Siyasileşen Cemaatler dünyevileşir

Siyasileşen Cemaatler dünyevileşir

“Risale-i Nur ve siyaset” ilişkisini uzmanlara sorduk. Yedinci konuğumuz Bugün Gazetesi yazarı Hüseyin Yılmaz…

Nurettin Huyut’un röportajı

 

“Risale-i Nur ve siyaset” ilişkisini uzmanlara sorduk. Yedinci konuğumuz Bugün Gazetesi yazarı Hüseyin Yılmaz…

 

Risale-i Nur'a göre Demokratlık nedir?

 

Tebeddül-ü esmâ, hakikatin de tebeddülünü iktizâ etmez. Üstad,  meşrutiyet devrinin şöhretli mefhumu“ahrar”dan “demokrat”a geçiş yapar. Zirâ geçen asrın başlarında Osmanlı topraklarında boy gösteren hürriyet arayışlarını temsil eden hürriyetçiler için kullanılan mefhum, Cumhuriyetle birlikte karşımıza “demokratlar” olarak çıkar. Üstad, “Ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam!” diyecek kadar ahrar ve demokrattır.

 

Bıçak ağzı kadar keskin ve ince bir ölçü isterseniz, Münazarat adlı eserini, bahusus da hürriyetperverliğinin şâhikası şu parlak sözünü hatırlatmak isterim:

 

“Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsâd ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”

 

Karşısında bütün değların küçüldüğü Everest’in kendi hâkimiyetinin kabulünü bile delile istinad ettirmek istemesi kabilinden bir hürriyet dersidir bu. Bediüzzaman gibi bir alleme-yi cihâna karşı hürriyet-i fikir ve hürriyet-ı kelâmı gerektiren bir hür duruşun telkininin bizzat Üstad’dan gelişini takdir ve târifte acze düşüyorum.

 

Risâle-i Nurlar’da istibdâdı tel’in, hürriyet ve demokratlığı takdir eden yüzlerce sahife ile sâbit bu mevzuu doğrudan Nurlar’a havale etmekle iktifâ etmiş olayım.

 

Risale-i Nur'a göre Ahrarlık nedir?

 

İlk sualin cevabı ile birlikte Üstâd’ın hürriyet târifini de hatırlayalım. Maksada kâfi gelecektir:

 

Sual: "Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta, adeta, 'Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez' diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?"
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, helki sefahet ve rezaletlerini îlan ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyân ediyorlar. Zîrâ, nâzenin hürriyet, adab-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdâdıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet, umum efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe'ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.
Fakat, ey göçerler! Sizde olan yarı hürriyettir, diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kût-u layemut ve vahşet ile alûde olan hürriyet, sizin
dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vakıa, şu bîçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellîsi varsa, o da hürriyetleridir. Lâkin, güneş gibi parlak, rûhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki; saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazîlet ve İslamiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir.”

 

Hürriyeti imanın bir hususiyeti olarak tavsif eden Bediüzzaman, beşeriyet târihinin kaydettiği en mümtaz hürriyetçilerdendir. Hükmü mübalağalı vehmedenlere samimi tavsiyemiz Risale-i Nur Külliyatına dikkatle eğilmeleri olacaktır.

huseyin_yilmaz.jpg

Risale-i Nur'a göre siyâset nedir ve nerede durulmalıdır?

 

Birinci Said’in siyâseti, devleti idâre vâsıtası olarak gördüğü, bilfiil ona müdâhil ve sevketme arzusundan açıkça görülür. Esasta Şeriat’a istinad arzusu taşıyan ve meşruiyetini oradan almaya çalışan Osmanlı’nın yarı monarşik bir sistem olan Meşrutiyete geçişini hararetle alkışlarken yegâne şartı Meşrutiyet’in Şeriat’a muvafık olmasıdır. Bu bahsi de Münazarat’ta uzun uzadıya anlatır.

 

Ne var ki, Cumhuriyetle birlikte değişen değil, bütünüyle alt üst olan şartlar istikametinde yeni bir tavır tesbitine mecbur kalır. İçtimâî ahlâkın çökmesi, Ankara devletini kuranların Batıperest, dinden kopuk -Kopuk ne kelime dine hasım!- düşünce ve emelleri yeni tavrın tesbitine esas teşkil eder. Siyâsetin parti ve hizip tarafgirliğine inkılâb etmesi, meşruiyet zemininin dinden lâdini bir anlayışa kayması, küfür ve ahlâksızlığı şiar edinen hâkim bir zihniyete karşı mücâdele için kolları sıvaması mevzuun belli başlı unsurlarını teşkil eder.

 

Başlangıcı savaş yıllarına kadar uzansa bile siyâset istiâzesinin temel sebebi siyâsetin kuvvetli tarafgirliği netice vermesi ile devrin şartlarıdır. Hatırlamakta fayda var: “Euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti diyerek siyâseti şeytan kadar tehlikeli ve zararlı ilân eden Üstad’ın haklı sebepleri var. İşte birinci sebep:

 

“Bir zaman, bu garazkârãne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyãsîsine muhãlif bir ãlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârãne medhetti. İşte, siyãsetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyãsîyeden çekildim.

 

Hükmü mübalağalı addeden, tarafgirliğe fayda libası giydiren bir suale verdiği cevab mevzuu tahkim eder.

 

“Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârãne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârãne tarafgirlik eden bir adama şeytãn gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam, o şeytãna rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-hãşã-lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.”

 

İkinci sebep ise daha çok devrin şartlarından kaynaklanır. Devir, devlet zoruyla dinin bütün unsurları, bütün müesseseleri ile tahrib edilmek istendiği bir fetret devridir. Bediüzzaman, bu amansız tahripkârlığı başlattığı iman hizmetiyle göğüsleyip durdurmak, geriletmek ve defetmek ister. Din, umumun müşterek malıdır… Muhatab halkasını “siyâsî tarafgirlik ve siyâsî maksad” ittihamı ile daraltmak istemez. Kendisinden dinleyelim:

 

“İşte, o bataklık ise, gafletkârãne ve dalâlet-pîşe olan sefîhãne hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyãset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytãn-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, ‘euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ deyip, siyãset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyãset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyãset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârãne telâkkiyatlarından müberrã ve sãfi olan bir makamda verilen ders-i Kur’ãn ve gösterilen envâr-ı Kur’ãn’iyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve itham etmemek gerektir-meğer dinsizliği ve zındıkayı siyãset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytãnlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola!

 

“Elhamdülillâh, siyãsetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyãset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki, gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor”

 

Üstad’ın siyâset istiâzesine esas teşkil eden hususların ayniyete yakın bir benzerlikle devam ettiğini söylemekte tereddüdü mucib bir şey yok. İhlas, iman ve Kur’an hizmetine gölge düşürmeye hakkımız yok. Dikkatli olmaya mecburuz…

 

Risale-i Nur'a göre cemaat-siyâset mesafesi nasıl olmalıdır?

 

Bir önceki cevab sanırım bu suale de cevap teşkil eder. Cemaatlerin oy kullanmaları, siyâseti dinin tealisine âlet etmeleri; bir yere kadar bu maksatla sevkine çalışmaları anlaşılabilir bir şey, gerekli de olabilir. Ama daha ötesi memnu sahadır, siyasî partilerin tavrı içinde olamayız. Böylesi bir tavır cemaatlerin aslî maksadlarına zarar vermekle kalmaz, dünyevileşip mahvolmalarını da netice verebilir.

 

Üstad’ın Demokrat Parti’nin siyâset sahnesine çıkmasıyla birlikte takındığı tavrın üzerine oturduğu üç temel unsur var: Bir kere maksadı siyâsetle iştigal değil; siyâseti, başlattığı iman ve Kur’an hizmeti için önce zararsız, sonra faydalı kılmaya çalışmaktır. Bu maksatla siyâseti sevketmek ister. Adalet-i mahzanın kabil-i tatbik olmadığı bu fetret devrinde ister istemez adalet-i izafiyeye sığınır. Bir nevî menfî adalet olan “ehven-üş şer” ile hükmetmekten başka yapılacak bir şeyin olmadığını görür.

 

Anlaşılabilir, sade ama muhkem bir mantığı ortaya koyar. Devlet eliyle tahrib edilmek istenilen dinî hayatı tehdid eden CHP’yi “a’zam-üş şer”, onun iktidarını engelleyebilecek durumdaki Demokrat Parti’yi ise “ehven-üş şer” olarak vasıflandırır. Vâkıa Demokrat Parti de hayır değil, şerdir; ama küçük şer. Kötünün az kötüsüne rızaya mecbur kalarak Demokrat Parti’yi âlenî şekilde destekler.

 

Bu tavır bugün de cemaatlere nümune-i imtisal olabilir. Nokta-i nazar siyâseti dinî hayatın faydasına sevk ve idare etmek olmalı. Bir adım ötesi tarafgirliğe kapı araladığından zulme düşme ihtimali kuvvet kazanır.

 

Risale-i Nur'da, Hac bahsinde geçen "Siyâset-i Aliye-i İslamiye" ışığında, Nur talebelerinin siyâsete bakışları hangi çerçevede olmalıdır?

 

Üstad Hazretleri mefhumları zaman zaman çok farklı makamlarda va farklı maksatlarla kullandığı gibi, terkiblerle de zenginleştirebiliyor. Sualdeki tabirin geçtiği pasaja dikkat edilirse buradaki “siyâset” tabirinin “hedef, maksad, hikmet” biraz da “tarz” mânâsında kullandığı anlaşılır. İttihad-ı İslâm’ın tesisine hizmet eden Hac’ın hikmetinin ihmâlinin hangi neticelere mal olduğunu anlatan satırları bu vesileyle birlikte görelim:

 

Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyâset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”

 

İstikbâl bu kabil yüksek siyâsetlere zemin hazırlarsa elbet de cemaatlerin de bu maksada hizmet için bir mükellefiyeti olacaktır, ama bu, hiçbir zaman bugünkü mânâsıyla bir siyâset olmayacaktır. Daha temiz, daha yüksek ve daha Lillah için bir siyaset…

 

www.RisaleHaber.com