Bildiğimiz kadarıyla ülkemizdeki en kapsamlı namaz tesbihatının müellifi, Osmanlı Devletinin son döneminde devrin en yüksek ilmî rütbelerinden “Mahreç” pâyesi verilmiş İslam Âlimi Bediüzzaman Said Nursi'dir. Bu tesbihatta oldukça kapsamlı zikirler ile Allah’ı tazim, tekbir, tahmid, peygambere (asm) çok kıymetli salât-ü selamlar vardır. Bediüzzamanın telif ettiği namaz tesbihatı imanın tezahürü ve tasdiki açısından büyük bir öneme haizdir. Nitekim bazı büyüklerimiz zikir hakkında, “veliliğin menşuru” (şehâdetnâmesi) tabirini kullanmış, zikirden mahrum bırakılanın velâyetten azledileceğini belirtmiştir (Kuşeyrî, er-Risâle, II, 465). Bizde konuyu irdelemek adına Bediüzzaman tarafından telif edilen namaz tesbihatının velayet makamının feyizlerine mazhar olmadaki önemine Risale-i Nur’dan iktibaslar yaparak değineceğiz.
“...Velâyet-i Kübrâ olan verâset-i Nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Said’in vekili, belki mânen aynı hükmüne geçtiğin içindir.” (1) Bediüzzaman Hazretleri’nin Hulusi Ağabeye hitaben söylediği bu sözler Risale-i Nur mesleğinin, sahabe mesleğinin bir cilvesi olduğuna işarettir. “Demek ki, veraset-i nübüvvetten gelen velayet-i kübranın nurlarıyla nurlanmak için, özellikle bu asırda Risale-i Nur’un kapısından içeri girmek ve ehl-i sünnetin akidesi çerçevesinde salih amel yapmak büyük önem arz etmektedir. Çünkü ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doğrudan doğruya İlm-i Kelâm içinde ve İlm-i Akide ve Usûl-üd Din içinde bir velayet-i kübra yolunu açmış…” (2) “Velayet-i kübra ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır." (3)
Şu kısa tarîkın evradı:
İttiba-ı sünnet,
feraizi işlemek,
kebairi terk etmek,
namazı ta’dil-i erkân ile kılmak,
namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır. (4)
Beş vakit namaza tevafuken namazın arkasındaki tesbihatı yapmak yukarıdaki sıralamada beşinci madde olarak karşımıza çıkmaktadır. Bediüzzaman, namazdan sonra okunması sünnet olan tesbih, tahmid, tehlil, zikir ve salâvatın, her türlü şerden Allah’a sığınma ve Allah’ın isimleri ile dua etmenin “velâyet-i Ahmediyenin evradı” olduğunu söyler. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Nasıl ki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de, o velayetin tarîkatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatların ve evradların fevkindedir. (5)
Madem hakikat budur, öyleyse; evlerimizde, işyerimizde namazdan sonraki tesbihatı ihmal etmeyip Nur suresi 36-37. ayetin “Allah’ın yapılmasına ve içinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde, akşam sabah Allah’ı tenzih ederek anarlar. (Onlar) ne bir ticâretin, ne de bir alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı erlerdir! (Onlar, dehşetten) kalplerin ve gözlerin dehşetle sarsılacağı bir günden korkarlar.” övgüsüne mazhar olmaya çalışalım. Nitekim ayetteki “evler” mescitler olarak tefsir edilmekle beraber aynı zamanda “müminlerin evleri” diye de tefsir edilir. Hatta bazı müfessirler bu ikinci izahın ağır bastığı kanaatini taşırlar (6).
Ta'dil-i erkâna riayetin önemi
Bediüzzaman, namazı “kalplerde azamet-i İlâhiyeyi tespit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlâhiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbaniye imtisâl ettirmek için yegâne İlâhî bir vesile” (7) olarak görmüştür. Bu sebeple yazımızda namazın kabulünde çok önemli bir yer tutan ta'dil-i erkâna riayet konusuna değinmek istiyoruz.
Kur’ân-ı Kerîm’de namazın emredildiği âyetlerde “namaz kılma” (sallâ) fiili yerine namaz (salât) kelimesine yüklem yapılarak “bir şeyi hakkını vererek ifa etme” anlamındaki “ekāme” fiili kullanılmıştır. (8). Nitekim Hz. Peygamber de (sav) namazda, “Rükû ve secdeleri tam yapın”, “Rükû ve secdeleri güzel yapın”, “Sizden biriniz rükû ve secdelerden kalkarken belini tam doğrultmadıkça namazı geçerli olmaz” şeklindeki açıklamalarıyla ta‘dîl-i erkânın önemine dikkat çekmiş ve bunlara uymayanları uyarmıştır. (9)
Ta'dil-i erkân'a riayetin ölçüsü
Ta'dil-i erkân'a riayetin ölçüsü rükünler arasında Sübhânallah diyecek kadar durmaktan ibarettir (10). Buna göre, rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, sübhânallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da sübhânallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.
Ta’dîl-i erkân özellikle rükûda, rükûdan kalktıktan sonraki duruşta, secdede, iki secde arasındaki oturuşta söz konusudur. Hanefî mezhebindeki kuvvetli görüşe göre, sayılan dört yerde ta’dîl-i erkân vaciptir. Diğer bazı mezheplere ve Hanefîlerden de İmam Ebû Yûsuf’a göre ise ta’dîl-i erkân farzdır. (11).
İslâmiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat olan namaz, imanın gereği ve ubudiyetin hulâsasıdır. Namazda huşû ve haşyetin gerçekleşmesinde ta‘dîl-i erkâna riayet edilmesi azami derece önemlidir. Bu sebepledir ki Bediüzzaman Hazretleri “namazda lâzım olan; tadil-i erkân, müdavemet ve muhafazadır” (12) demiştir.
Kaynaklar:
1- Barla Lâhikası, s. 408.
2- Emirdağ Lahikası-1, s. 91
3- Mektubat, s. 22
4- Sözler, 26. Sözün Hatimesinin Zeyli
5- Kastamonu Lahikası, 70. Mektup
6- Tefhimu’l-Kur’ân, ilgili ayetin tefsiri
7- İşaratü’l İ’caz, sayfa 76
8- Bkz Bakara 3, 277; A‘râf 170; Tevbe 5
9- https://islamansiklopedisi.org.tr/tadil-i-erkan
10- Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı'l felâh, İstanbul, 1985, s. 201
11- Merğinânî, el-Hidâye, 1/51; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/464, 465, 472; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, 1/143
12- İşaratü’l İ’caz sayfa 75