşe ve gördüğüne düşkün olan akıl şu karmakarışık kâinatta ve çok düşkün olduğu matlupların sönmesini ve yok olmasını görmek ile şiddetli üzülme ve meyusiyetle feryad eder; ruh ise ebedi ve sonsuz bir sevgili ve mahbub arar. Bu arayışı ile ruh “Batıp gidenleri sevmem” feryadı ile fânî olanlardan alakasını kesip bâkîye müteveccih olur.

Ayrılıklar istenmez, arzu edilmez ve takat getirilmez. Çünkü bütün ayrılıklar ebede müştak olan ruhun derdine derman olamaz.

Zevâlin tasavvuru da elemdir:
Çok acele ve çabuk zevâl ile acılaşan kavuşmalar, kederlenmeye, üzülmeye ve de merak etmeye değmezler. İştiyak ve arzuya hiç değmezler ve lâyık da değillerdir. Çünkü lezzetin son bulması elemdir. Lezetin biteceğini düşünmek dahi bir elem ve üzüntüdür; hatta bir ızdıraptır.

Bütün mecâzî aşıkların yani surete ve dünyanın fenasına müştak olan aşıkların divanları, yani aşk şarkıları ve şiirleri ve de şiir kitapları, lezzetin bitmesinden gelen düşüncelerin elemli ve ızdıraplı birer feryatlarıdır. Bütün şair ve âşıkların şiir kitapları ve divanlarının ruhları eğer sıkılsa elemli ve feryatlı birere damla olur.

Nasıl ki kâinat sıkılsa insan damlası meydana çıkar; bütün şiir divanlarının sıkılmasından çıkan damlalar da elem ve feryat damlalarıdır.

Beka, fenâdan çıkıyor:
İşte yoklukla bulaşık, zevâlle karışık kavuşmalar, buluşmalar ve görüşmeler, o elemli, kederli geçici sevgiler ve muhabbetlerin derdinden ve bu mecâzî muhabbet belasındandır ki, kalbimiz İbrahimvâri "Ben batıp gidenleri sevmem" ağlamasıyla ağlamak ve bağırmak derdimizin en dehşetli ızdıraplı halidir. Kalbimiz feveran ediyor, ruhumuz sızlanıyor ve zevâle müptela olan mecâzî muhabbetlerden bağırıyor ve feryad ediyor.Ya Rab, imdad et, imdad et, imdad et!

Evet, evet evet!
Eğer şu fani ve geçici dünyada beka, ebediyet istiyorsak demek ki beka, fenadan çıkıyor. Fenadan bekaya çıkmak. Fânî olmadan yani bu dünyadan geçmeden bekaya kavuşamıyoruz. Bekanın yolu fenâdan geçiyorsa hep birlikte bekaya müştak olan kalb ve ruhumuzun devâsı için fenâdan geçmek ve fenâya bel bağlamamak gerekiyor.

Nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bulmak da, bekaya kavuşmak yolu oluyor. Nefs-i emmârede nasıl fena bulacağız? Sanırım bütün sır da burada olmalıdır. Çünkü nefs-i emmare tevehhüm-ü ebediyet ile bekayı fenada arıyor. Dünyada tûl-i emel ile ebedî kalacak gibi nazlanıyor. Öyleyse nefs-i emmâre cihetiyle de fenâdan geçip bekaya mütevecih olmayı ona da kabul ettirmek zorundayız ki ebediyete müştak olan kalb ve ruhumuz feveran etmesin ve feryat çekmesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum