"Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz, bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur." (Hucurat sûresi, 17)
Efendim, fıkradır, anlatılır: Gayrımüslimin birisi bilâd-ı İslam'a gelmiş. Ezanı dinlemiş. Namazı görmüş. Müslümanları beğenmiş vs... Demiş ki: "Ben de müslüman olmak istiyorum." Maşaallah. Kolay. Hemen müftüye götürmüşler. İmanın-İslam'ın şartlarını öğretmişler. Kelime-i Şehadet getirtmişler. Tamam mı? "Yok!" demişler. "Tamam değil. Daha sünnet olman da lazım." Hoppaaa! Bizimkisi şaşırmış: "Sünnet ne?" sormuş. Anlatmışlar. Tabii, bu yeni müslim, ex gayrimüslim kardeşimiz fıtraten naif birisiymiş. Kanlı işlere pek dayanamazmış. Ürkmüş. "Ooo, eğer bu mecburiyse, ben çıkıyorum bu dinden..." demiş. Ahali uyarmışlar: "Olmaz! Bu defa da mürted olursun. Yani dinin haini sayılırsın. Katlin vacib olur. Gir-çık yok öyle." Adam çaresiz ellerini açıp inlemiş: "Yahu, bu nasıl din be, girerken aşağısını kesiyorlar, çıkarken yukarısını..."
Eh, biraz öyle, dingonun ahırı değil sonuçta, şeriat-ı garra-i Muhammediye bu. Ve bizim Allah'ımız ciddi bir Allah'tır. Mevzuun laçkalaşmaması için dikkat lazım. Dikkat de mesuliyetle beraber mümkün olabiliyor. Evet. Vehbi Vakkasoğlu Hoca da Almanya'da 'hemen müslüman olmak isteyen' bir almanla karşılaştıklarında onu uyardıklarını söylüyordu: Dur, bir araştır, biraz öğren. Sana detaylarını anlatalım. Çünkü bu din hristiyanlık-yahudilik gibi değildir. Ateistin birisi hristiyan olsa hayatı çok değişmez. Hristiyanın birisi ateist olsa yine gündelik yaşamı pek yerinden oynamaz. Ama insan İslam'a girdiği zaman İslam onun hayatını tamamen değiştirir. Zira İslam hayata talip bir dindir. Detaylarına kadar karışır, söyler, öğütler.
Fakat gelgelelim zaman ahirzaman. Bu zamanda, değil gayrimüslimler, anadan doğma müslimler-müslimeler bile dinlerinin emirlerini/nehiylerini duyduklarında afallayabiliyorlar. Cahillik, yabancılaşma, gaflet, gavurlaşma, ne derseniz artık, bu eşiklere kadar vardı. Geçenlerde de, malumunuz, Diyanet bir cuma hutbesi yayınladı. İçeriği İslam'ın 1400 yıllık emri olan mübarek tesettürle dolu bu metin 'anadan üryan dolaşmanın yanlışlığını' anlatırken, her nedense, anadan doğma bazı müslümanları da rahatsız etti. Hatta onlardan birisi, Berrin Sönmez, lütfedip 'başını açmaya' karar verdi. Vay arkadaş. Neden? Kendisi şöyle arzediyor: "Başımı örterken yaradanımla sözleşme yaptım. 'Eğer bir gün bu ülkede başörtüsü zorunlu olursa başımı açarım' dedim. Yıllardır içimizi saran endişeyi, zorunlu başörtüsü ihtimalini güçlendiren bir işaret fişeği olarak görüyorum bu hutbeyi. Başörtüsü zorunluluğu getirilme ihtimaline karşı tepki vermek için başımı açıyorum."
'Sözleşme' denilince, aklıma, İsa aleyhisselamın İblis'le diyaloğu geliyor:
"Edebü'd-Dîn ve'd-Dünya risalesinde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: 'Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.' Hazret-i İsâ aleyhisselâm demiş ki: 'Cenâb-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: 'Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?' diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: 'Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?' diye tecrübevâri bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münâfidir.'"
Ama yani Berrin Hanım İsa aleyhisselam ile bir mi? Onun şartları illa olacaktır. Durun bir saniye. Ama? Doğru mu okudum ben? Hıı? Nee? 'Başörtüsü zorunluluğu' mu? Doğrusu 'Zeki Kamilzade' şok! Ben "Kadınları-kızları k.çlarını kapatmaya nasıl ikna edeceğiz?" diye kara kara düşünürken hükümetten böyle birşey beklenmesi cidden şaşırttı. "Keşke öyle olsa!" diyeceğim, fakat, durumumuz da ortada. Olmaz hülyalara kapılmayalım. AK Parti, 23 yıllık iktidarına rağmen, bırak başörtüsü zorunluğunu, "Şort giymeyi tavsiye etmiyorum!" dahi diyemez. O kadar dahi kadınların yaşam şekillerine müdahale edemez. Sen ne yaptın Berrin abla? Tâlibân TV'yi çok mu izliyorsun? Tiktokçu kızlar çoktan gözünü açtı. Daha Allah'ın emri dinlerler mi? Açar da açarlar. (Yanılırsam beş vakit Allah'a hamdederim ama yanılacağımı sanmıyorum.) Daha mütesettirlerin örtünme hürriyeti kazanmasının üzerinden kaç sene geçti yahu? Üstelik, geçen senelere de güvenmeyin, tesettürlüler hâlâ piyasa çarklarında ezilmeye mahkûmdurlar. Ara-sıra gündemi takip edenler bu konuyla ilgili mebzul miktarda hâdise görmüş, okumuş, öğrenmiştir. Hatta dünyaya UFO'yla henüz inmemiş feministler de bunu bilir.
Hem şu 'sözleşmeli müslümanlık' nedir yahu? İşe giriş mukavelesi gibi. Bunca yıllık Hanefîyiz-Şafiîyiz. Böyle birşey öğretmediler. Şimdi, Berrin Hanım örtünürken Allah'la, hâşâ, işgörüşmesinde mi bulunmuş? Şartlarda anlaşınca mı müslüman olmuş? Estağfirullah. Yani başını örtmüş. Vay, vay, vay. Enteresan bir maneviyat anlayışı. Hem sözleşme metnini de bir görmek isterim ben. İmzalar tamam mı? Noter onayı var mı? KPSS puanı aranıyor mu? Şaka bir yana. Bu 'tanrıyla mukavele' meselesi müslümanlarda olmayan birşeydir. Mü'minler Allah'a sendikayla bağlanmazlar. Ona 'teslim' olurlar.
Yahudi teolojisinde vardır asıl böyle şeyler. Metinlerini okuduğunuzda onları Allah'la pazarlık eden tüccarlar gibi bulursunuz. Eh, liberalizm de bir miktar yahudilik kokar. Demek oradan Berrin Hanım'a da bu koku/doku sirayet etmiş. Etmiş ki, kendisini Allah'ın 'ne emrederse yapmaya mecbur kulu' gibi değil, 'sözleşmeye oturmuş işçisi' gibi tevehhüm ediyor. Hımm... Mahşer günü kolaylıklar dileriz. Zebaniler sendika olayını pek sevmiyor diyorlar.
Bununla birlikte Berrin Hanım'a teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Çünkü, bence, kalbi İslam'dan yana olmayan kadınların başlarını örtmemeleri gerekir. Tesettür kalbi İslam'dan yana kimselerin bürünmesi gereken birşeydir. Eğer normal müslüman hanım gibi İslam'a teslim olmamışsa, görüntüsüyle kafaları karıştırmak yerine, başını açması daha doğrudur. Çünkü, böylelikle, dinleyenlerin gözü de bir nebze kendisine karşı açılır. Gözümün nuru Bediüzzaman diyor ki:
"Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler. Hattâ, kuvvetli bir hakikati zayıf bir adamın elinde zayıf görür; ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder." Malum, her sakallıyı-sarıklıyı hoca sanmak gibi, her başörtülüyü de İslamcı sanmak hatası var bizde. Halbuki değildir.
Ben, mesela, vûkûâtı sayesinde Berrin Hanım'ın siretini öğrenmesem, suretine bakıp sözüne kıymet verebilirdim. Artık vermem. Çünkü başını böyle saçma bir nedenle açtığı anda sözü itibardan düşmüş oldu. Evet. İtikaden İslam'dan böyle uzaklaşan her kadın başını açmakla ümmete iyilik yapar. Kalbinizin-dimağınızın İslam'la işi kalmadıysa, kardeşim, kalıbınızla kimseyi aldatmayın. Zaten itikaddaki sakatlığınızı o başörtüsü gidermez. Kurtarmaz yani. Onunla diğerindeki sapmanızı gideremezsiniz. O halde hırsızın bir eli eksik olsun. Olsun ki tekrar kimseyi dolandıramasın. Elinin eksik olduğunu görenlerin aklına gelsin: "Bu galiba güvenilir bir adam/kadın değil. Baksana, bir cürmü olmasa, böyle tek kolla gezer miydi?"
Son olarak şunu da belirtmek istiyorum: 'Sözleşmeli müslüman' Berrin Sönmez'in başörtüsünü zikrettiği nedenle terkettiğine inanmıyorum. Hayır. Bu, işin demagoji kısmı, cerbezesi. Şeytan aldatması. Veya bizzat kendisinin nefsine oyunu. Markar Esayan'ın İyi Şeyler'de dediği gibi: "(…) bilimsel açıklamanın vicdanî itirazları gideren bir gücü vardı." Bu dünyada hiçbir kötü kötülüğü "Ben kötü birşey yapıyorum!" diyerek yapmıyor. Hepsi yaptığını iyi biliyor. Hepsinin kalbi temiz. Hepsi melekten melek, haklıdan haklı, mübarekten mübarek. Firavun da eylemlerinin haklılığını savunuyor, Nemrut da, Hitler de, Netanyahu da! Fakat hakikatte eylemlerinin kaynağı söyledikleri nedenler midir? Değildir. Gözümün nuru Bediüzzaman, 2. Lem'a'da, itikadî sapmalarının öncüllerinin 'bağımlılık haline gelmiş günahlar' olduğunu şöyle izah eder:
"Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor. (...) meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-u İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat'î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder."
Bence, başörtüsünü çıkarma, hatta feministlik, Berrin Sönmez'in evvelki sapmalarının bir neticesi. 'Onların sonucu' değil yani. Onlar zaten sonuç. Detay veremem. Şahidi değilim. Benimkisi sadece tefekkür. Fakat, suizan değil, nasslara yaslanan bir okuma yapıyorum. Berrin Sönmez zaten hayatı bir dünyevî, bir seküler, bir liberal, bir fâsık, bir gafil vs..., artık ne isim koyarsanız, gibi yaşamak istiyor. Belki zaten yaşıyordu da. Öyle yaşadığı için artık itikadı-ameli de hepten onlara doğru bükülüyor. 'İnandığı gibi yaşayamadığı için yaşadığı gibi inanıyor.' Diyanet'in hutbesiymiş, işaretmiş falan bahane.
Berrin Hanım tesettürün farz olduğunu yeni mi duydu? Geçtiğimiz pazartesi mi müslüman olmuştu? Hayır. Elbette öyle değil. Ama kendisi senelerce (bilsin-bilmesin) 'bir gayrimüslimi netice verecek şekilde' işlendi. O işlenmenin sonucu olarak da bugünkü vaziyeti aldı. Süreç tastamam böyle işledi. 'Başörtüsü zorunluluğu' mışmış da mış. Peh. Ancak Kadir İnanır. Arkadaşlar, oy kullanmaya başladığımdan beri Erdoğan'dan başkasına oy vermedim, ben bile gülerim buna. Hatta CHP'li kargalar bile güler. Hem bu kızlara-kadınlara 'kaybedilmiş' gözüyle de bakmayalım. Bence "İyi ki de gittiler!" durumu daha çok hâkim. Evet. İçimizdeyken daha tehlikeli bunlar. Daha gövde içinde kurtlar. Liberallerin de sıksık dediği gibi: Bırakınız gitsinler. Bırakınız savrulsunlar. Kapalıyken teşhisleri de güçleşiyor. Açılmalarına hiç alınmamak gerekir, vesselam.