Kızıl Goncalar ve Kızzıl Kurtlar

Zafer AKGÜL

Aynı tip senaryo, birbirinin kopyası hikayeler seyretmekten gına gelmiş midir bilmiyorum ama vakti çok, işi yok seyirci kitlesi için dizi dizi diziler, birbirini izler ve hayat böyle geçip gider.

Hemen her dizide birbirinden kopuk aileler vardır. Hemen her dizide ya annesi, ya da babası bilinmeyen, evlatlık edilmiş çocuklar vardır. Hemen her dizide anne-babalara kafa tutan evlatlar vardır. Hemen her dizide yolları bir şekilde kesişen iki sevgili vardır ve bunlar birbirine karşı çok güvenilir partnerdirler. Anne babaya ise güvenilmez. Onlar daima sevenlerin mutsuz olmaları için çabalayan düşman gibidirler.

Bir toplumu bozmak ve yerine yeni şeyler getirmek için o toplumun itibar ettiği kurum ve kişileri çürütmek, yıpratmak sosyolojik ve siyasal bir taktiktir. Tarihte hep böyle olmuştur. Bir toplumda özellikle bizde en kutsal kurum ailedir. Bediüzzaman’ın dediği gibi “Aile küçük bir millet, millet büyük bir ailedir. Vatan dahi bu millî ailenin hanesidir.” Aile bağlarını çürütmek, toplumu değişimlere hazırlamak için en çok anne babaya darbe vurulur. Nitekim filmler ve diziler de hep bu noktaya ateş etmektedir.

Bizim yerli malı dizilerde fakir oğlan zengin kız, zengin oğlan fakir kız olmazsa olmaz faktördür. Fakir olanlar iki günde sosyeteye adapte olacak kadar maharetli ve nezaket derslerini almış yetenektedir. Kırk çeşit kahvaltı sofrasını beğenmeyen zengin karakter ise sevgilisinin gecekondu evinde kirli tavada pişirdiği soğanlı menemene bayılır ve ruh açlığını doyurmuş olur. Hemen her dizide romantik türküler söylenir, her dizide mutlaka hastaneye düşülür. Mucizevi şekilde kırk kurşun yemiş de olsa iyileşilir. Kalp durmuştur, elektroşok defalarca verilir faydasız kalır ama sevgilinin eli tutulunca hasta anında iyileşir. Klasik Yeşilçam filmlerinde gözü kör oyuncuya taksi çarpar ve gözleri açılırdı ya onun gibi.

Dizilerde kitap okumamış, cahil karakterler bile, birer Sokrat, Aristo, Gandi veya Konfüçyus gibi büyük büyük laflar ederler. Hayat ilkeleri sokaktaki çöplüğe yakın duvarlarda yazılıdır. Kamyon yazıları yanında yaya kalır.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Eleştiri yapıldıkça reytingi yükselen bir dizi daha piyasaya sürüldü. Bir kanalda oynatılan Kızılcık Şerbeti dizisinden sonra adı Türkçe’de “Tilki” olan bir televizyon kanalında da kızıl renkli bir dizi daha tartışmalara sebep oldu. Kızıl Goncalar

Dizide Laik/Seküler kesim ile Muhafazakar/Tarikatçı kesim karşı karşıya geliyor. Dindarlara kızları okutmama yaftası peşinen biçilmiş. Bir de kızların erken yaşta ve istemedikleri erkekle evlendirilmeleri yüklenmiş. Onlara göre kızları okutmamak sadece dindarlara has bir cürümdür ki sebepleri bir hayli sosyolojik ve ekonomik araştırma gerektirir. Mesela cumhuriyetin ilk yıllarında eğitimin nasıl dinsizliğe alet edildiğini hatırlarsak yeterlidir sanırım. Bugün çoğunluk kızlarını okutsa bile bu suç tarikatların ve cemaatlerin Hristiyanlıktaki asli günahı gibi hiç silinmez. Rejimin ve Kemalizmin papazlarına günah çıkarma ve ikna odalarında ne kadar tövbe etseniz de affedilmez bir kara lekedir.

Sanki okutulan kızlar Cumhuriyet tarihi boyunca sırf başörtülü oldukları için okullardan atılmamış gibi. En son 28 Şubat’ta gördük tıp, mühendislik vs. okurken son sınıfta olmasına rağmen hayatı karartılanları. Düşünün ki saniyeyi geçelim 1 gün kaç dakikadır. 1 günde 1440 dakika vardır. Bunun 1 yılda 525.600 dakika olduğunu ve 6 yıllık tıp tahsili yaparken son sınıfta okuldan atılan kızlarımızın 3.153.000 dakikasını nasıl da acımasızca harap ettiklerini ayrıca çalışan doktor, profesör, öğretmen vs.lerin görevden alındıklarını kaç milyar dakikalarını katlettiklerini hesaba katın. Sonra iki dakikalık görüntüde M. Kemal’in duvardaki resmini gösterip bilime, kadına verdiği önem falan diye tumturaklı laflarla üzerinin kapatılacağını zanneden aptallığın acıklı haline bakın. Bu toplum o kadar da balık hafızalı değil ama yine de olta atmaktan geri durmazlar. Ya bırakın bu ayakları siz kim bilim kim!

Aslında başkalarını ikna etme, inandırma etkisi nereden kaynaklanır bilir misiniz? Kendi inançlarını ve değerlerini kabul ettirmekte aşırı çaba gösterenler, sözleriyle eylemleri arasında en fazla çelişki olanlardır. Amacı aile, cemiyet, tarikat vb. yapıların kendine has ortak değerlerini ve bağlarını gevşettikten sonra oluşan boşluğa yerine koyacağı fikir ve ideolojisiyle kendisi çöreklenecektir. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Ateizmin ve Komünizmin maske olarak kullandığı Kemalizmin çok büyük çelişkileri vardır ve bunu kamufle etmek için doğrudan telkin yerine dolambaçlı ve abartılmış vakıalarla kendini kitlelere benimsetmeye çalışır.

Son yirmi yıldır sadece Türkiye’de değil tüm dünyada küresel Marksistlerin ve Neoliberallerin kültürel, askerî, ekonomik alanlarda gösterdikleri çabalar artık daha ince ayarlarla yapılmaktadır. Mesela son iki yılda ateizm, komünizm öldüğü halde Rusya’ya ve Putin’e düşmanlık ve Ukrayna savaşının körükleme sebebi Rusya’da komünizmin ölmüş olması ve LGBT-İ hareketinin yasaklanmış olmasıdır. Sahnede başkaları vardır. Neoliberal ve Ateist merkezlerinin nasıl sessiz ve derinden gittiğinin farkına varılamıyor. Kemalizm ise bu topraklarda Siyonizmi, zındıka komitelerini kamufle etmek için en sık kullanılan bir maske ideolojidir. İzm ekini takmışlar mecburen ideoloji diyorum. Yoksa ideoloji bile değildir. Kemalizm zaten hiçbir zaman bir felsefe de olmamıştır. Kemalizmin ne ontolojik ne epistemolojik ve ne de aksiyolojik alanlarda kendine özgü bir felsefesi yoktur.

Her felsefî akımın bir sistemi olduğu halde Kemalizmin bir sistemi de yoktur. İlkelerinde bile çelişki vardır. Söz gelimi milliyetçilik ilkesi bile muğlak ve mutlak haldedir. Ve dönemlere göre değişik yorumlanarak siyaseten nemalanmakta kullanılır. Ve ne gariptir ki yurt içindekilerden çok yurt dışındaki mihraklar devrededir, onlar yönetip sömürme çabasındadırlar. Hasılı kelam kızıl kurtlar, Kemalizmi kullanarak yine saldırıya geçmişlerdir.

Dizide Atatürkçü doktor psikolog Levent bey, onca iyiliğine rağmen dışlanmaktadır çevresince. Bilim aşkıyla dolu, merhametli, meslek hayatında özverili, makamda mevkide gözü olmayan, yalakalığı sevmeyen biri. Kemalist bir rol model konumunda. Ama mesleğe olan yoğun sevgi ve çabasından dolayı karısını ihmal etmiştir. Karısı da evi terk etmiştir. Bu Levent için mazur görülecek bir kusurdur. İlerleyen bölümlerde hoş görülecek gerekçeler yer alacaktır sanırım. Evlatlık edindiği kızı Mira da arkadaş kurbanı olarak uyuşturucu kullanmaktadır. Onun da mazereti annesinin yokluğudur ama asıl neden “Dünyaya geldik bir kere. Ye iç gül oyna!” Hedonist hayat anlayışından kaynaklanır.

Tarikata gelince yapılan hatalar bir değil en az 10 karakterde sergilenir. Sadi Hüdai efendi bir şeyhten ziyade fıldır fıldır dönen gözleriyle menfaatçi ve saf müritleri ayetle, hadisle kandıran, baskı altında tutan, aba altından sopa göstererek vaazlar veren fırıldak bir karakterdir. İsmi rastgele konulmamıştır. Sadi, seyda, sadat-ı kiram, said isimlerini çağrıştırarak tarikatlara; Hüdai ismi ise Aziz Mahmut Hüdai hazretlerini çağrıştırarak bilinç altında onlara soğuk bakacak ve nefret duyacak imajlar uyandırmak içindir.

Sadi Hüdayi’nin hanımı, kadın müritlere abla konumundadır. Onca yıllık tarikat tezgahından geçmesine rağmen kızını tarikatın yakışıklı veliahtı Cüneyd’le evlendirme taktikleri planlayan; börek işinde yağ hilesi yaptığı için mekatile maruz kalan abisi adına aile onuru diye enaniyeti kabaran; bu sahtekarlığı ifşa ettiği için başroldeki Meryem Tezel’e diş bileyen, mekatili engelleyemediği için kocasına sırt çeviren aşufte bir karaktere indirgenmiştir.

Kur’an kursu hocası, minik kız öğrencilere Cüneyt’e pencereden bakmalarına bile kızıp onlar abdestsiz Kur’an okuma cezası veren, sonra da kendisi hayranlıkla Cüneyt’e bakan psişik vaka bir öğretmen karakterindedir. Abdestsiz Kur’an okuma cezası diye bir ucube ceza İslam’da ve tarikatta yok. 10 kere 1000 kere Amenerresulu okutma cezası da olmaz. Ceza sebebi saydığı “Cüneyt efendiye bakma” fiilini kendisinin işlemesi ise resmen ahlaksızlıktır.

Başroldeki Meryem’in kocası tam bir ham yobaz karakterini oynamaktadır. İki de bir karısını döven en ufak bir karşı cevapta şiddet uygulayan acımasız bir herif. Dindar ailelerin korku kültürü içinde yaşadığı imajı verilirken kızılcık sopası saklandığı yerden büyük bir itina ile çıkarılır, kullanılır ve şiddet kültürü de sopanın nesnesinde gizlenir. Günahkarım diye karısına kendisini sopayla darp ettirmesi de şeriatta yoktur. Kızılcık şerbeti nasıl içilirse kızılcık sopası da öyle yenir. Tabii yerseniz sayın seyirciler... Şeriatta celde-had cezası mahkemece uygulanır. Hadi evde uygulanabilir sayalım. Adamın sırtı sopa izleriyle kıpkırmızı. Oysa şeriatta sopa orta şiddette vurulur. Sopayı tutan el omuz hizasından yukarıya çıkamaz ta ki şiddetle darb edilmesin. Yine sopa hep aynı yere vurulmuş belli ki. Halbuki sopa vururken aynı yere değil vücudun değişik yerlerine vurulur. Cahillik senaryoda pişmiş kelle gibi hep sırıtıyor zaten.

Keza Mekatil olayında hileli yağ kullanan börekçiye uygulanan sındır ile sakal kesme cezası da hatalıdır. Adam sakalının sadece uçlarını kesmektedir. Böyle cürümlerde eğer ceza veriliyorsa Resulullah’ın (asm) sakal sünnetine hürmeten kökünden kesilmesi, suratın matruş edilmesi gerekir. Ucundan azıcık kesmekle bir müridin cezalandırılması hezeyandır.

Cüneyt, hem yakışıklı ve bilgili hem de şeyh evladı olduğu için her müride hanımın aşık olduğu kişidir. Meczup ama, akılla delilik arası gelgitler yaşayan bir kişilik. Daha önceki dizlerde Burhan, Recep, Şaban isimlerini fırıldak karakterlerde yıpratanlar bu dizide de Cüneyd-i Bağdadî hazretlerini yıpratmak için bu ismi kullanmışlardır. Bu Cüneyd efendi aslında Behlül Dânâ tipinde olması gerekirken Dr. Levent’le terapi esnasında görüldüğü üzere Fransız filozoflarından vecizeler sıralayacak kadar kültürlü ama şizofrenik vaka içinde tutulmaktadır. O terapideki tartışmalarda merak etmeyin Kemalist Levent bey yağ gibi üste çıkarılacaktır.

Dikkat çeken bir husus bu dizide uyuşturucu kullanma olayı ilk defa Kemalist psikolog babanın çocuğuna verilmiştir. Derin devletin dini cemaat ve tarikat liderlerinin çocuklarını uyuşturucu tuzağına düşürme taktiği bu dizide yer değiştirmiştir. Tabii masumane şekilde. Güya anne yokluğundan aile krizi sebebiyle düşülmüş gibi senaryoya uyarlanmıştır. Oysa çoğu genç, Kemalizmin yaydığı Hedonist felsefe yüzünden uyuşturucu kullanmaktadır. “Ye, iç, gül, oyna. Sev kardeşim. Dünyaya geldik bir kere.” şarkısında geçtiği gibi. Avrupa ülkelerinde de genç nesiller dünya zevki ve hedonist anlayıştan kaynaklı uyuşturucu kullanmaktadır.

Dizideki Faniler tarikatı bildiğimiz geleneksel tarih ve kültürümüzdeki tarikattan ziyade Amerikadaki Mount Carmel Dini Cemaatinin üyesi olan Davidianların lideri/şeyhi David Koresh’ten uyarlama gibi geldi. Koresh’in özelliklerini bizdeki tarikat şeyhlerine yüklemişler sanki. “Koresh, değişik mizacıyla, korkutucu öfkesiyle sevecen ve odaklı ilgisiyle, zaman zaman yer değiştiren aşırı tehdit dozlarıyla müritlerinin dengesini bozmakta çok ustalaşmıştı. Onların üzerinde güçlü bir şekilde hüküm sürüyor, yerleşim alanında hayatın her unsurunu kontrol ediyordu. Kocaları karılarından, çocukları ebeveynlerinden arkadaşları arkadaşlarından ayırıyor kısacası hepsinin hayatlarındaki en baskın ve büyük güç olarak kendi pozisyonunu zorlayacak her türlü ilişkinin temelini çürütüyordu. Herkesin sevgisi tıpkı bir tekerleğin merkezindeki teller gibi onda birleşiyordu. Koresh tüm öngörünün, bilgeliğin, sevginin ve gücün kaynağıydı. Yeryüzünde tanrı değilse bile Tanrıya giden yolun ta kendisiydi. (3. Bölüm. Sayfa. 92-93. “Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk.” (Bir çocuk psikiyatristinin not defterinden sıra dışı öyküler.) Dr. Bruce d.Perry. Maia Szalavitz. Çeviren. Belgin Selen Haktanır. Koridor Yay. 31. Baskı İst. 2021 (İsteyenler intenetten araştırabilir.)

Bu ve buna benzer Amerika’nın sapık tarikatlarından kopyalanması senaryonun dış mihraklarca ilham edildiği şüphesini uyandırıyor. Kamuflaj şeytanice yapılmış olmalı ki, kılık ve kıyafetler bütün tarikatlara benzeyecek biçimde uygulanmıştır. Faniler tarikatı mensupları kiminde Menzil tipi, kiminde İsmail ağa tipi, kiminde Alevî tipi, kiminde Mevlevî tipi tam bir toplama ve derleme türünden kıyafetler giydirilerek adeta tüm tarikatları hedefe koymuşlardır.

Dizideki tarikat ileri gelenlerini seyredince aklıma Mossad’ın Tel Aviv İslamî İlahiyat okulunda yetiştirdiği ve müslüman ülkelere gönderdiği ilahiyatçılar gelmiyor da değil.

Şurasını vurgulamak isterim ki “Böl ve yönet” metodunu uygulayanlar toplumun tüm katmanlarını bölerek işi yapmazlar. Bu yanlıştır ve hatta şapşalca bir teşebbüstür. Asıl böl-yönet metodu bir toplumda aralarında rekabet bulunan, birbirlerinden kuşku duyan, bir birlerine güvenmeyen kitlelerin birbirine düşürülmesiyle gerçekleşir. Dindar kesim ile seküler laikçi kesim birbirine zıt konumda yer aldığından malum dizide tarikat ve Kemalizm hesaplaşması yapılacaktır. Patronlar mutlu son istedikleri için tarikatlar tu kaka, Kemalizm de şak şakaa ile lanse edilecek ve kazananlar da Marksist Neoliberaller olacaktır.

Bu yazıyı yazarken RTÜK tarafından gelen ceza üzerine yayınlanmasından vaz geçecektim. Düşene vurmak içimden gelmiyor. Fakat konumuz diziden çok ufuk turu olduğu için devam etmeye karar verdim.

Diziye pozitif bakan seküler kesim ve dizi yapımcıları şunu söylediler bu arada: “Efendim amacımız toplum gerçeklerine ayna tutmak falan filan…” İyi de tutulan ayna düz mü yoksa konveks-konkav ayna mı aynada bir kendilerine baksalardı.

“Efendim dindar kesim tahammülsüz. Bir arada yaşamaya alışmaları lazım” gibilerden demokrasi ve hoş görü dersleri vermeleri hele, tam bir aymazlık ve utanmazlık öreneğidir. Yahu zaten Cumhuriyet kurulalı beri sürekli saldırı yaptınız. Dine (ama sadece İslam dinine) ve dindarlara tahammülünüz yoktu. Çalı sakallı, şaşı gözlü imam-hoca tiplemesinden tutun da örümcek kafalı, karafatma böceği, vurun kahpeye, yobaz, vatan haini bilmem nelere kadar her devirde dindar kesimin üstüne üstüne gittiniz. Cuntacı devrimleri Atatürk adına yaptınız. 27 Mayısları, 12 Martları, 12 Eylülleri ve 28 Şubatları Atatürkçülükten yola çıkarak icra ettiniz. Dindar kesimlere Kamusal alan-Tamusal alan diye oluşturduğunuz tabularla ne devlet dairelerinde ne okullarda ne de sosyal hayatta yaşama hakkı tanımadınız. Teker teker saysam ansiklopedi olur yüzünüzü kara çıkaracak faşizan uygulamalarınız.

Biz bir arada yaşamaya 100 yıldır tahammül ediyoruz zaten. Etmeseydik rövanş almaya çalışsaydık böyle mi olurdu bir düşünün. Muhafazakar dediğiniz iktidarlar acaba 28 Şubat’ın aynısını sizlere uyguladılar mı? Okullardan Atatürkçü diye öğrencileri attılar mı mesela? Tahammül dersini kendinize verseniz daha iyi olur.

Bu milletin Atatürkçülükle yıldızı hiç barışık olmadı. Menderesler, Demireller, Erbakanlar, Özallar şimdilerde Erdoğanlar Atatürk’e dair o kadar övgü dolu beyanatlarına rağmen size yaranamadıysa bunun altında yatan tek gerçek sizin kendi tabularınıza ortaçağ kafası ile din gibi iman gibi bağlanmanız ve eleştirilere tahammülsüzlüğünüzdür. Anıtkabirde meczuplara “Yaşasın şeriat, Kahrolsun Atatürk!” diye bağırtma taktikleri işe yaramayınca demek şimdi de Hollywood-Yeşilçam pilavı ısıtılacak anlaşılan. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (23)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.