3. Söz'ün Manzum Hâli?

3. Söz'ün Manzum Hâli?

Hakan Özçelik'in şiiri.

İbâdetin ne büyük bir ticâret olduğunu,
Sefâhetinse fecî bir hasâret olduğunu,
Güzelce anlamak istersen ey birâder eğer,
Şu hoş hikâyeyi derhâl otur da dinleyiver:
Emîr alıp iki asker, uyar büyük emre,
Giderler eski zamânın birinde bir şehre.
Olanca hızla yürürler şehir görünse diye,
Ve sonra bir de bakarlar yol ayrılır ikiye…
Bir ihtiyârı görürler yolun başında duran,
Henüz suâl edivermezler ondan amma o an,
Yolun başındaki zât der: ‘‘Şu sağ taraftaki yol,
En emniyetli olan yol ve hem yarârı da bol.
O yolda on’da dokuz ihtimalle kâr bulunur,                                                                   Ve solda on’da dokuz ihtimal, zarâr bulunur.
Zarâra uğradı soldan burun dikiyle giden,
Sekiz dokuz kişi.. Git bak, beyinsiz on kişiden.
Ve yollar aynı uzunlukta, yâni aynı karar,
Bu yolların sonu elbette aynı şehre çıkar.
Fakat şu soldakinin bir de farkı var sağdan,
Bu farkı bilmese şâyet helâk olur insan.
Yalancı, sahte rahatlıklar arz eder bu cenah.
Ki, yolcular ne ağır çantalar taşır ne silah.
Unutmayın! Siz eğer gitseniz diğer tarafa,
Silahla çantayı yükler taşırsınız bu defa.
Silah da çanta da –ey yolcular- birazcık ağır,
Ne var ki bunca cefâ sizlerin yarârınadır.
İçinde türlü gıdâ var ve türlü türlü yemiş…
Bakın ki bunca ağırlık, esas bu yüzden imiş.
Evet, özetle budur… Kâr sizin zarar da sizin.
Akıl fikir de sizin, yol sizin karar da sizin.’’
Verir karârını elbette bahtiyârı yine,
Nizâma kânuna tâbî şekilde sağdakine.

Omuzda dört kiloluk çanta, bir büyükçe tüfek,
Yürürdü kimseye aslâ o minnet etmeyerek!
Tahammül etti yükün zâhirî ağırlığına,
Fakat bu yükler esâsen rahatlık oldu ona.
Ne zerre minneti var, kimseden ne korkusu var,
Acıksa türlü yemiş hem susarsa bolca su var.
Nihâyetinde biter yolculuk, varır yerine.
Keyifle karşılar eşrâf, erer rahâta yine.
Diğer neferse yük altında olmak istemedi.
Nizâma, kânuna uymak, yorulmak istemedi.
’’Omuzda yük ne’me lâzım, hazır rahat var iken,
O yolda boş yere yük çekmesin bu tatlı beden.’’
Deyip, döner sola bedbahtı; lâkin onca yolu,
Yürür cefâ çekerek, kirli kalbi korku dolu.
Yanında lokma bulunmaz, dilencilik de eder,
Sonunda âleme rüsvâ olur bak işbu nefer.
Varınca şehrine bedbaht olan cezâ da görür,
Emir verir Paşa: ‘’Yâver! Rezîli zindana sür!
Kumandan emrine zîrâ itâat etmedi o.
Bizim kurallara uygun seyâhat etmedi o.
Silahla çantayı terk etti, omza yüklemedi.
İlerde bahşedilen zevki çünkü beklemedi.’’
Hikâye burda tamâm oldu. Anlamak lâzım,
İşin hakîkati neymiş… Berâber anlayalım.
Bu denli kıpkısa bir temsilî hikâyede bak,
Münevver aklı olanlar neler neler bulacak:
Hikâyemizdeki yollar birer hayat yoludur.
Cefâ, elem yoludur sol ve sağ, rahat yoludur.
Hayatlar âlem-i ervahla başlayan geçite,
Girer de, sonra gider tâ kabirden âhirete.
Neferlerin biri mü’min, biriyse âsîdir.
İkinci, nefse esirdir; birinci, Rabbi bilir.
Kulun ibâdeti bir tek silahla çantasıdır,
Oruç, namaz ve zekat hac, biraz da olsa ağır.
Velâkin öyle rahatlık verir ki müslümana,
Beden yorulsa da aslâ doyulmuyor tadına.
Omuzda çanta silah, mü’minin ibâdetidir!
Bütün musîbete karşın dayanma kuvvetidir.
Hakîkaten, büyük îmanla Rabbe sırt dayayan,
Demek, ne korkar ölümden ne başka şeyden inan.
Başında bomba olup patlamakla kürre-i arz,
Ne şüphe! Kalb-i pür-îmânı zerre korkutamaz!
Kimin ki varsa derûnunda mânevî dayanak,
O zât elemle, kederlerle, gamla solmayacak!
Kimin de yoksa zor ânında bir güvenli liman,
Gözünde bahr-ı hüzündür onun şu cümle cihan!
Kulun, ibâdeti terk etmesiyle bulduğu ne?
Bu acziyetle acep îtimâd eder neyine?
İbâdet etmeyerekten beden yorulmaz ama,
Sarınca rûhu azaplar, şamar vurur adama!
Ve üstelik birikip patlayınca derd, elemin;
Bir istinad yerin olmaz koşup dayanmak için!
Yolun sonunda şehir var dedik ya sonra hani,
Keyifle karşılamaktaydı şanlı askerini,

İkinci askere zindân olan filanca şehir,
Diyâr-ı âhiretin şüphesiz ta kendisidir!
Hayırla geçmiş ömürler huzûru orda bulur,
Yazık ki boş beleş ömrün cezâsı âteş olur!
Hayat, nasıl ki dedik benzer öyle bir geçite,
Nihâyetinde varır tâ diyâr-ı âhirete.
Ki, ömrün olsa da yüz bin kadar uzunca sene,
Bitip gider, sana kalmaz, sokar mezâra yine…
O’nun rızâsı için çırpınan bedenlere Hak,
Hesap gününde keder, gam ve korku salmayacak!
İtâat etmeliyiz emr-i Hakk’a öyleyse,
Budur bu kıpkısacık kıssadan büyük hisse!                          
Ne mutlu sağ yolu tercîh eden bu askere de,
Cenâb-ı Hakk’a adanmış hayat sürenlere de…
                        ***
Sabırla şi’rime -Yâ Rabbenâ- kulak vereni,
Babamla annemi, kardeşlerimle bir de beni,
Senin yolunda yürüt dâimâ! Düşürme sol’a,
Bitir kelâmını Hâkan, yeter nihâyet ola!

Vezni: mefâilün feilâtün mefâilün feilün (fa’lün)