'Türkleri Cennete götürme çabasındasın' diyen Musa Anter'e Said Nursi'nin söyledikleri

'Türkleri Cennete götürme çabasındasın' diyen Musa Anter'e Said Nursi'nin söyledikleri

Bediüzzaman’a şöyle dedim: Muhterem Hocam, Türkler sizi oradan oraya sürüyor, hapsediyor, mahkemelerde süründürüyor ama hala Türkleri Cennete götürme çabası içindesiniz, bu nasıl iştir?.. Ben anlamadım.”

Yazar Şakir Diclehan, Musa Anter'in Bediüzzaman Said Nursi ile olan diyaloğunu yazdı.

Anter'in Said Nursi hakkındaki görüşlerini ve evlerinde cereyan eden konuşmaları aktaran Diclehan'ın Farklı Bakış sitesindeki yazısı şöyle:

Anter, Bediüzzaman için bir takım tespitlerde bulunur. “Şerefli yaşantısı çok renklidir. Öyle ki evlenmeye, bir ev kurmaya bile vakit bulamadı. Hele yüzyılımızın başından 1960 yılına kadar tüm hayatı Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti otoriteleriyle mücadele ederek geçmiştir.”

Musa Anter, Bediüzzaman Said Nursi ile olan tanışıklığını ve karşılaşma anını akıcı ve ibret alınacak tarzda anlatır: “Onun hayatı, başlı başına ciltler dolusu ibret levhalarıyla dolacak çaptadır” dedikten sonra sözü, mahkemelerine getirerek onun bu yaşantısını dramatize eder…

İSTANBUL’DA SEÇKİN DİN ADAMLARI DA O DAVETTE

“O zat, sık sık mahkemelere verilirdi. 1945’te İstanbul’da bir mahkemesi vardı. Kayınpederim Abdurrahim Zapsu’nun (Bugünkü A 101 Mağazalar zincirinin sahibi Cüneyt ve Aziz’in dedeleridir. Babaları Pertev Bey, çok iyi bir dostumdu ve gönül insanı bir insandı. Kadir bilir ve yapılanları takdir eden bir karakter ve ahlak sahibiydi.) hemşerisi, hem de Birinci Dünya Harbi’nde Bitlis cephesinde birlikte savaştığı ve Ruslara esir düştüğü mücadele arkadaşıydı. İkisi Rus ihtilalinden sonra Avrupa üzerinden büyük zorluklarla İstanbul’a gelmişlerdi.

Bediüzzaman’ın mahkeme için İstanbul’a gelişinde, Abdurrahim Bey’e misafir olması her halde bu kadar bir müşterek bir yaşanmışlığın sonucuydu. Musa Anter, bir akşam yemeğinde Bediüzzaman’ı kendi evine davet eder. O tarihte İstanbul’da seçkin din adamları da hazır bulunurlar o davette… Yemekte Arvasilerden Şeyh Şefik Arvasi, Şeyh Eminzâde, Bitlisli Şeyh Mustafa, Abdülhakim Arvasi’nin oğlu ve o dönemlerde Kadıköy müftülüğünü yapan Mekki Arvasi ve Cemalettin Arvasi gibi ünlü kişiler de vardırlar.

Yemekten sonra bölgeye özgü semaverli çay faslı başlar. Topluluk, çok güzel dini ve ilmi sohbetlere başlar. O tarihlerde Said Nursi Batı Anadolu’da sürgündedir.

YANINA GİTTİM, OTURDUM, ELİNİ BOYNUMA SARDI

Anter, sözü Bediüzzaman’ın hizmet ve amaçlarına getirirken kendi görüşlerini dile getirerek şöyle kalem oynatır:

“Sohbetinden anladığım kadarıyla çabası, etrafındaki insanları, doğru yola sevk etmek ve cennetlik yapmak idi. O vakit pervasız bir delikanlı idim. Ne yalan söyleyeyim şimdi de biraz var ya, ama aşırı milliyetçi idim. Benim milliyetçiliğim Nazilerin, Faşistlerin, Turancıların başka ırkları aşağı görüp onlara tahakküm hakkını kendinde gören, yani üstün bir ırk fikri değil de, her yerde görülen ezilen ve perişan olan milletini zulümden kurtulmayı hedefleyen bir milliyetçilikti. Doğal olarak soydaşıma zulüm yapanlara da kızıyordum.

O ana kadar konuşmalara karışmıyor, hatta evim olduğu halde ev sahipliğimi kayınpederim Abdurrahim Bey’e bırakmış, yanlarında bile oturmuyor onlara hizmet ediyordum. Fakat bu konuşmalara tahammülüm kalmamış olacak ki, birden bire ve biraz da pervasızca, Bediüzzaman’a şöyle dedim: Muhterem Hocam, çocukluğumdan beri duyduğum ve Tüm Kürtlere sempatik gelen adınız Melâ-yi Said-i Kürdi idi. Şimdi de Türkler sizi oradan oraya sürüyor, hapsediyor, mahkemelerde süründürüyor ama hala Türkleri Cennete götürme çabası içindesiniz, bu nasıl iştir?.. Ben anlamadım.”

Tabii anlatmam ve tüm bu konuşmalarım ve sohbetlerim Kürtçe idi. Birden bire o nur ve ilim fışkıran gözlerini bir projektör gibi bana çevirdi tatlı bir tebessümle “Ev kiye Abdürrahim (Bu kimdir Abdurrahim?)” Kayınpederim de “Seyda ev xort zavayé mine” (Üstad bu genç damadımdır) dedi. Seyda “Wey! Kuré min, ka vere ba min” (Vah evladım, hele yanıma gel deyip beni yanına çağırdı. Yanına gittim, oturdum, elini boynuma sardı. Beni öptü ve şunları söyledi. “Kuré min, hin zaro yi tu nizani ez çi dikim. Bixwine, ilm hin bibe” (Evladım daha çocuksun, ne yaptığımı bilmiyorsun. Oku ve ilim öğren) Diğerleri de bu barış ve yakınlığımızdan emin olmuşlardı. Üstadın birisini öpüp sırtını sıvazlaması, adeta bir nevi takdis etme anlamına geliyordu.”

“Maalesef birçok eserini okuduğum halde kendisini bir daha görmeyecektim. Kendisiyle geçen şerefli anım bu kadardır.”

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
15 Yorum