“Bir garip yolcuya…”
İnsan bir yolcudur derler büyüklerimiz. Uzun yolculuğa çıkmış bir yolcu. Yolları çok, halleri çok. Hayat yolunda durmadan yol alır. Dünya bu yolculukta sadece bir mola yeridir. Bir ağacın altında nefeslenmek kadar kısa ve dar bir zaman menzilidir.
Sen bir yola çıkacaksın günlerden bir gün. Yolcu olduğu sürece yollar hep olacaktır bilirsin. Yollar varsa yolcular da var demektir. Yolcu varsa yollar bulunur. Yollar nereye gider dersen, yolcular nereye gidiyorsa yollar da oraya gider, derim.
O yollarda bıraktıklarımız o kadar yığılmıştır ki kaybolan mazinin derinliklerinde saklı hazineler gibi yeniden keşfedilmeyi beklerler. “Bir gün bu günler de geçecek. Bu günlerden arta kalan acı-tatlı hatıraların kalacak. Gelecekte bu günlerden yol bularak mutlu bir dünyada yaşaman temennisiyle…” cümleleri yazılı eski hatıra defterlerinin sayfalarını çevirdikçe nasıl geçmişteki yaşanmışlıklar yeniden zihninde canlanırsa yolculukta karşına çıkan her dönemeç sana yeni sayfalar açacaktır. O sayfaları yeni baştan altını çizerek okumanı isterim. Çünkü insan üç zamanlı, üç boyutlu bir varlıktır.
Dağlardan, derelerden, geniş vadilerden geçerken dikkatini çeker mi bilmiyorum ama sen özellikle dağlara yol türküsü tutturmak, seyahat ilahileri bestelemek için hayalinde bir porte çizerek dağların iniş ve çıkışlarına notaları yerleştir ve çıkacak melodilere kulak ver. Rüzgarın sesini, eğer yağmura yakalanırsan yağmurun sesini de ekle. Ve gözlerini kapatıp ruhundaki senfoniyi dinle. Hayatının filmine iyi bir fon müziği olacaktır. O esnada ümitlerini, inkisar-ı hayallerini, sevinçlerini ve gözyaşlarınla ıslattığın günlerini bir sinema gibi seyret. Kendinle yüzleş. Hayatın düz bir yol değil, inişli çıkışlı bir yolculuk olduğunu daha iyi anlayacaksın.
Yolculuğun gece olanı da güzeldir. Yol alırken bir ara gökyüzündeki yıldızlara başını kaldırıp bak! Yeryüzündeki çiçeklere mukabil o muhteşem kehkeşanlarda serpilmiş sayısız yıldızlar sana ışıltılı ve esrarengiz tebessümleriyle el edecek, buse yollayacaktır. Sen o yıldızları öp ve koyulduğun yola devam et. Gecenin sesi de fısıltılı ninnilerle seni sarıp sarmalayacaktır sıcak ana kucağı gibi.
Yolun benim memleketimden de geçecek. Bu mevsimde yol kenarlarında kır çiçekleri göreceksin. Gün ışığında göz kamaştıracak kadar parlak çehreleriyle sana hikayelerini anlatacaklardır. Bir soluk onlara da kulak ver. Nice hikayeleri vardır onların kısacık ömürlerine rağmen. Bir çoğu öteler alemine ulaşmış nice yolcuların hatıralarını elden ele dilden dile aktararak saklamaktadırlar. Ne yıkılışlar, ne yakılışlar yaşadı oralar. Türkülerin yakılması zannımca hep bu gönül yangınlarından olsa gerek. Benden o kır çiçeklerine selam söylemeyi de unutma!
Yol alırken yolcusu olmayan yollara rast geleceksin. Yolcusuz yollar ne düşünür, hiç aklından geçirdin mi? Hani yanına, yakınına yeni yollar açıldığı için kimselerin geçmediği, ıssız, yorgun yollar ne düşünür acaba? Gemilerin geçmediği limanlara benzerler o yollar. Ne gelen vardır ne giden, ne göçen vardır ne geçen. Terk edilmişliğin resmi çizilecekse eğer ben derim ki yolcusuz yolların ya da gemilerin geçmediği limanların resmi çizilmelidir.
Artık yol kenarında beklediklerimizin bitmeyen ümitli bekleyişleri yerine yolcusuz yollar bir gün gelirler diye günler, aylar, mevsimler ve yıllar boyunca beklerler, beklediğini belli etmeden. Öylesine suskun, mahzun ve küskün.
Tıpkı bayram sabahları ziyaretine gelen olur diye bayramlık elbiselerini giyip saçlarını tarayıp güzel kokular sürünüp gözleri sokağın ucunda, kulakları kapının zilinde saatlerce bekleyen ama bekledikleri bir türlü gelmeyen -aslında ölünceye kadar da gelmeyecek olan-lar gibi mahzun, kırgın ve küskündür o yolcusuz yollar. “Bu bayram da gelemeyeceğiz. Sana iyi bayramlar dileriz” mesajlarıyla kapısı örtük, suskun ve küskün nice bekleyenler gibidir yolcusuz yollar.
Ben en çok yolcusuz yolları sevdim bu yüzden. Raflarda yeniden okumayı bekleyen unutulmuş bir kitap gibi. Öyle kitap ki arasında kurumuş bir gül vardı. İşte ben, bu bayram da sen yoldayken o kitabı açıp okuyacağım ve o gülü koklayacağım.