Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Türkler ile Kürtlerin iç savaşından medet umanlar!

Tãrih hãfızadır, milletin hãfızası... Zaferlerinin yanısıra hezimetlerini de kaydeder; acılar kadar sevinçlere de açıktır bağrı. Tecrübeleri gibi, derslerini de muhafaza eder milletin. İstikbâl, onun tecrübe ve derslerinin ışığında şekillenir. Tekerrür etmesi, tekrar isitidadı taşımasından değil, yeterince hürmet görmemesindendir¬. Gelecek, târihin, daha çok da yakın tãrihin rehberliğinde yürür...

Tãrihini kaybeden millet ile hafızasını kaybeden insanı aynı akibet bekler: Yalnızlaşmak, çökmek ve yıkılmak... Bir farkla ki, tãrihini kaybetmiş bir milletin akibeti daha elîm, daha hazîndir. Kaybettiğinin büyüklüğü nisbetinde elem ve ızdırabı da artar.

Bu milletin hãfızasız yaşamaya mahkumiyeti bir asrı eteklerinden yakalamak üzere... Son bin yılı İslâmın bayraktarlığı ile geçmiş, zafer ve saãdetler yüklü tãrihimizi bir çırpıda reddedenler; milletin hãfızasız yaşayamayacağını, çökeceğini, sefilleşeceğini biliyorlardı. Üstelik sadece tãrihimizi reddetmekle kalmamışlardı, zafer ve saãdetlerimizin aslî kaynağı din ve ahlâkımızı da red ve tahrib ediyorlardı...

Yeni vaziyeti bir cinnet eseri sanan millet, direnci dehşetli tenkillerle, târihte eşi benzeri görülmemiş zulümlerle karşılık görmeye başlayınca yeni hâlin cinnet değil, hıyanet eseri olduğunu farketti. Ama yapılacak çok şey yoktu. Millet yorgun, aç ve çâresizdi. Altıyüz yıllık bir geleneği toptan imhâ edenlerin elindeki silâh, doğrudan milletin bağrına yönelmişti. Kuruluş yılları, şiddetli bir devlet terörü ile yeni iktidarın hâkimiyetinin tesis yılları olur.

Gücün yalnız başına yetmediği yerlerde Şeytana rahmet okutacak entrikalar tertiplendi. Millete gözdağı vermek için irili ufaklı bir çok isyanın değirmenine Ankara’nın suyu taşındı. Her isyan, her karşı duruş merhametsizce tepelendi: Ekseriyeti Şarkta gelişen kıyamlar askerî güçlerle tenkil edildi. Şeyh Said, Ağrı, Zilân ve Dersim isyanları baş kaldıranların bin misli kadar, mazlumların hayatını söndürdü.  Batı’da baş gösteren ve çoğu din endişeli hareketler ise daha çok İstiklâl Mahkemelerinin derme çatma sehpaları ile zap-u rapt altına alındı. Binlerin bağrına ateş püskürten silâhların yerini kirli yağlı ilmekler aldı. İzmir su-i kasdı, Menemen hâdisesi gibi vak’alar sebebiyle Ankara’nın yıldırımları kitlelerin değil, kameti yüksek olanların başlarını kollamıştı.

Bir kaç adım öne çıkanların hayatını ya İstiklâl Mahkemeleri’nin cellatları söndürüyor, yahut Ankara silahşörlerinin kör kurşunları. Merhum ve şehid Ali Şükrü Bey’i evinde yağlı urganla boğan Topal Osman, Çankaya sırtlarında kıstırıldığında uyanmış, can havliyle köşkü ateş altına almış, basit bir yara ile esir düştüğü askerlerce yakınlarına dirisi değil ölüsü teslim edilmişti.*

Kars Fâtihi diye meşhur Deli Halit’i meclis koridorunda vuranlar da onun gibi meb’ustular. Kimi İstiklâl Mahkemelerinin azası, kimi Çankaya sofralarının müdavimiydi. Beşer tarihinde emsali görülmemiş bir keyfilikle kânun geriye doğru işletilmiş, büyük din âlimi ve  Fâtih medresesinin müderrislerinden İskilipli Âtıf Hoca, Ankara İstiklâl Mahkemesi azalarının keyifle seyrettikleri derme çatma bir sehbada şehadetle hayata vedâ etmişti. İşin çok daha hazîn tarafı, çoğu zaman kurbanlarının infazında hazır bulunan azaların büyük mazlumlarla son ana kadar eğlenip dalga geçmeleriydi. Ya vicdanlarının sesini bastırma gayreti, ya da habis bir ruhun zevk anlayışı...

Önceleri Kürtler gibi Türkler de Ankara’nın yeni iktidarını kabullenmemişti. Din ve ahlâklarına dokunan yeni düşünce ve anlayışla muvafık değillerdi. Her iki kavmi de rahatsız eden, dinin aleyhindeki yeni inşã idi. Ama Ankara, Kürt bölgelerindeki karşı hareketleri bastırırken Türk amme efkârına bu hareketleri Kürt isyanları olarak telkin edip, ırkçılık noktasından iğfal ediyordu. Önceleri bu iğfalât makes görmedi, ama müruru zaman ve din hassasiyetinin Ankara’nın devşirdiği tertip ve ahlâksızlıkla zayıflaması hızlandıkça bir kısım Türkler bu şeni iftiralara teslim oldular.

Ve bugün geldiğimiz dehşetli bölünme ve iç savaş ihtimali bu mel’un taktiğin neticesidir. Türkleri önceleri en az Kürtler kadar karşı oldukları yeni rejime payanda yapmak için girişilen bu meş’um propagandanın zaman içinde makes bulması ve sürekli bu yönde tahşidat yapılması, maalesef  herkes için tehlikeli, herkes için zararlı ve herkes için korkunç bir ihtimalle burun buruna gelişimizi intac etti.

Devletin resmî ideoloji ve anlayışı ile mutabık olmayan Türk halkının AK Partiye verdiği desteğin birinci sebebi,  AK Parti’yi daha dinî bir çerçeveye oturtmuş olmasıdır. Daha dinî ve daha ahlâkî bir çerçeveye... Tabulaştırılan inkılabların tahkimi için ihdas ve takviye edilen bütün müesseselerin şiddetli telkinat ve korku salmalarına, on yılda bir vaziyeti muhafaza için ordunun yaptığı darbelere ve yargıya rağmen, millet, rızasıyla teslim olmamış, olmamaktadır.

Ne var ki, asırlık bir yerleşme, kök salma gayreti bütün bütün akîm kalmamış; dünya nimet ve saltanatları ile mükâfatlandırılanların küçük ama müessir desteği sağlanmıştır. CHP, üniversite, bürokrasi, yargı ve medya menfaatlerinin devamını milletin değil, Ankara’nın yanında yer almakta görmüş; milletin değer ve mefahirlerini tahrib etmekte yarışa girmişlerdir. Maalesef oyun halayına önceleri baskı altında ve gönülsüzce dahil olanlar, bir müddet sonra, “Allah’ım günah yazma, yazma ha yazma...” çâresizliğinden, “İstersen yaz, istersen yazma!” hayasızlığına sürüklenmişlerdir.  “Statüko”nun devamı için sesini yükseltenler ya sistemin paralı bekçileri, ya da alışkanlıkla zebun olanlardır.

Bir asır önce Ankara’da başlatılan hercümercin maalesef en hazîn neticesi ise devletin yeni şeklini hazımda kramplar yaşayan Türk halkının Kürt Meselesi karşısında devletçi kesilip, bu meş’um ve tehlikeli meselenin bizzat Ankara’nın eseri olduğunu görmezlikten gelmesidir. Kürtleri ötekileştirip kavmî mensubiyet noktasında “Devlet benimdir!” hissiyatına sürüklenmiş olmak, bölünmenin kalbî kısmının tahakkukunu gösteriyor. Bu kalbî bölünmenin tedavisine çalışmayanlar, bilmeliler ki, er ya da geç dehşetli, tehlikeli, hiçbir tarafa fayda sağlamayacak fiili bir bölünme kaçınılmaz olacaktır. Menfaatlarının devamı için memleketi yakmakta tereddüd göstermeyenlerin Türklerin bir kısmını bile olsa bu noktadan kazanmış olmaları sadece elim değil, hazindir de...

Necat kapısı dindir... Kürt ve Türklerin bin yıllık şaşırtıcı ve samimî kardeşliğini sağlayan İslâmiyet, iksirini kaybetmiş değildir. Ankara’nın lâdini sistemine ilim ve irfânla baş kaldıran ve bugün başı himalayalardan daha yüksekte duran Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri başta olmak üzere, diğer İslâmî cemaat ve grublar da bu dehşetli iç savaş ve bölünme tehlikesi karşısında susmamalılar. Konuşmalı ve harekete geçmeliler. Zirâ Türk ve Kürtlerin yegâne müşterekleri din ve cumhuriyet Türkiye’sinin bu mazlum ve mağdur kitleleridir..

Demokratik teşebbüsü akîm bırakmak için harekete geçenlerin, son koz olarak, Türk amme efkârını zehirleyerek kanattıkları, menfaatlerinin devamını milletin mevtine bağladıkları görülmüyor mu? Kitleleri provake eden ulusalcı, ırkçı ve derin  çetelerin karşısında eli ayağı bir birine dolaşan bâzı çevrelerin korku tellalığı ve dehşet senaryolarına AK partililer kulaklarını tıkamayıp korku ile sendeleyecek olurlarsa cidden tehlike kapıda demektir. Müslüman Türk ve Kürtlere meselenin aslını anlatacak insanları harekete geçirmek, diyanet cãmîãsına rol vermek, cemaatlerin ileri gelenleri ile muhtelif zemin ve mahfillerde meşveretlerde bulunup yardım almak vatanperverliktir.  Orman haftasından verem haftasına kadar bir yığın malayaniyat ve abesle meşgul edilen diyanet müntesiblerinin Türk-Kürt kardeşliği mevzuunda hutbe ve vaazlarla bu yangına su taşımalarının zamanı gelmedi mi?

AK Parti; CHP, MHP, BDP ve PKK ile zaman kaybedeceğine hak ve hakikata eğilmeli, milletin akl-ı selimine kulak vermelidir. Sesi yüksek çıkanlar, menfaati tehlikeye düşenlerdir, millet değil... Para gerektirmeyen, karşı tarafın mutabakatına bağlı olmayan insan hak ve hürriyetlerinin kânun altına alınması için neyi bekliyorsunuz? Allah’ın yasaklamadığını yasaklayarak bir yere varılamayacağını ne zaman göreceksiniz? Düşünce ve vicdan hürriyetini yağlı bir urgan gibi sıkan, zulüm ve terör kaynağı kânunları değiştirmek için neyi bekliyorsunuz? Suç işleyeni değil, bilgi sızdıranı suçlu gösteren ahmak ve zâlim bir yapıyla nereye varacağınızı sanıyorsunuz?

Bu saatten sonra AK Partinin daha cesur, daha atak ve daha kararlı olmaktan başka şansı yoktur. Zirâ, hasımları üstüne çullanmak için zayıf bir tarafını kolluyorlar... Sırtını samimiyetle millete yaslar ve derdini millete anlatırsa, milletle birlikte bekâ bulur. İlk yapılması gereken şey ise, Türkleri ve Kürtleri karşı karşıya getirmekten başka oynayacak kozları kalmamış ırkçı çevrelerin ekmeğine yağ sürmemektir.

Türkler ve Kürtlerin ayrılmaz bir bütün olduklarına samimiyetle inanan birisi olarak üstüme düşen her ne ise her şart ve zeminde ifasına hazırım. Cãhiliye devri budalalığı bir ırkçılıkla bizi bölüp parçalamalarına göz yumamayız. Bölünmemek için de Türk ya da Kürt olmamak değil, Müslüman olmak kâfidir. Türk de Kürt de müslümandır, niçin bölünelim? Niçin birbirimizin hayatına kastedip acılar içinde boğulurken haricî düşmanların çizmeleri altında hayat, nãmus ve hürriyetimizi de büsbütün kaybedelim? Türk ile Kürd’ün kavgasından fayda bekleyen dãhilî ahmâklar ile haricî zâlim düşmanlarımıza avazımızın çıktığınca “İnanlar kardeştir, Türkler ve Kürtler olarak bizler de müslüman ve kardeşiz!” diye bağırmak için neyi  bekliyoruz?..

* Hüseyin Yılmaz, İnkılâb Kurbanları, Timaş Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum