Yola Çıktım Mardine - 2

Afife ARTIK

Bursa’dan çıktıktan tam on bir saat sonra Mardin’de kalacağım yere ulaşmıştım. Uçak saatine yakın havalimanına varacak olan otobüslerde yer bulamadığım için uçak saatinden üç veya dört saat kadar evvel hava limanında olacak şekilde gitmiştim.

Sabiha Gökçen Hava Limanında geçirdiğim uzun vakitte gözlem yapma fırsatı buldum. Uçağa binmek eskisi gibi sadece zenginlere mahsus olmadığından artık her sınıf insan hava limanlarında bir aradalar. Uçak biletleri daha makul fiyatlarla satılmasına rağmen hava limanlarında hizmet veren kafe ve benzeri yerlerde fiyatlar hiç de makul değil.

Bizde ise, yeni nesil çok kabullenmese de, yolluk taşıma adeti devam ediyor. Eskisi gibi haşlanmış yumurta değilse de az çok öteberi genelde bulunduruyoruz. Yeni nesil ise her an her yerde daha fazla tüketim yapmaya odaklanmış gibi “nerede acıkırsam orada alırım” diyor. Kendi hayatının sorumluluklarını taşımak istememek gibi kendi yiyeceğini de taşımak istemiyor.

Gerçekten de bu kadar farklı kültürü bir arada görebileceğimiz ender yerlerden biri hava limanı. Her ülkeden, her renkten, her sınıftan insan var. Bu farklı insanların birbirini kabullenmişlik düzeyi ise elbette tartışılır. Esasen gariban insanlar kendilerinde bir başkasını kabullenmeme gibi bir hak görmediklerinden daha rahatlar. Fakat başkasının kıyafetini, kültürünü hatta dilini kabullenemeyenler kendilerini bir cendereye atıyorlar. Adeta “böyle insanlar buralarda olmamalı” gibi bir tavra girip hem kendilerine hem de kabullenemediklerine zulmediyorlar. Elbette bunu dile getirmedikleri ya da kabullenmeyişlerini bir şekilde bildirmedikleri sürece problem yok. Âdil davrandıkları sürece yani.

Belki de insana saygı her şeyden evvel geliyor ve gelmeli. Fakat insana saygı olabilmesi için bireyin kendi gibi olmayanları da insan yerine koyması gerekiyor. Bu da var ki herkesin “insana saygı”dan anladığı şey bir değil.

Hava limanında şahit olduğum küçük bir olay bu konuda anlamlı idi: yaşlı amca muhtemelen eşi olan bir yaşlı hanımı bavulların taşındığı arabalardan birine oturtarak telaş içinde uçağa yetiştirmeye çalışıyordu. Yanımdaki genç bayan “hiç onunla insan taşınır mı” diyordu. Evet, gerçekten de konforlu değildi, bir tekerlekli sandalye ayarlamak gerekirdi ama olmamıştı demek. Ya zaman ya zemin yeterli gelmemiş ya da vaktinde akıl edilememişti. Doğrusu bu ki, kendi ehline herkesten daha fazla ihtimam etmek konusunda çok çalışmamız gerekiyor. Başkalarına asla hitap edemeyeceğimiz kabalıkta ehlimize hitap etmek, ya da başkalarına asla vermeyeceğimiz sıkıntıyı ehlimize hiç düşünmeden vermek elbette vicdanla bağdaşmaz. Yolundan gitmek için çalıştığımız Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın bu konudaki uygulamalarını çok dikkatle incelemek durumundayız.

Bu konu ile alakalı olarak yakın zamanda şahit olduğum bir hadise de budur ki; yol ortasında bir hanımı tartaklayan bir adama tepki gösteren bir bayana diğer bir bayan bunu diyordu: “her halde eşidir…”   sessizlik oldu. Demek hanımı olanı tartaklamak meşru gibi algılanıyordu. Her ne ise…

Evet, hava limanlarında madem her gelir grubundan insan bulunuyor öyle ise oradaki hizmetlerin de buna göre ayarlanabilmesi gerekir.

Uçuşların çok yoğun olması ve yolcuların yeterince bilinçli olmaması sebebi ile bazen dolmuş duraklarında rastladığımız bir manzara ile de karşılaştık “haydi Adana yolcusu kalmasın… Muş yolcusu var mı… “  evet doğu illerinin uçakları için bu seslenmeler olurken tabi Bodrum uçağı için bu gibi bir duyuruya ihtiyaç duyulmuyordu zira oraya gidecek olanlar bilinçli idi…

İnsanın içini acıtan bir durum elbette. Cehaletle mücadele için Bediüzzaman Hazretleri padişahı uyardığı vakitlerde önlemler alınmaya başlamalı değil miydi? Doğu illerinin masum ve hasbî insanları bunca mahrum bırakılmaları zulüm değil miydi???

Bindiğim uçakla beraber hava limanını geride bıraktım ve Mardin’e vardım. Hava limanında her sütunda opera ve bale gösterisinin afişleri beni karşıladı. O afişleri görünce gözüm sempozyum afişlerini aradı.

Şehrin ve toplu taşıma araçlarının hali elbette İstanbul’dan çok farklı idi. Bir an düşündüm ki çok daha kalkınmış mı olsa idi ve neden kalkınma, şehirleşme ve medenileşme adı altında yapılanlar insanların safiyetlerine ve fıtrî hallerine halel veriyordu? Bu şehir ahalisi elbette çok daha iyi hizmetlere layıktı. Peki çok daha kalkınmış olsa idi şimdiki fıtrî halini koruyabilecek miydi? Dilini ve kültürünü koruyabilecek miydi? Kalkınma her zaman beyaz adamın Kızılderilileri katletmesine benzer şekilde bir kültür katliamı ile beraber mi olmalı idi? İnsanlara bir şekil dayatmadan ve kendileri olmaktan çıkartmadan onlara hizmet vermek asaleti çok mu gerilerde kalmıştı? Büyük şehirleri düşündüm, gerçekten de kalkınma adına, medenileşme adına yapılanlar, mesela avm’ler, insanları müthiş bir kültürel yozlaşmaya taşıyordu. Kendi fıtrî halinden uzaklaştırıyordu. Bu düşünceler içinde iki vasıta ile hava limanından kalacağım yere varmıştım.

Vardığım yerde sıcak ve samimi bir karşılama ile karşılanmış olmanın huzuru ile dolmuştum. Bir süredir öldüğümüzde nasıl karşılanacağımızın tefekküründe idim ve diliyorum ki hepimiz ölünce ebedî alemde sıcak bir karşılama ile karşılanmanın ferahını yaşayacak bir ömür süreriz.

(Bu yazı yazıldığında İman ve Hürriyet Sempozyumunun başlamasına saatler kalmıştı.)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.