Yayınlanmayan Turan Dursun röportajı

Hüseyin YILMAZ

Turan Dursun’u bilirsiniz, en azından bilenleriniz vardır. Hani şu Sivaslı bir Caferî âileden dünyaya gelip, babası “Şia İmamet” eğitimi aldırıp “imamet” âlimi olarak yetiştirmek isterken, dinsizliğin en tuhafı olan ateizmde karar kılan Müftü eskisi. Evet, tuhaf ama bu adam Diyanetin resmî kadrolusu olarak bu ülkede muhtelif ilçelerde imamlık ve müftülük de yapmıştı.

Komünist ve sosyalist çevrelerin arayıp da bulamadıkları adamlardandı. Öyle ya, müftü iken İslâmiyet’in bãtıl olduğuna hükmetmiş, onunla da kalmayıp dinsizliğin doğruluğunu isbata çalışan bir kahraman olmuştu!..

Doğu Perinçek’in himayesinde, yahut ikili olarak; 2000’e Doğru Dergisi’nde dinsizlik adına fetihlere yelken açıp ses getirdikleri günlerdi. Ben de o sıralar memleketin ne kadar zor ve çetrefilli meseleleri varsa peşinden koşuyor, karanlıkları aydınlatmaya çalışan bir Donkişot gibi Kâh Topal Osman’a boğdurulan Ali Şükrü Bey meselesini kurcalıyor, kâh Meclis Koridorunda Kamal Atatürk’ün has adamlarınca öldürülen Kars Fatihi Deli Halit Paşa’nın katledilmesinin arkasındaki sır perdesini aralamaya çalışıyor; ya da Şapka Kanunu sebebiyle zulmen idam edilen büyük müderris İskilipli Âtıf Hoca’nın trajedisinin içinde çırpınıp duruyordum.

Bir gün yayın koordinatörümüz Abdullah Aymaz, beni odasına çağırdı. İnsan olarak sevdiğim bir zattı, yaptığı yanlışlar ve içine düştüğü vaziyetlere rağmen insanlığını hâlâ severim ya, her ne ise. Hoca, Turan Dursun ile bir röportaj yapıp yapamayacağımı merak etmişti. Kestirmeden, “Yaparım!” dedim... Soracağımız sualler ve takınacağım tavırda mutabık kaldıktan sonra Dursun’dan Zaman Gazetesi adına randevu aldım.

Derginin Cağaloğlu binasında beni Perinçek’le birlikte karşıladı. Kısa bir tanışma ve hal hatır faslından sonra röportaj için Perinçek’in odasına geçtik. Perinçek kendi koltuğuna geçti, Dursun’la ikimiz de karşı karşıya oturduk. İkimiz de, hattâ üçümüz de tedirgindik. Çantamdan küçük ses kayıt teybimi çıkarıp masaya koydum. Aynı şeyi Dursun da yaptı. O da röportajı kendi cihazına kaydetmek istiyordu. Maksadı söylemediği bir şey atfedecek olursak elinin altında delil bulundurmaktı. Başka bir sebebinin olduğunu ise çok daha sonra anladım.

Bir saati aşkın, çetin ve gergin geçmiş bir mülâkatın ardından ayrıldığımda kendimi yorgun ve bedbin hissediyordum. Bir saatin içinde küfrün en tehlikeli ve en şeytanî bütün silahlarına hedef olmuştum. Yaptığımız bir röportajdan çok, adetâ bir meydan savaşıydı...

Gazeteye gitmek yerine doğrudan eve gidip mülâkatı deşifre etmeye başladım. Ertesi gün yirmi sahifeye yakın metni, bir kaç fotorğrafla birlikte götürüp Abdullah Aymaz’ın masasına koydum.
Üç gün sonra beni odasına bir daha çağırdığında sıkıntılı olduğunu farkettim. Nitekim lâfı dolandırmadan Dursun ile yaptığım röportajı neşredemeyeceklerini söyledi. Sebebi basitti: 
Dursun’un bazı düşüncelerinin bazı insanlara zarar verebileceğini düşünmüşlerdi. Her ne kadar bu düşünceleri bir takım şerhlerle çürütüp öyle verebileceğimizi söylediysem de, ikna edemedim. Belli ki, birileri “Neşretmeyin!” demişti.

Sonra ne mi oldu? 2000’e Doğru dergisi kapanmış onun yerine şimdi ismini bile hatırlayamadığım kısa ömürlü bir dergi daha çıkmıştı. İşte o derginin ilk sayısında Perinçek ve Dursun, röportajı: “Zaman’ın yayınlayamadığı röportaj” olarak neşretti. Fotoğraf Turan Dursun ile yaptığım röportajdan kalma. Gidi günler mi desem?..

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.