Alay ve Hakarete Karşı Silah-12

Zafer AKGÜL

Gerek evde kardeşler arasında ve gerekse okulda arkadaşlar ve akranlar arasında en sık rastlanan problemlerden biri de alay konusu olmak, hakarete maruz kalmaktır. Bu tür problemler “Akran şiddeti” başlığı altında da yer alabilir.

Biz büyüklerin de mutlaka başından geçmiştir. Öncelikle küçüklüğümüzde kardeşlerimizle kavga, çekişme ve didişme gibi hallerde ilk tepki elle yapılır, kaba kuvvete baş vurulurdu. Daha çok büyük yaştaki ağabey-abla konumunda olanlar kendilerinden zayıf ve güçsüz küçük kardeşlerine karşı fıtri refleksle kaba kuvvet kullanır tatmin olmazsa veya araya giren büyükler engellerse dille öfkesini çıkarırlardı. Kardeşlerin doğuştan veya hastalığından dolayı bedensel kusuru varsa en çok da o zayıf yönüne-damarına basacak alay-hakaret içeren lakaplarla hitap edilirdi. Bunlardan en çok kullanılanı söz gelimi şişmansa şişko patates, zayıfsa çubuk-sırık vb. lakaplarla öfkeler dindirilirdi.

Alay etmek insanoğlunun fıtratında var olagelen negatif bir huydur. Çaresizlik, rekabet, kıskanma veya kendi eksikliklerini kapatma kaygısından tutun da düşmanlık ve muhalif oluşa kadar bir sürü sebepleri vardır. -Şakavâri ve esprili zeka ürünü bir takım takılmalar bahsimizden hariçtir.-

Genellikle alay etmenin arka planında muhataptan korkma, baş edememe, güçsüzlük ve nefret gibi olgular itici güç olarak tezahür eder diyoruz. İradî olmayan, doğuştan gelen kusurlar ve özürlülük halleri alay edecekler için ideal bir malzemedir. Bu malzemeler kullanıldığında alay edilen kişinin göstereceği tepki ve koyacağı tavır konunun en önemli noktasını teşkil eder. Alay edilen kişi ya tahrik olup öfke patlaması ile karşılık verir ki bu alaycının amacına ulaşması demektir ya da beklenmedik davranış modelleriyle göğüs gererek sabır ve tahammül ile taktiksel bir süreç başlatır.

Kur’an’da alay etme, istihza etme gibi insanı sosyal ve psikolojik alanlarda iletişimi negatif etkileyen davranışlar yasaklanmıştır. Onlarca âyetten sadece ikisi sanırım yeterlidir:

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin; belki de o alaya aldıkları kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; belki o alaya aldıkları kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın; birbirinizi incitici, aşağılayıcı kötü lakaplarla çağırmayın.” (Hucurat 11)

…Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı (el, kaş ve göz işaretleriyle) eğlenmeyi ve ayıplamayı adet edinen her kişinin vay haline!” (Hümeze 1)

Alay eden kişi, alay edilenin üzülmesine ve eziklik içine düşmesine sevinir. Geçici bir zafer sevincidir bu. Ne var ki çok da mutlu sayılamaz. Eğer bozulmamışsa vicdanı o sevinci kursağında bırakır. Zira böylelerinin çoğu sevinçli olmak ile mutlu olmanın farkını bilemezler. Mutluluk içimizdedir aslında. Az şeylerle mutlu olanlar, eksikliklere rağmen mutluluk çıkaranlar bunu daha iyi bilirler. İçindeki hırsı ve ezikliği bastırmaya çalışanlar neşeli görünmeye çalışsalar, kahkahalar atsalar bile ta derinlerde acı ve hüzün yaşarlar. Böylelerine dikkatli baktığımızda beden dillerinden anlayabiliriz.

Geçen yazımızda musibete karşı ilk sadme anında gösterilecek sabır modundan bahsetmiştik. Bu yazımızda da alay edilme, dalga geçilme vakalarına karşı neler yapılabileceğinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Alay edilme de psikolojik açıdan bir musibettir, beladır dersek yapılacak ilk iş sabırlı olmak ve hemen tepki vermemektir. Böylece alay edenin malzemesi işe yaramayacaktır. İkinci iş de alay edenin yüzüne gülmektir. Öfke baldan tatlıdır ama kanaatimce zehirli bir baldır. Sabır da acıdır ama meyveleri tatlı olur bilirsiniz. Üstüne üstlük alay edenin yüzüne gülmek yok mu bu bence alınacak en tatlı intikamdır.

Nitekim Bediüzzaman Hazretlerinin şahane bir tavsiyesi vardır bela ve musibetlere karşı “…Gel tevekkül kıl. Tevekkülle belâ yüzünde gül! Ta o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.” (Lemalar, 2.Lema, 5.Nükte)

Bu taktiği hem kendi hayatımda kullandım hem de öğretmenlik yaparken öğrencilerime tavsiye ederek onların bu tür vartalardan kurtulmasına yardımcı oldum. Sınıf arkadaşlarının lakap takarak alay ettiği öğrencilerim durumu bana şikayetle aktardıkları zaman onlara şöyle derdim. “Sen alay eden arkadaşına kızma, öfkeni tut ve her alay ettiğinde o arkadaşına gülümse. Sadece gülümse. En fazla üç kere yapar dördüncüde vaz geçer.” Gerçekten de öyle olurdu. Öğrencilerim bu işin sırrını sorduklarında kısa yoldan derdim ki “Onlar malzemesinin işe yaramadığını görünce malzemeyi kenara atarlar. Sen gülünce de karşılarında zayıf değil bilakis güçlü bir kişiliğin varlığını görerek kendi içlerinde bir yenilgi daha tadarak bu işten vaz geçerler.

Kısaca öfke ve alay olgusu bir musibet, bir belâ ise o belâya karşı gülmek sabır ve tevekkülün farklı versiyonlarıyla mukabele etmek, onları eritir, küçültür.

Necm, Zuhruf, Mutaffifin surelerinde geçtiği gibi alay edip aşağılamak için gülenlerin gülüşüne karşı “Kötülüğe karşı kötülük yapmak her kişinin kârıdır. Ama kötülüğe karşı iyilik er kişinin kârıdır” genel kuralından hareketle alay edene karşı gülümseyerek misli sayılacak lakaplarla karşılık vermemek yüksek ahlakın bir gereğidir ki alay edeni önce mahcup eder sonra da pozitif duygulara yönlendirir. Hatta dost bile yapabilir zamanla.

Unutmayalım ki Peygamber Efendimizin (asm) şu hadis-i şerifi çok derin anlamlar içerir: “İnsanlara karşı gülümsemek sadakadır.”

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.