'Küçük enişte' durmuyor. Bizi de durdurmuyor muhterem kârîlerim. Evet. Zaten "Kur'an Müslümanlığı" zannedilen şaşkınlık genel olarak şişede durduğu gibi durmuyor. Aldıkları doz arttıkça zırvalarının dozu da artıyor. Aynen. Geçenki yazımda hicvettiğim Sakallı Maço Hocaefendi de selâ konusunda hızını aldığı için artık durdurulamıyor. Freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı gürlüyor. Eh, devletin radarı var da hız yapanı yakalıyor, Diyanet'in radarı da yok ki yakalasın. 'Eceli gelen itin cami duvarına işemesi' misali bu arkadaş da zebani topuzunu yiyene kadar böyle gidecek gibi... Aman, gönül istiyor ki, erken ayılsın. Ne de olsa bir ananın gül evladıdır. Yazık. Fakat "Anamı illa ağlatacağım!" diyene dur demek de çok güç bir iştir. Karanlığı seçene, Allah, karanlığın yolunu kolaylaştırır. Derinlere gömüldüğünü farketmeden batıverir.
Uzatmayalım. Sakallı Maço nâmı ile X'te, eski adıyla Twitter'da, arz-ı endam eden Serhat Sarı yeni paylaşımında "Selâ neden şirktir?" diye sorduktan sonra, kendi kendine cevaplıyor ki: "Selâ'da, peygamberi çok fazla abartan, onda olmayıp Allah'ta olan özellikler dile getiriliyor ve Allah’ı aciz bırakıp ona bazı şeyler isnat ediliyor. Bu yüzden bu ifadeler ŞİRK barındırır..."
Hele hele... Bakalım nasıl oluyormuş? Ben de merak ettim doğrusu. Nasıl şu ümmet 1400 yıldır Aleyhissalatuvesselam Efendimize salavat getirmiş de şirke düştüğünü farketmemiş? Ve nasıl, 1400 yıl sonra, Fatiha'yı doğru okuduğu meçhul Serhat Sarı foyalarını hop diye meydana çıkarmış? Hey yavrum. İşte detaylar geliyor: "Ne bunlar? 1) Es-Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Habiballah! Ey Allah’ın Habibi, salat-u selam senin üzerine olsun! Habibaballah ne demek? Allah'ın aşkı/sevgilisi demek. Allah'ın eşi, çocuğu, aşkı, sevgilisi mi olur? Aşk, aciziyet duygusudur. Eksiklik sonucu ortaya çıkan histir. Allah aciz mi ki yarattığına aşk duygusu beslesin. Yaratan yarattığına aşık mı olur ki aşkı olsun. Yaratanın sevgilisi mi olur? Artı Kur'an'da 'habibim' kelimesi geçmez bile. Allah, Muhammed as kitabında 'Ya eyyuhen nebiyu' der. Ötesi yok..."
Vay, ulan, aaaa! Görüyor musun kusuru? Cık, cık, cıık. Bu günahla nereye gideceğiz bilmem. Tutup Efendimiz Aleyhissalatuvesselama 'Allahın Habibi' falan diyoruz. Hiç Allah'ın sevgilisi olur mu? Ama bir saniye... Dur, dur, dur. Aklıma birşey geldi. Kur'an'da aynı kökten gelen 'sevmek' ifadesi sıklıkla kullanılmıyor mu? Mesela? Mesela: Bakara sûresinin 195. ayetinde kısa bir mealiyle buyruluyor: "Doğrusu Allah iyilik eden ve işini güzel yapanları sever." Aynı sûrenin 222. ayetinde yine deniliyor: "Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri, çok temizlenenleri sever." Âl-i İmrân sûresinin 76. ayetinde de deniliyor: "Şüphesiz ki Allah takvâ sahiplerini sever." O kadar çok ayette Cenab-ı Mevlâmız, güzel ahlak sahibi olanları 'habib' kelimesiyle aynı kökten gelen 'yuhibbu' ifadesiyle sevdiğini beyan ediyor ki, daha denilecek birşey kalmıyor. Evet. "Aşk, aciziyet duygusudur. Eksiklik sonucu ortaya çıkan histir. Allah aciz mi ki yarattığına aşk duygusu beslesin. Yaratan yarattığına aşık mı olur ki aşkı olsun. Yaratanın sevgilisi mi olur? Artı Kur'an'da 'habibim' kelimesi geçmez bile..." saçmalamalarının bir hikmeti bulunmuyor yani...
Sadece meal taraması yapmakla bile 15'ten fazla ayette 'el-Vedud' Rabbimizin 'birilerini sevdiğini beyan buyurmaktan çekinmediğini' görebiliyorsunuz. Demek Allahımız sevmek sıfatını kendisine yakıştırıyor. Yakıştıramayan kim peki? Yakıştıramayan aslında Serhat Sarı Efendi.
Sual: O halde, Sakallı Maço Hocaefendi'nin 'habib' kelimesindeki 'sevilen' manasını alıp 'aşka' götürmesini, sonra o 'aşkı' da 'acze' sarmasını neyle bağlayabilirsiniz? el-Cevap: Ancak Serhat Sarı'nın sevgiyi fermuarından uzakta tanımlayamamasına bağlayabilirsiniz. Dikkat buyurunuz: Tefekkürde felaket nâsın Allah'ı kendi üzerinden anlamasında değildir. Ya? Felaket, Allah'ı, insanî sınırlarla sınırlandırmasındadır.
Mesela: Sakallı Maço'muz, kendisinin manitalarıyla geçirdiği tecrübeler çok kötü olduğu için belki de, derdinin ucunu götürüp Allah'a da iliştiriyor, özbir kusuruyla Allah'ı da kayıtlıyor. "Ulan biz sevdik başımıza neler geldi. Hiç Allah bizim durumlarımıza düşer mi? O hiç kimseyi sevmez elbette..." gibi bir sarhoşluğa varıyor. Doğru olansa Âl-i İmrân sûresinin 31. ayetindeki sırrı kavramaya çalışmaktır. Ki yine kısa bir mealiyle orada buyrulmaktadır: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin..." Aleyhissalatuvesselama bu payeyi veren bizzat Hak Teala değil midir? İnsanları dahi ona uydukları için/miktarda sevecek Allah, Onu, kimbilir ne kadar seviyordur? Vücudumuzun zerreleri sayısınca salat u selam olsun. İsterse Serhat Sarı ortasından çatlasın. Kırk daha saçmalasın. Biz, inşaallah, dilimizle bu bal u şekeri ezmekten geri durmayacağız. Ve Allah'ın Samediyetine yakışır münezzeh sevgisini menfaatçi, karşılıkçı, muhtaç, kusurlu sevgilerimizle karıştırmayacağız.
Özetlersek: Allah, mahlukatını onlara muhtaç olarak değil, hâşâ, onlarda yansıyan isimleri/sıfatları; razı olduğu amelleri, tevbeleri, takvaları; ve dahi tecelli eden sanatı için sever. Acizlik duyarak sevmez. Kerem ederek sever. Sevgisi Onun ihtiyacı değil bahşıdır vesselam.
Devamke: "Es-Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Nûre Arşillah! Ey Allah’ın arşının nuru, salat u selam senin üzerine olsun! Allah'ın arşının nuru Muhammed as demek. Allah'ın özelliğini ona atfetmektir. Ne diyor Allah kitabında; Allahu nurus semavati vel ard Allah göklerin ve yerin nurudur. Nur/35 Yerin ve göğün yani arşın nuru ALLAH'TIR. Allah kendisi olduğunu söylerken selada bu sözler Allah gibi peygambere söyleniyor. Peygamberi övmek için Allah'ın özelliğini peygambere söyleyip denk tutulamaz. Aynısını hristiyanlarda İsa as yapıyorlardı..."
Şimdi, öncelikle, birşeyi anlayamıyorum. Anlayan lütfen açıklasın: Allah'ın göklerin ve yerin nuru olması nasıl gidip arşa bağlandı? Yani, Sakallı Maço Hocaefendi, "Yerin ve göğün yani arşın nuru ALLAH'TIR..." noktasına nasıl vardı? Yerin-göğün tamam da, zaten ayette geçiyor, ama 'arşın' nasıl ortaya çıktı? Ben ayette böyle birşey göremiyorum. Yoksa, aman, Serhat Sarı, Kur'an Müslümanlığından mı sapıyor? Kur'an'da geçmeyen birşeye "Ben dedim oldu!" mu yapıyor? Yani yerin-göğün 'arş' anlamına geldiği hangi ayette geçiyor? Bu garip buluşun delilini de paylaşırsa hep beraber eğlenmiş oluruz. Afedersiniz, öğrenmiş oluruz, kibarcası böyle olurdu. Yerseniz tabii. Hicve devam edersek:
'Nur' ifadesi Kur'an'da 'Kamer' için de kullanılıyor. Hatırlayalım hemen. Yunus sûresinin 5. ayetinde buyruluyor: "Güneşi parlak bir ışık kaynağı, kameri ise bir nûr yapan, yılların sayısını ve vakitlerin hesâbını bilmeniz için ona menziller takdir eden O’dur." Dahası, Ahzâp sûresi 46. ayette, bizzat Efendimiz Aleyhissalatuvesselam hakkında da kullanılıyor: "Allah’ın izniyle yine Allah’a çağıran bir dâvetçi ve nûr saçan bir kandil olarak lûtfettik." 'Daha daha'sı Nur sûresinin 40. ayetinde Cenab-ı Hakkın insanlara nur bağışladığı da beyan buyruluyor: "Allah bir kimseye nur vermemişse artık onun nurdan nasibi yoktur." Yani, nur, Serhat Sarı'nın muğalatasının aksine, sadece Cenab-ı Hakkın zat-ı Subhanîsini kastederek kullanılmıyor Kur'an'da. Ya? Ay'ı, insanları vs. nur ediyor Allah. Eee zaten 'nur saçan kandil' de buyurmuş Habibullah aleyhissalatuvesselam hakkında? O halde daha Sakallı Maço Hocaefendi neye alınıyor? Anlamak çok güç gerçekten. Ayetleri bu şekilde inciten bir gabavetin bizzat Kur'an'a da itiraz etmesi lazım. Niye? "Sen de Kur'an'a uymuyorsun!" diye. Zira dediğinin tersi bizzat Kur'an'da geçiyor.
Yine özetlersek: en-Nur Cenab-ı Hakkın bir ismidir. Fakat Kur'an'da sadece Cenab-ı Hakkı kastederek kullanılmaz. Işığı kendinden olmayan yahut da birşeylerin açığa çıkmasını sağlayan şeyler için de nur tâbiri kullanılır. Aleyhissalatuvesselam Efendimiz bu manada bir nurdur. Zira onunla bize ulaştırılan vahiy, sünnet, marifet, eşyayı karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Yani hepsi onun dersiyle anlaşılır olmuştur.
Neyse. Yazı uzamasın. Bıktırmasın. Mevzuu kavradınız muhterem kârilerim. Hani İmam Zahid el-Kevserî Hazretleri manaca dermiş: Bir kimse ehl-i sünnete muhalif olursa illa çelişkiye düşer. Yani önce dediğini sonra yalanlar. Tutarsızlaşır. Prensipsizleşir. Mantıksızlaşır. Kur'an Müslümanları da aynen öyleler. "Kur'an'a uymuyor!" dediklerine bizzat Kur'an uymuyor yahu! Ama bu arkadaşlar her şekilde Kur'an'a uymak payesini kimseye bırakmıyorlar. Herkesi müşrik ediyorlar da bir kendileri asla şirke düşmüyorlar(!) Elbette öteki tarafta böyle olmadığını görecekler. Serhat Sarı da görecek. Alaylarıma kızmasın. Nihayetinde gülünür. Halbuki herzeler savurduğu meselelerde Hüda gayet ciddidir. Celal pençesini geçirdi mi iflah etmez. O Rahman u Rahîm'den bizi her daim rahmet tecellileriyle feyizdâr etmesini dileriz. Âmin. Âmin. Âmin.