Zamanı saklayan mekânlar (Mutluluğa Yolculuk-3)

Sabri ALTUN

Zamanı yutmak nedir sizce?
Ya da "bastı zaman" ne demektir?
Peki, "Ashab-ı Keyf"in yaşam formuna ne ad verilmeli?
Ve zamanı saklayan mekânlar...
Adım adım Van kalesine doğru yaklaşıyoruz.
İzzet Abi ve Ata Hoca her adıma nerdeyse bir hatırayı sıkıştırıyorlar.
Her şey ve her taraf Üstad kokuyor.
Arabamızı park edip kalenin içine doğru yürümeye başladık.
Etraftaki şık düzenlemeler çok dikkat çekici olmalarına rağmen beni fazla etkilemiyor.
Kendimi dış seslerden tecrit etmeye başlamıştım.
Bize göre gittiğimiz istikametin kaleye göre sağ tarafından kalenin arka tarafına yani Horhor Medresesinin bulunduğu kesime doğru yol alıyorduk.
Arkaya dolanırken kalenin etrafındaki devasa taşları görünce Üstadın neden Van kalesinin yekpare taşını Osmanlının mezar taşına benzettiğinin hissini yaşıyordum.

13. Ricanın rikkatli ve hüzün dolu atmosferi benliğimi sarmaya başladı.
Ayaklarım vücudumu arkadaşların peşinde sürüklerken, ben Bediüzzaman'ın esaretten sonra gelip burada yaşadığı o acı dolu anları yaşamaya başlamıştım.
Gözlerim yaşla dolarken arka taraftaki devasa ağaçlardan kurulu bahçe dikkatimi çekti.
Zira o bahçe gibi yerden geçerken içimi garip bir huzur kaplamaya başlamıştı.
Sanki uykudan uyanır gibi bir an etrafıma baktım. Etraf insanlarla doluydu. Birçok ağacın altında aileler piknik yapıyorlardı.
Sonra göğe yükselen ağaçların tepesine doğru baktım.
Acaba bu ağaçlar o zamandan kalma ağaçlar mıydı?
Halden hale giriyordum.
Garip ürpertiler beni sarıyordu.
Hüzünle sevinç arasında an be an mekik dokuyordum.
Hayatımda hiç bu kadar bir anda farklı duygular yaşamamıştım.
Tam o anda İzzet Abi bir noktada durup kalenin derin taş duvarının dibinde bir su birikintisini işaret edip, "Horhor medresesinin adını aldığı su budur" diyor.

Taşın içinde su sesi geliyor.
Yanına oturdum o suyun... Ve dinledim. Su sesinin insana verdiği bir ılıklık hissettim. Aslında hor hor değil de xuırr, xuırr sesi geliyordu. "Xuırr xuırr telaffuz edilirken Horhor olmuştu demek" diye içimden geçirdim.
Bir süre o sesi dinlerken kafam tamamen boşalmıştı boş gözlerle suyun derinliğine ve taşın içindeki sızıntısına baktım.
Sonra ayağa kalktım arkadaşlar gitmişler ve ileride bir yerde durup hep birlikte yukarıya baktıklarını gördüm.
Üstadın "eyvah davam" deyip düştüğü ve garip bir şekilde en az 3 metre kavis çizerek aşağıdaki mağaraya düştüğü yerdi burası.
Epey tahlil ettik. Bir inayet dışında asla oradan kurtulmanın mümkün olmadığı gözler önündeydi.
Tabi risalelerde ve Üstadın söylediği şekle bakılırsa Şeyh Abdulkadir Geylani'nin himmetiyle oraya düştüğünü biliyoruz.
Bu noktada izzet Abi yine araya bir şey sıkıştırıyor:

Üstad Hazretleriyle Şeyh Geylani hazretlerinin ilişkisini belirten bir cümle söylüyor: "Önceleri şeyhin himmetinde onun dizinin dibinde ders gördüm sonra onunla birlikte ders gördük sonra ise her neyse..."
"Her neyse"yi biz de fazla üstelemeden "her neyse" deyip içimizdeki süruru pekiştirerek devam ediyoruz.
İnsan bu tür yerleri görünce Üstadın davasının büyüklüğünü hakkelyakin derecesinde öğreniyor. Ve biraz daha davaya sarılmaya karar veriyor.
Derken az ilerde kalenin dibinde buz gibi bir suyun çıktığını görüyorum insanlar oradan su içiyor.
İzzet Abi: "Üstadın ve talebelerinin içtikleri su budur."

Hemen yanına oturup şifa niyetine içiyoruz.
Henüz suyun tadına varmadan Ata Hoca bir yer daha işaret ediyor.
Üstadın 13. Ricayı yazdığı yeri gösteriyor.
Yukarıda düz bir alan onun aşağısında kalenin dibinde geniş bir alan üzerinde irili ufaklı tümsekler...
O tümseklerin her birisi eski Van'ın evleriymiş.
Üstad hazretleri 8 yıl önce koca şehri terk edip tekrar geldiğinde tüm Van'ın mezara döndüğünü görüyor.
Ve o tümseklere bakıp: "Baktım ki, benim medresemin etrafındaki şehir içi, kale dibi mevkii, bütün baştan aşağıya kadar yandırılmış, tahrip edilmiş. Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme, güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip öyle hazîn nazarla baktım. O hanelerdeki adamların çoğuyla dost ve ahbap idim. Kısm-ı âzamı, Allah rahmet etsin, muhaceret ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlardı. Hem Ermeni mahallesinden başka, Van'ın bütün Müslümanlarının haneleri tahrip
edilmiş gördüm. Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsaydı beraber ağlayacaktı. Ben gurbetten vatanıma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum. Vâ esefâ, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm. On İkinci Ricada bahsi geçen Abdurrahman gibi ruhumla pek alâkadar yüzer talebelerimi, dostlarımı
kabirde ve o ahbapların yerlerini harabezar gördüm" diye devam eden 13. Ricayı yazdığı yer hala hüzün kokuyordu.

Bizler ki kendimizi onun yerine koyduğumuzda belki de milyonda birini hissedince bu kadar hüzünleniyorsak Üstadın hissettikleri çok daha derin olacağı muhakkaktır. Nitekim 13. Rica ortadadır.
Daha önce de dediğim gibi eğer buraya bu amaç için gelmişseniz her anınız değişik atmosferlerle geçecektir.
Hayal hakikat arası duygular sizi istila edecektir.
Mutlulukla hüznü bir arada üstelik aynı anda yaşayacaksınız.
Bazen içinizde kahredici bir burukluk, gözlerinizde yaşlar, bazen de mutluluk kasırgasına tutulmuş gibi içiniz sürurla dolup taşacaktır.
Ve Horhor medresesine yaklaştıkça ödevini yapmayan bir talebe hicabı sizi saracaktır.
Zira huzura çıkılacak.
Tembihledikleri kapıcı kapıyı açacak içeri gireceksiniz.
Üstad ayakta talebeleri geniş bir masanın etrafında pür dikkat dinlemekte.
O an zaman yutulmuş olacak. Zamanı saklayan bir mekâna girmiş olacaksınız.
Ve gördüğünüz manzaranın gelecek asırların anahtarı olduğunu öğreneceksiniz.
Ve zamanın sahibi karşınızdadır.
Gözleriyle sizlere hoşamedi edecek.
Dersi bölmemek için sessiz kalmayı düşünüyorsunuz ama o sesiz kalmayacak.
Size hitap edecek:
"Varsın muasırlarım beni dinlemesinler" diyecek.
"Ben sizleri bekliyordum" diyecek.
Ve siz de:
"İşte geldik Üstadım.
Boynumuz kıldan incedir. Sen doğru söylüyorsun Üstadım.
Biz o nuru gördük Üstadım.
O nurun içinden geliyoruz.
Biz sana biat ediyoruz. Biz seninle "biz" olduk."

Sonra masanın etrafında oturan talebeler ayağa kalkacak:
Hep birlikte:
"Henien leküm. Hoş geldiniz kardeşlerimiz.
Biz size yer açmak için buradayız.
Oturduğumuz sandalyeleri size devrediyoruz.
Yüzyıldır sizi bekliyoruz.
Sizi tebrik ediyoruz.
Ne mutlu size."

Sonra Üstad seslenecek, sol tarafına dönecek ve geniş karanlıklı bir vadi gözükecek;
"İşte ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslamiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor."

Ve sonra birden uyanacaksınız ki Van kalesinin dibinde Horhor medresesinin kalıntıları arasında yüzünüzde ter boncuk boncuk olmuş hayata daha başka bir gözle bakıyorsunuz.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.