Vazîfeleri yapan meleklere yemîn olsun ki, öldükten sonra mutlaka diriltileceksiniz!

Vazîfeleri yapan meleklere yemîn olsun ki, öldükten sonra mutlaka diriltileceksiniz!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Naziat Suresi 1-9. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

1,2,3,4,5 . (Kâfirlerin ruhlarını) şiddetle söküp çıkaranlara (nâziât’a), (Mü’minlerin ruhlarını yavaş yavaş) kolaylıkla çekip alanlara, (*) (emrolundukları şeye sür‘atle) yüzüp gidenlere, sonra yarışıp geçenlere, sonra işleri düzenleyenlere (bütün bu vazîfeleri yapan meleklere) yemîn olsun (ki, öldükten sonra mutlakā diriltileceksiniz!)

6 . O gün o sarsıntı (Sûr’a ilk üfürülüş), sarsacak!

7 . Onu, arkadan gelen (ikinci üfürülüş) ta‘kîb edecek!

8 . O gün (dehşetten) kalbler şiddetle çarpıcıdır!

9 . Gözleri (korkudan), zelîl (yere bakar) bir hâldedir!

(*) “Her ölünün rûhunu, Hazret-i Azrâîl Aleyhisselâm mı bizzât kabzediyor (alıyor)? Yoksa avaneleri mi (yardımcıları mı) kabzediyorlar? Bu hususta üç meslek (îzah yolu) var: Birinci meslek: Azrâîl Aleyhisselâm, herkesin rûhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni‘ olmaz, çünki nûrânîdir. (...) İkinci meslek odur ki: Hazret-i Cebrâîl, Mikâîl, Azrâîl gibi melâike-i izâm (büyük melekler), birer nâzır-ı umûmî (umûmî vekil) hükmünde, kendi nev‘lerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda avaneleri vardır. Ve o muâvinler (yardımcılar), envâ‘-ı mahlûkāta (varlıkların çeşitlerine) göre ayrı ayrıdırlar. Sulehânın ervâhını (sâlihlerin ruhlarını) kabzeden başkadır; ehl-i şekāvetin (Cehennemliklerin) ervâhını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki: وَالنَّازِعاَتِ غَرْقاً [(Kâfirlerin ruhlarını) şiddetle söküp çıkaranlara] وَالنَّاشِطاَتِ نَشْطاً [(Mü’minlerin ruhlarını yavaş yavaş) kolaylıkla çekip alanlara] âyeti işâret ediyor ki, kabz-ı ervâh eden, tâife tâifedir. (...) Üçüncü meslek: (...) Bazı melâikeler var ki, kırk bin başı var. Her başında, kırk bin dili var. Demek, seksen bin gözü dahi var. (...) İşte bu mesleğe binâen, Hazret-i Azrâîl Aleyhisselâm’ın her ferde müteveccih (yönelen) bir yüzü ve bakar bir gözü vardır.” (Mektûbât, 28. Mektûb, 200-202)