Yeni bir NevBahar için bir kez daha SonBahar

Misafir Kalem

Vedat Kuşulay’ın yazısı

Yazdan kalan ne varsa olurken haşir neşir. 
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir; 
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere. 
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere
Yahya Kemal Beyatlı

Dostlar "Sonbahar" temalı bir yazı istediklerinde dem de sonbahardı. Sabahlar daha serin, günler daha kısaydı. Rüzgarlar daha haşin, ağaçlar daha yorgundu. Toprak daha bir ıslaktı. Yapraklar sararmış ve kurumuştu. Yazın utangaç bulutlarının daha sık göründüğü bir demdi.

Hüzün, ayrılık ve durağan bir halet-i ruhiye hakimdi benliğimde. Uzunca bir tefekkürün ardından, bu karamsar atmosferi bu bed algıyı kim koydu zihnime diye sordum kendime.

Aslında malumu ilan etmiştim... Sonbahar denince hüznü anlamayı eskilerin sonbahara 'bad-ı hazan' deyişiyle öğrenmiştik. Ve hüznü en çok sonbahara yakıştırmıştık.
 
Bu algıyı besleyen yüzlerce örnek bulabilirdik Türk Edebiyatında. Hatırlayalım. Mehmet Rauf’un “Eylül’ünde romanın kahramanları Suat ve Süreyya’nın mutluluk arayışları; Suat’la, Süreyya’nın en yakın arkadaşı Necip arasında başlayan platonik aşk; Eylül ayında Suat’ın Necip’ten uzaklaşıp, sonbaharla özdeşleştirilerek yaprak dökümü yaşadığı bir acıya dönüşmüştü. Büyük aşk köşkte çıkan yangında, Necip’in kendini alevlerin arasına atmasıyla sonlanmıştı. Zamanın ‘’Eylül’’ olması ve sonbahar vurgusu tesadüfî değildi.

Reşat Nuri Güntekin’in  Ali Rıza Bey karakterinde de durum aynıydı. Hüsrana uğrayan çocuklarının sonbahar yaprakları gibi dökülüşünü, tükenişini, hazin sonunu anlatan esere ‘Yaprak Dökümü’ ismini vermesi ve sonbahar vurgusu tesadüf değildi.

Daha eskilere gittiğimizde de bu iddiayı ispatlar nitelikte bir çok delile rastlarız. 

Fuzuli;
Kat’ edip fasl-ı hazân âb-ı revân şirâzesin 
Nüsha-i gül-zârın evrakın perişan eylemiş

ifadesinde Sonbahar yağmurlarının gül bahçelerini dağıttığını ifade ederek sonbaharı suçlayıcı bir üslup takınmıştı.

Divan şiirinin, olmazsa olmazlarından Gülün ve Bülbülün sonbaharın gelişiyle perişan olması hazana karşı duyulan öfkenin nedenini oluşturmuştu ve Sonbahar, ‘köhne bahar’ diye adlandırılmıştı.

İçimizi acıtan, hüzünlü ve matemli Otuz Beş yaş şiirine de Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar” ifadeleriyle başlaması da edebiyatımıza sonbahar imgesiyle sızan hüznü bir kez daha ortaya koyuyordu. 

Ve daha niceleri...

Şu ana kadar anlattıklarımızda insan duygularını biçimlendiren zaman, mekan kavramlarının yanı sıra insanın yaşadığı olayların insanda bıraktığı psikolojik etkileşim de zamanı ve mekanı değerli veya değersiz kılıyordu. Yukarıdaki örnekler de de sonbaharın bıraktığı duygular genelde hüzün ve ayrılık gibi melankolik duygulardı. 

Aslında bu melankoliden uzaklaşıp sonbahar gelsede hayat hissettiklerimizden ibaretti. Duygularımız ve yüreğimiz güzelliklerle dopdolu olsa mevsim bu güzellikleri etkilemeyecekti. 

Ben de bu melankoliden bir parça uzaklaşıp sufi bir tavır sergileyince bir çok güzellik gördüm. Sonbaharın hüzünden ibaret olmadığını, sararmış yapraklara güzel yazılar yazmanın mümkün olduğunu düşündüm. 

Sonbahara dair yeni bir sayfa açmaya niyetlendim. Halihazırdaki zamanda nefsimin bana neler yaptığını görmeliydim. O menfi duygularımdan arınmalıydım. Çünkü hayatta, mevsimlerde değişkendi. Sonbaharın da ne zaman kışa döneceğini bilmiyordum ve her halükarda o kışı yaşayacaktım. Başka bir hayatta sünbül vermek için sonbaharı yaşamalıydım. Beni kışa götüren sonbaharla ölüp sonra başka bir nevbaharda diriltilecektim.
 
Tekrar diriltilmek... Eskiyen, yorulan, yenilenmek isteyen her türlü nesne ve olgu için inanılmaz heyecan verici bir ümid kaynağıydı. Ama tekrar diriltilmek için önce sonbaharı yaşamalıdım. Yani nevbahar için bir kez daha sonbahar gerekliydi. 

Şimdikilerin Stockholm sendromu dedikleri şeyi yaşıyordum. Celladıma aşıktım. Bana nevbaharı verecek sonbahar celladına aşıktım. 

Ahirete iman eden, ölüme intizar bir pir-i fani gibi kendimden emindim. Ölümden sonraki hayata inanmayanların halini kendimden daha hazin buldum. Yok olup gideceğini düşünmek dizginlenemeyecek çığlıkları barındırırdı özünde. Sonbahara hep hüznü yükleyen algının altında bu sinsi düşüncenin yani ölümü yokluk bilme algısının ayak izlerini gördüm

Sonbaharı bana bir zehir gibi sunan yığınlara inad Niyazi-i Mısri'ye yöneldim.

Derman arardım derdime
Derdim bana derman imiş

dedim. Hazanın (sonbaharın) zehrini içtim. Hazanın hüznüne şifa oldu. Derdimi sevdim derdim bana derman oldu.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.