B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

Yıldızların Esrarı

Risale-i Nur “ne şarkın ulûmundan” ve ne de “garbın fünûnundan” derlenmiş bir malumat yığını değildir. O doğrudan doğruya Kur’an’ın bu asırdaki bir mu’cize-i maneviyesidir. “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmaliyiz İslam’ı” beytindeki temei edilen hakikattir. Nedir asrın idraki peki? Her şeyin ulûm ve fünûna dökülmesidir. Üstelik, "Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâgat ve cezâlet, bütün envâıyla âhir zamanda en mergub bir sûret alacaktır. Hatta insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için, en keskin silâhını cezâlet-i beyândan ve en mukâvemetsûz kuvvetini, belâgat-ı edâdan alacaktır."

Risale-i Nur’un “iman dairesindeki” vazifesi, Aydınlanma sonrası ortaya çıkan pozitivizmle muallel olan fenlerin “namusu”nu kurtarmaktır ki, her fennin kendi lisan-ı mahsusuyla işaret ettiği ya da ilan ettiği Yaratıcıyı ve O’nun esma ve sıfatlarının hazinelerinin kilidini mana-yı harfiye bürünmüş bir “ene” anahtarıyla açmaktır.

Nitekim bu tür yaklaşımla Risale-i Nur ve Risale-i Nur’a dayalı yapılan çalışmalar hem Türkiye’de ve hem de tüm insanlık âlemindeki sair dinlerin samimi dindarlarının âkil bir rehberi bir yol göstericisi olmuştur. Garbın çürük direklerinin kaldıramadığı küresel bir davanın, iman davasının nokta-i istinadı olmuştur.
Özellikle bu vatanda ekilen pozitivist tohumların anarşi meyvesini verip de binlerce gencin öldüğü 70’li yılların sonunu hatırlayın! Bir de aynı yıllarda Sayın Ümit Şimşek’in koordinatörlüğünde bir ekip tarafından ortaya konulan “İlim-Teknik Serisi”ni…

“Yıldızların Esrarı”. Rahmetli Hüseyin Demirkan’ın kaleminden ortaya çıkan bu eseri M. Ü. İlahiyat Fakültesi Kelam hocası Sayın Bekir Topaloğlu “Çağımızın en önemli kelam kitabı” olarak nitelendirmişti. “Atom”, “İnsan Vücudu”, “Hücreden İnsana” ve diğerleri… Rahmetli Ayhan Songar, Rahmetli Haluk Nurbaki, Taşkın Tuna ve diğerleri…

Bediüzzaman Risalelerin muhtelif yerlerinde fenlerden söz ederken “…Ve şuur-u insanî vasıtasıyla keşfolunun yüzer fenlerden her bir fen, Hakem isminin, bir nevi"de bir cilvesini târif ediyor.” diyor ve şu Fenleri ismen sayıyor:

* Tıb Fenni ( Eczacılık ile birlikte)
* Fenn-i Kimya
* Fenn-i Makine 
* Fenn-i Ziraat 
* Fenn-i Ticaret
* Fenn-i İâşe
* Fenn-i Rızık
* Fenn-i Askeriye
* Fenn-i Elektrik
* Kozmoğrafya

Risale-i Nur zaten “Her fennin lisan-ı mahsusu”ndan bahseden bir tefsirdir. Risalelerin temel dört konusu birbirinden kopmaz bir iple birlikte bir akış içinde açıklanır. Tevhid, Haşir, Nübüvvet (Risalet-i Muhammediye) ve Adalet (Hukuk). Bu konular zaten Kur’anın da temel konularıdır.

Şimdi asıl konuya gelmek istiyorum:
Biz Risale-i Nur’u şerh ve izah çalışmalarıyla ne yapmak istiyoruz? Maksadımız nedir? Zaten Risale okuyorsak ve oradan aldığımız gözlüğü kendi mesleki alanımızda da kullanıyorsak daha ötesine ne gerek var? Diğer insanlara da doğrudan Risaleleri verirsek başkaca bir çalışmaya gerek kalmaz zaten. Öyle siteler açmaya, kitaplar yayınlamaya, paneller yapmaya, kongreler ve arama konferansları düzenlemeye hiç mi hiç gerek yok. İlmî çalışmalar zaten gereksiz!

Bu tür düşünceler selef-i sâlihinden sonra İslam âleminde Kur’an-ı Kerim için de yapılmıştır. Yalnız Kur’an okuyarak odan istifade edilmesi gerektiğini savunanlar, hatta hadisi bile tanımayan görüşler ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu tür düşünceler külli bir bakıştan ziyade kendi zaviyesiyle sınırlı kalan bakışlardır. Oysa 19. Mektupta da söz edildiği gibi, İslam’ı tehlikede gören müdebbirler ve alimler, İslamiyet’in geniş kitlelere yayılmasıyla ortaya çıkan anlayış farklılıklarından doğacak sürtüşmeleri önlemek amacıyla Kelam, Fıkıh, Tefsir, Hadis vb. ulum-u âliye ortaya çıkmıştır. Yani metodolojiye, usûle yönelmişlerdir.

Ben şunu anlıyorum:
Risaleleri kendi malı gibi hissedenlerin iki vazifesi var:
Birincisi Nurları kendi malı gibi sahiplenip diğer insanların istifadesine “doğrudan” sunmaktır.

İkinci vazife ise, Risale-i Nur’u doğrudan tanımayan ve kendilerine ulaşılma şansı olmayan insanlara Risaleleri “manasıyla” da olsa ulaştırıp, onların da bir “Nur şakirdi” gibi düşünmelerini sağlamaktır.

Bu ikinci vazife çok geniş ve külli olduğundan bir metot olarak bilim insanlarımızın kendi alanlarındaki malumatlarını Risale ölçüleriyle yeniden tanzim etmeleri ya da şerh etmeleri yoluyla olabilir. Buna Metin Karabaşoğlu’nun deyimiyle “bilimin yeniden imanîleştirilmesi” diyebiliriz. 

İşte o meşhur İlim-Teknik Serisinden, sözgelimi Yıldızları Esrarı, “Astronomi”nin diliyle ve astronomi terminolojilerini kullanarak Bir Yaratıcıyı tavsif etmektedir. “Yıldızları Esrarı” kitabını okuyan Risalelere “yabancı” bir okuyucu bu kitabı bitirdiğinde Risale-i Nur’u yine tanımayacaktır; ama Risale-i Nur gibi düşünecektir.

Ayrıca, şu sorunun da cevabını aramalıyız:
Risalelerin “iman, hayat ve şeriat” basamaklarında vazifeleri olduğuna iman ediyoruz. Pekala, fenlerin lisan-ı mahsusu ile imanını kurtaran insanların Risalelerin “hayat ve şeriat” dairelerindeki konumlarına dair şerh ve izahlarını nasıl yapacağız? Yani Sosyoloji, Psikoloji, Edebiyat, Eğitim Bilimleri gibi Sosyal Bilimler kümesinde yapılacak şerh ve izahların Yıldızları Esrarı’ndan farkı ne olacak? Fenlerin dilini anlıyoruz da sosyal bilimlerin “lisan-ı mahsusu” için neler yapacağız?

Bu yazıyı cevap olsun diye değil, konuyla ilgili müzakereyi artırmak için yazıyorum:
Bir de Şeyma Gür öyle bir yazı yazdı ki, okuyan da bizi Risale mesleği dışında sanacak. Hatta mübalağaya kaçan ifadelerle, sözgelimi, "Üstad talebelerine sosyal pekiştireç kullanırdı. Hatta bazen ağızlarına bir parça bal ya da tatlı koyarak yiyecek ödülü ile ödüllendirirdi’’ türünden cümleleri tırnak içine alıp sanki biz yazmışız gibi yakıştırması hoş değil.

Şeyma Hanım kadar Risale-i Nur’dan istifade edememiş olabilirim. Ama yazdıklarından anladığım eğitim bilimleri alanını bilmiyor. Bizi doğrudan “davranışçı modeli“ savunun biri olarak lanse etmeye çalışıyor ki, bu haksızlık olur. “Bir örnek eşliğinde Eğitim bilimlerine Risale-i Nurun dürbünü ile bakmaya çalışacağım. Eğitim Bilimlerinde davranışçı ekol sahipleri der ki ‘’artmasını istenen davranışlar görülmeli ve ödül ile pekiştirilmelidir, azalması istenen davranışlar görmezden gelinmeli ve sönmeye bırakılmalıdır’’ diyor Gür. Oysa davranışçı model azalması istenilen davranışları da görmezden gelmez, ona yaptırımlar uygulayarak vazgeçirmeye ve yerine kendi doğrularını ikameye çalışır. Ki, biz zaten bu modeli savunan eğitimciler de değiliz. Milli Eğitim Bakanlığı bile totaliter ulus-devlete asker yetiştiren ve pozitivist bir eğitim yaklaşımı olan davranışçı modeli terk etmeye gayret ettiği bir dönemde, bizim gibi Risale-i Nur’u öğrenmeye çalışan bir talebeye böyle bir itham ağır olur.

Üstadın dediği gibi, bu ilimler “ulûm-u âliye” yani birer “alet ilmidir.” Alet ilimlerinde ilmin kendisinin değil, bu ilmi kullanan kişilerin amaçları önem kazanır. Şerre de hayra da yönlendirebilirsiniz.
Gelecek yazıda Risalelerin şerh ve izahında “kavram”, “kaide” ve “metot” üzerinde duracağız.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum