Sinema Düşünceleri

Zafer AKGÜL

(Merhum Muhammed Benek anısına)

İnsan mekânla var olur. Mekansız düşünemez ve hayal bile kuramaz. Varoluşsal olarak zaman ve mekan kavramı olmadan bir olguyu ve olayı ne kavrayabilir ne de iletebilir.

Her alanda ve her sanatta olduğu gibi sinema sanatında da zaman ve mekân faktörü olmadan mesaj verilemez. Zaten bazı teorisyenlere göre mekan varoluşsal bir durumdur. Varoluş da mekânsal bir durumdur.

Mekan, insanda ya zihinsel ya da fiziksel olarak vardır. Düşünün ki rüyada bile zaman olmasa da mekân hep vardır.

Işık-karanlık, gölge, kamera açıları, çerçeveleme ve müzik tonlamaları, dış alemden aktarmalar ve devretmeler gibi uygulamalar, izleyicinin mekana ait imajlarını ve algılarını yönlendirir. Onu bir sonraki sahnelere ve olaylara hazırlamış olur. Korku filmlerinde daha çok büyük ev, izbe şato, orman, uçurum, durgun ve ıssız göl kenarları vb. mekanlar ve mimariler kullanarak duygusal etkileşime köprü kurulması gibi.

Sinemada mekân, yaklaşım biçimi ve bakış açısına göre daima yeni anlamlara bürünür ve seyirciyi etkiler. Bu etkileşime “Psikolojik alt metin” denir. Yaygın olan misalleri hepimiz izlemişizdir. Beyaz perdede sonu gelmez koridorlar, labirent tipi odalar, gıcırdayan kapılar, karanlık ve sessiz ortamlar ve aniden yükselen fon müziği seyircileri psikolojik olarak daha çabuk etkiler. Bu pratikler, aynı zamanda sinema dilindeki anlatımı derinleştirir.

Mekân ya doğal ortamlarda ya da yapay dekorlarla stüdyolarda çekilir. Kolay sanılsa da doğal mekanlar da yapay-kurgusal alanlar kadar zor ve masraflıdır. Hangisi olursa olsun seyirciyi etkileyecek ve ikna edecek gerçekliğe uygun şekilde yansıtılması önemlidir. Aksi halde komik ve gülünç düşülür ki bu da kalite sorunu olarak yapımcıları olumsuz intibalara sürükler.

Mekan içinde çekim yaparken kamera açısının ve mesafenin de en az filmdeki aktörler kadar önemli rolü vardır. Düşünün ki, en yakınımız, en sevdiğimiz bir kişi bile sessizce yanımıza oturup burnu burnumuza değecek kadar sabit gözlerle yüzünü yüzümüze yaklaştırmış olsa kimyamız değişir ve psikolojik olarak tereddüt yaşarız. Perdede görüntülerin yakın plan çekimi veya tam tersi ani veya ağır ağır çekimi sinema dilinin anlatımına çok boyutlu çağrışımlarla anlam katar. Daha destansı bir üslup kazandırır. Çağrı ve Eşkiya filmlerindeki ağır çekimli sahneler gibi.

Sinema göz, kulak ve beyin üçgenli bir temelden yola çıkarak hem bireysel hem de toplumsal bilinç altını etkiler. Biyolojik ve psikolojik alanlara da yayılarak hissettirdiği algılar ve bıraktığı etkilerle estetik, edebî, felsefî, siyasî ve ideolojik mesajlarını insanlardaki bilinçaltlarına yerleştirerek iletir. Hatta tarihi de malzeme yaparak tarihsel değişimlere kapı aralar. Tarih demişken tarihî filmlerin mekan ve kostüm özellikleri de devreye girer. Sinema konusu tarih olmasa da tarihi yaşatan, saklayan bir belgeseller dosyası ve arşivi sayılır. Günümüzde yıkılmış bir çok tarihî binalar ve yakılmış ormanlık alanlar ya da inşaata açılarak beton yığınlarıyla işgal edilmiş mesire alanları eski zaman filmlerinde bütün ihtişamıyla durur. Bu açıdan yıllar yıllar önce çekilmiş filmlerdeki mekanın-şehrin, mimarînin ve kostümlerin birer hafıza kutusudur. Geçmiş zamanların genç aktörleri ve güzel aktrisleri, bugün ya ahirete göç etmişlerdir ya da ihtiyarlık çağının pörsümüş halleriyle sahnelerden çoktan el etek çekmişlerdir. Onların gençlik dönemlerindeki filmler de birer hatıra defteri gibidir.

Sinema zaman kavramı açısından da bir tefekkür aracıdır. Zaman gibi hareket eder ve bir anlamda harekettir de. İlk film çalışmaları defter sayfalarına çizilmiş resimlerin hızla çevrilmesiyle oynamanın ve oynatmanın; canlanmanın ve canlandırmanın prototipini oluşturmuştur. Bizim hayatımız da zaman içinde hareketten ibarettir. Sinema ile benzerliğimiz an üzerinde buluşur. Yaşadığımız ömür süreci bir film şeridi gibidir. Yalnız binlerce hareketsiz anlık karenin hareket ettirilmesiyle nasıl ki görüntüler canlanırsa bizim canlılığımız birer anlık karelerin hareketinden ibarettir. Güneş sistemi içinde dönen dünyamızın an be an hareketlerimizi kare kare mahşer meydanına dökmesi gibi bir duruma benzer.

Zamanın geçmiş, şimdi ve gelecek boyutları, andan önceki kare, anın anındaki kare ve anın sonrasındaki kare gibi üçlü boyutta anlık yaşanır. Ben, George Orwell tarafından1947-48 yıllarında verem hastalığıyla boğuşurken yazdığı ve 1949’da yayınlanmış “Bindokuzyüzseksendört” isimli romanını1975’lerde okuduğumda 1984 yılında olacakları heyecanla beklemiştim. Şimdi 2025 yılındayız. 1984 yılı yazıldığı ve okunduğu yıllara göre gelecek zaman (Future) olduğu halde, 1984 yılında şimdiki zaman (Present) 2025 yılında ise 1984 romanı yazarıyla, kitap haliyle ve içeriği ile geçmiş zaman (Past Tense) olarak fiziksel ve zihinsel olarak var olagelmiştir. Bu romanın filmi de çekilmişti. Senaristi Jonathan Gems, Michael Radford,Oyuncuları: John Hurt, Richard Burton, Suzanna Hamilton’dı.

Kaynağı ne olursa olsun -ister mitoloj, ister yazılı metin, ister sözlü metin, ister gerçek hayat, ister hayali bir kurmaca olay farketmez- sinema bir senaryoya göre hazırlanır. Bu bir kader programı gibidir. Senaryo ondan önce yazılmıştır. Senarodaki karakterlerin davranış ve replikleri belirlenmiş, zaman ve makanlar belirtilmiştir. O karakterleri canlandıracak aktörler seçilir. Onlar kötü, iyi, çirkin, asil, safil, rezil, mert, hain vb. rollerini senaryoya göre oynarlar. İnsan da böyledir. Biçilmiş roller vardır ve insan bu rolleri oynar hayatının süreci içinde. Bir farkla ki roller insanın kendi hür iradesiyle seçilir. Başka bir ifadeyle herkes kendine yakışan rolü oynar.

Kötü insan filmde iyi adam rolüyle, iyi insan kötü adam karakteriyle bize kurgusal bir dünya sunar. Gerçek ile sanalı karıştıranlar filmdeki kötü adamı kaldırımda yürürken görse “Allah belanı versin şerefsiz!” diye lanet okuyup pataklamak isterken, karıştırmayanlar “Rolünüzü çok güzel oynadınız” diyerek tebrik ve takdirlerini belirtir. Bizim hayatımızda da gerçek roller ve hayali roller karıştırılabilir. Kötü ve hain kişiler, iyi adam, faydalı ve medenî insan olarak rol yapabilirler. Bu bahis biraz kader, biraz imtihan ve biraz değişim ve dönüşüm alanı olarak karmaşık olduğundan şimdilik “Hepimizin bir hikayesi nasıl varsa hepimizin birer filmi de vardır. Ölümden sonra herkes kendi filminin galasında hazır bulunacaktır. İyi seyirler” diyerek kısa kesiyoruz.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.