Tasviri nesrin üstadı Bediüzzaman’dır, aksini ispat eden gelsin!

İsmet Özel, sağ olsun. “Kötü komşu insanı ev sahibi yaparmış.” Ben de bu vesile ile Türk edebiyatında pek az yapılmış üslub ve kullanılan dil konusunda araştırmalar yaptım. Bediüzzaman’ın edebiyatımızda hele din anlatımında kimsenin kullanmadığı bir anlatım dili özelliklerini gördüm.

Fikri yapısı itibariyle gerçekçi, realist olan Bediüzzaman’ın  ifade tarzı, edebiyatı tasviri bir edebiyattır. O harici alem ile çok yakından ilgilidir. Eserlerinde muhakemeyi besleyen en önemli unsurdur. İnsanın düşünce hayatının, dini hayatının temalarının ifadesinde dış dünya önemli bir yere haizdir. Onun ifadesinde tabiat bir modeldir. İnsanla tabiat biri tohum ise öbürü ağaç mesabesindedir. Tabiat insan zihninin bütün olgu ve olaylarına, değer değerlendirmelerine gereken malzemeyi verir. İşte tabiatı bu şekilde kullanmaya edebiyatta tasviri anlatım denir.

Sembolizm müphemi, kapalıyı, korkutucuyu anlattı. Romantizm duyguların tezahürlerini ifade etti. Ama realizm insanı birlikte olduğu tabiat ile birlikte ifade etti. Tasavvuf ve divan şiirinin soyut anlatımı yerine realizm insanı içinde yaşadığı tabiatla birlikte düşündü. Bediüzzaman’ın bu tarz anlatımı seçmesi de ayrı bir araştırma konusu. Bediüzzaman’ın ifadeye getirdiği yenilik, özne, yüklem, nesne unsurları ve kattığı harici alem fikri ayrı bir araştırma konusudur.

“Dördüncüsü: Kader, ilim nevindendir. İlim, mâlûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, mâlûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, mâlûmu, haricî vücud noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, mâlûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, irâdeye bakar ve kudrete istinat eder.”

İlk kısımdaki esas cümle daha sonra gelen harici alemden alınan örneklerle müşahhas hale getirilmiştir. Yani elle tutulur, üzerinde düşünülür bir bahis haline getirmiştir.

“Hem, ezel, mâzi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki, ezel, mâzi ve hal ve istikbâli birden tutar, yüksekten bakar bir ayna-misâldir. Öyle ise, daire-i mümkinât içinde uzanıp giden zamanın mâzi tarafında bir uç tahayyül edip, ona "ezel" deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhâkeme etmek hakikat değildir.”

Yukardaki cümlede kaderin soyut hakikati somut harici alem örnekleri ile göz önüne getirilmiştir. İşte bu tasviri anlatımdır. Ezeli anlatırken bildiğimiz zaman üzerinde yani ezel gibi soyut görünen bir bahsi zaman gibi harici alem özelliği kazanmış bir şeyle ifade eder.

“Şu sırrın keşfi için şu misâle bak: Senin elinde bir ayna bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mâzi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o ayna yalnız mukabilini tutar. Sonra, o iki tarafı bir tertib ile tutar; çoğunu tutamaz. O ayna ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat, o ayna ile yükseğe çıktıkça, o aynanın mukabil dairesi genişlenir; git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte şu ayna, şu vaziyette onun irtisâmında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem muahhar, muvâfık muhâlif denilmez. İşte, kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadîsin tâbiriyle, manzâr-ı âlâdan, ezelden ebede kadar her şey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihâta eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhâkemâtımız, onun haricinde olamaz ki, mâzi mesafesinde bir ayna tarzında olsun.”

Bu son cümlede harici alem fikri daha da netleşmiştir. Son cümledeki işte ondan önceki harici alem örnekleri sonrası sonucu belirlemek için kullanılmıştır.

Öldükten sonra dirilme, haşir konusunda en önemli eserleri Haşir Risalesi, Yirmi sekizinci Söz ikinci makamında ve lasiyyemalardır. Bu eserlerdeki bütün anlatımlar hariç alemden alınan gözlemlerle ifade edilmiştir.

“Onuncu söz bütün hakaikiyle yirmi sekizinci söz ikinci makamında, lasiyemalardaki bütün berahiniyle gurup etmiş güneşin sabahleyin yeniden tulu edeceği derecesinde bir katiyetle göstermiştir ki Hayat-ı dünyeviyenin gurubundan sonra şems-i hakikat hayat-ı ureviye suretinde çıkacaktır.“ Sözler 533

Yirmi ikinci sözün ikinci makamı tamamen harici alem ile tevhid akidesini birlikte götürür. Bak diye söylenen emirler insan ile harici alem arasında bağ kurmak içindir. İşte bu tasviri unsurdur.

“Bak şu kainat bostanına, şu zeminin bağına, şu semanın yaldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et. Göreceksin ki…” 294

“Bak şu kainat-ı seyyalede şu mevcudat-ı seyyarede cevelan eden zihayatlara, göreceksin ki…” 295

“Bak şu semavatın denizinde yüzen  ve şu  zeminin yüzünde serpilen rengarenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et göreceksin ki...” 296

“Bak nasıl sahife-i arz üstünde Zat-ı Ehad-ı Samed’in hatemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır gözünü aç, şu kainat kitab-ı kebirine bir bak, göreceksin ki...” 302

“Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delalet eder ki...” 304

Fenzur ila asari rahmetillahi keyfeyühyil arda bademevtiha inne zalika lemühyilmevta ve hüve ala külli şeyin kadir.

Bu meşhur ayeti ki onun da kurgusu tasviri cümledir. 19. yüzyılda batının keşfettiği tasviri cümle Kur’an‘da asırlar önce mevcut.

“Evet zeminin diriltilmesinde üç yüz bin haşrin nümunelerini birkaç gün zarfında yapan, gösteren kudret-i Fatıraya elbette insanın haşri ona göre kolay gelir. Mesela Gelincik Dağını ve Süphan Dağını bir işaretle kaldıran bir Zat-ı Muciznümaya, şu dereden yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin? denilir mi? Öyle de gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit be vakit doldurup boşaltan bir Kadir-i Hakime, bir Kerim-i Rahim’e “ebed tarafından izhar edilmiş, serilmiş, kendi ziyafetine gidecek yolumuzu seddeden şu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin? istibad suretinde söylenir mi?” (Sözler 301)

Tasviri cümleyi bütün bahislerin bel kemiği haline getiren, onunla canlı noktalama işaretleri ile bahse heyecan sentaksı veren Bediüzzaman’ın bu üslubu çok sayın yazarın hangi eserinde var? Onda olmadığı gibi Tanzimat’tan günümüze bütün üdebanın alayı bu tasviri üslubu kullanmış mıdır?

Bediüzzaman’ın eserlerinin her sahifesi mutlaka bir realitenin, bir temanın, bir hakikatın, sarih ve güzel makesidir. Herhangi bir şeniyyeti tasvir etmek Bediüzzaman’ın melekesidir.

Bu tasviri üslub aklın ve muhakemenin dili ile tabiatı birleştiren bir üslubdur. Utanmadan “insanlar onda ne buluyor” demek bilmeden kıskançlıktan söylenmiş Dadaist bir sözdür.  Bediüzzaman hem güzel konuşur ve yazar, tabiatla, Kur’an’la, insanla müzdeviç yorumlar ve hakikatler ortaya koyar.

Türk edebiyatında tasviri nesrin üstadı Bediüzzaman’dır. Aksini isbat edenler metinlerini alsın gelsinler, tartışalım.

Bütün bir Risale-i Nur böyle tasviri metinlerden oluşur.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum