Yavuz Sultan Selim, Mehmet Kırkıncı Hoca ve Anadolu ve İslam birliği Mefkuresi

Himmet UÇ

Yavuz Sultan Selim; kudreti, imanı, cesareti ve mefkûresi ile Osmanlı padişahları arasında müstesna bir yere sahiptir. O, Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin ise, yetmiş dördüncüsüdür. Babası, Sultan İkinci Bayezid, annesi Dulkadirli ailesinden Aişe Hatun'dur. 1470 yılında Amasya'da doğmuştur. Tam adı Selim-Şah olan Yavuz Sultan Selim, şehzadeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye aldı. Küçük yaştan itibaren Kur'ân-ı Kerîm, tefsir, hadîs ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Arapça ve Farsçayı mükemmel bir şekilde konuşurdu. Sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, erken yaşlarda Trabzon'a gönderildi ve burada otuz yıl kadar valilik yaptı.

24 Nisan 1512 tarihinde Osmanlı sultanı ilân edildi. Babasından devraldığı 2.373.000 kilometre karelik ülke topraklarını, 6.557.000 kilometre kareye çıkardı. Altı yüz yirmi yıl yaşayan Osmanlı'yı Yavuz Sultan Selim Han sadece sekiz yıl idare etmiştir. O, bu kısa sürede -Allah'ın inayetiyle- insan zihnini zorlayacak muazzam başarılar elde etmiştir. Gerçekten tarih araştırmacıları, Yavuz Sultan Selim Han'ın millî tarihimize kazandırdığı maddî ve manevî başarıları îzahta zorlanmaktadır. Yavuz Sultan Selim, çok çevik ve zekiydi; ok atmak, güreş tutmak ve kılıç kullanmak hususunda maharetliydi. Ata çok iyi biner, devrin en meşhur silâhşorlarını alt edecek kadar iyi kılıç kullanırdı.

Karakterinin sağlamlığından dolayı halkın 'Yavuz' dediği Selim-Şah, zevk ve safadan uzak bir insandı. Her zaman devlet işleriyle uğraşırdı. Nadiren Harem'e giderdi. Harpten hoşlanmakla beraber, çok ince bir ruha da sahipti. Mütevazı bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, her öğün, tek çeşit yemek yerdi. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. Babasından devraldığı tatminkâr hazineyi ağzına kadar doldurdu. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etti: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi hâlde Hazine–i Hümayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutuldu. O tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı daima Yavuz'un mührüyle mühürlendi.

Yavuz, büyük bir tevazu sahibi idi. Bir cuma namazı için Şam Ümeyye Camii'ndeydi. Şam valisi, hükümdarın namaz kılacağı yere yeşil atlastan seccade serdirmişti. Yavuz, bu seccadeleri görünce hiddetlenerek: "Burası ibadet yeridir, padişah sarayı değildir." diyerek, seccadelerin kaldırılmasını emretti. İmam hutbenin mukaddimesinde Yavuz'u kastederek: "Hâkimü'l-Harameyni'ş-Şerifeyn" (Mekke ve Medine'nin hükümdarı) dedi. Bu sözleri duyan Yavuz, oturduğu yerden kalkarak: "İmam efendi! Okuduğunuz hutbedeki hâkimü'l-Harameyn lâfzını, hâdimü'l-Harameyn olarak değiştir. Zîrâ ben, hakimü'l-Harameyn değil; olsa olsa, o mübarek beldelerin hizmetçisi olabilirim." dedi.

Yavuz Sultan Selîm, Muhyiddîn Arabî Hazretleri adına Şam'da bir câmi, türbe ve imâret yaptırdı. Yavuz Sultan Selim ilim adamlarını himaye ederdi. Onun sevdiği âlimlerden biri de, İbn-i Kemal'dir. Mısır dönüşü yolculuk sırasında bir ara İbn–i Kemâl'in atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selîm Han'ın kaftanını kirletmişti. Bunun üzerine İbn–i Kemâl mahcup bir şekilde, atını geriye çekti ve ne yapacağını şaşırdı. Yavuz Sultan Selim Han ona dönerek: "Üzülmeyiniz, âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftan, ben vefat ettikten sonra kabrimin üzerine örtülsün." dedi. Bu vasiyet, vefatından sonra yerine getirildi. Bu hâdiseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selim Han'ın kabri üzerinde, bir camekân içinde, bir hatıra olarak saklanmaktadır.

Yavuz Sultan Selim'in azim ve kararlılığı, Mısır Seferi'nde tam mânâsı ile kendini göstermiştir. Sina gibi uzun zamandan beri kimsenin geçmeye cesaret edemediği kuraklık ve kum fırtınaları ile meşhur bir çölü geçmeye azmetmişti. Bazı vezirler, zaman zaman padişaha bu çölü geçmenin imkânsızlığını anlatmaya çalışıyordu. Yavuz Sultan Selim ise her defasında kararlılığını vurguluyor: "Biz meşru bir hedefe, meşru vasıtalarla yürüyoruz; önderimiz Peygamberimiz'dir (sallallahü aleyhi ve sellem), işaret ondan gelmiştir! Çöl inşallah geçilecektir, başka lâf duymak istemezuz!" diyordu. Devlet adamları ve süvariler ata binmiş hâlde çölde ilerlerken, Sultan Selim Han bir ara atından iner. Sultanın atından inmesiyle bütün devlet adamları ve süvâriler de atlarından iner. Başta Sul-tan Selim Han olmak üzere bütün ordu kurak ve çorak Sina Çölü'nde yürümektedir. Ordu bîtap bir hâle gelir. Fakat Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sakin ve edeple şunları söyler: "Önümüzde, Fahri Kâinat Resûlullah Efendimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) yürümekteyken at üstünde gitmekten hayâ ederim." Peygamber sevgisi Babadan oğula bir miras gibi geçen peygamber sevgisi, Yavuz Sultan Selim döneminde yeni bir boyut kazanmıştır.

Yavuz aşağıdaki şiiriyle, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı olan hür-met ve muhabbetini ne güzel ifâde eder:

"Kimse Sensiz bulamaz Hakk'a vüsûl
Feyz-i lutfunla olur merd-i kabul
"Rahmeten li'l-âlemîn"sin yâ Resûl
El-meded ey ma'den-i nûr-i Hudâ
Ey kerem kânı Resûl-i Kibriyâ
Kemterindir bu Selîm-i pür-hatâ
Dergehinden ilticâ eyler atâ
El-meded vey ma'den-i nûr-i Hudâ"

İşte bu büyük muhabbet ve hürmetin bir bereketidir ki, Yavuz ve ordusu, girmiş oldukları tehlikeli Sina Çölü'nü, bir bulutun altında, Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) rûhâniyetleri ile on üç günde geçti; Mısır'ı fethetti. Yavuz Sultan Selim'in şu sözleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) olan muhabbeti-nin samimi bir tezâhürüdür: "Paşa! Mekke ve Medîne pâdişâhlığı Server-i Kâinât'ın evlâd-ı kirâmı elindedir. Ben o memleketi asker ile varıp almadım. Onlar, kendi kemâlât, hüsn-i edeb ve ihsânlarından dolayı İslâm birliği yolunda bana itâat eylediler. Bu izzetin mükâfatı üzerime vâcibdir. Hakk Teâlâ'ya gece gündüz şükrederim ki, o mübârek beldelerde okunan hutbelerde ismim yâd olunur. Bu seâdeti cihan pâdişâhlığına değişmem! Bu itibarla Harameyni'ş-Şerîfeyn'in halkına ne lâzımsa esirgemeyesin! Ve sakın ola o iki mübârek beldenin umûruna müdâkhale etmeyesin!"

620 yıl boyunca kıtaları ve devletleri yönetme ve huzur içinde yaşatma kudretini gösteren bir devlet geleneğini, elbette ayakta tutan birtakım mânevî dinamikler vardı. Osmanlı Devleti'nin mânevî dinamiklerinin başında hiç şüphesiz "İ'lâ-yı Kelimetullah" denen kudsî mefkûre gelmekteydi. Onlar için kıtaları fethetmek demek, Allah'ın adının her yere ulaştırılması ve gönüllerin İslâm'a ısındırılması demekti. Yavuz Selim Han bütün hayatını bu mefkûre ekseninde yaşamıştır. Tahta davet edilip İstanbul'a geldiğinde, Yeniçeri Ocağı'nın ileri gelenlerine ve devlet ricâline yaptığı konuşması, gönlündeki gerçek niyeti, fedâkârlık ve çileye tâlib oluşu ne güzel aksettirir: "Ben pâdişâh olursam, İslâm birliği yolunda ciddiyetle yürüyeceğim; hattâ Mevlâ ruhsat verirse, Hind ve Tûran'a gideceğim ve Doğu'da da Batı'da da i'lâ-yı kelimetullâha çalışacağım. Zâlimlere, evlâdım olsa dahî merhamet etmeyeceğim. Zamanımda ahâlîye tasallut edilmeyecektir. İşte benim hâlim!.. Biraderim ise, rahatı sever ve yumuşak bir tabiatı vardır. Eğer seferden korkmaz ve çileye tâlib olursanız, bana bey'at ediniz! Aksi hâlde sultanlık için kardeşim Şehzâde Ahmed'i tercîh ediniz ki, onun zamanında rahat ve safânızla meşgul olursunuz!.."

Yavuz, 22 Eylül 1520`de aslan pençesi denen bir çıban yüzünden, henüz 50 yaşında vefat etti. Hayatının son dakikalarında Yasin–i Şerîf okuyordu. Kanunî Sultan Süleyman, Fatih Camii`nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camiî avlusundaki türbeye defnettirdi. Tarihçiler, Yavuz Sultan Selim'i sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethedip İslâm âleminin tek temsilcisi ve yeryüzünün halifesi olması, bu büyük zafer dönüşünde, onu tanımayanlarca, halkın nümâyişleri içinde ve zafer takları altından geçeceği beklenirken, Üsküdar'a kadar gelip geceyi orada geçirmesini ve henüz İstanbul halkının uyanmadığı bir saatte, sessizce "pay-i taht"a girmesini, İslâmî ruh ve manâ dışında başka neyle izah edebiliriz?

Bediüzzaman Hazretleri Yavuz’un mezarına gidermiş, ilk talebelerinden Ahmet Aytimur bir seferinde Bediüzzaman’la Yavuz Hazretlerinin kebr-i şerifine gider, dönerken Ahmet Aytimur’a "biz farklı düşünüyorduk, o bizi ikna etti onun gibi düşünmeye başladık” der. Ben "Ağabey bu yakaza mı yüz yüze miydi konuşma" dedim. "Evet" dedi ben sustum. Onlar mukadderatı İslam için zaman zaman bir araya gilen insanlar. Böyle büyük zatları ölüm tabiri ile  yadedemeyiz.

Yahya Kemal onun semavi bir tayin ile tensip ile gönderildiğini ünlü şiiri Selimname’de anlatır.

Kırkıncı Hocafendi ile ölümünden kısa bir süre önce Yahya Kemal Beyatlı’nın Selimnamesini okumuştuk. Onun baş kısmını alıyorum, Yavuz’un ilahi bir tayinle gönderildiğini anlatır bu beyitler.

Eflakten o dem ki peyam-ı kader gelür
Guş-ı cihane velvele-i per ü par gelür

Gökyüzünden kader fermanı, haberi geldiği zaman  cihanda var olan herkesin kulağına kanat sesleri gelir, yani haberi getiren meleğin veya melekler grubunun sesleri cihana yayılır, meleklerin kanat çırpışları. Büyük bir haber gelmektedir yer yüzüne. Haber arşta düşünülmüş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Nasıl hayal etmiş Himmet Efendi değil mi? Ne kadar derin bir hayal.

Devr-i fütuhu sur-ı sirafil müjdeler
Haktan nizam-ı alemi temine er gelür

Fetihler döneminin başladığını İsrafil aleyhisselamın düdüğü müjdeler. Çünkü Allah alemin düzenini  sağlamak için dünyaya bir er göndermektedir. Anadolu yanlış propagandalarla  karışmış, milletin itikadı alevi yaygarası ile kötüdür. Yavuz Bunları görmektedir Trabzon valililiği  sırasında , işte alemi düzeltmek için bir er yani Yavuz Sultan selim görevlendirilmiştir semada arşta.

Ebvab-ı ravza-i nebeviden
Firişteganl cibrili gördüler
Nice demdir gider gelir

Elbetteki Anadolu’da ki bu şerli olaylar üzerine Peygamberimiz rahatsızdır, bu yüzden Cebrail   Ravza-yı nebiye gidip gelmektedir, ne demdir birçok keredir. Durum Habibullaha arzedilmiştir. Peygamber ve Cebrail bu olumsuzlukları düzeltmek için konuşmuşlardır. Hele bak himmet efendi neler neler söylemiş, bidaha oku.

Derk ettiler ki merkad-ı pak-i Muhammed’Me
Ruhul Kudüs ile arş-ı Hüdadan haber gelür

Bu gidiş geliş manzarasını gören melekler anladılar ki  Peygamberimizin temiz kabrine Allah’ın arşından  Cebrail aracılığıyla  bir mesaj gönderiliyor.

Rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
Sultan Selîm han gibi şîr-i ner gelür

Yeryüzündeki karışıklıkları düzeltmek için bir ferman ortaya konmuştur, o fermanı uygulamak için Sultan Selim gibi bir yiğit aslan dünyaya adım atıyor. Git ve düzelt diye bir emir  veriliyor ve Yavuz seçiliyor.  Ne mutlu adam değil mi Himmet Efendi evet hocam, büyüklerin görevlendirmesi de büyük ve azametli  evet.
Hocamın şu ifadelerini alalım.

Kırkıncı Hoca Yavuz ile ilgili kitabında devlet konusunda konuşur. “Devlet bir şahsı manevidir. En kötü devlet  devletsizlikten binler kat daha iyidir. Dinimizde devlete karşı ayaklanmak  kuvvet kullanarak  iktidarı ele geçirmeye çalışmak  ve fitne çıkarmak  kesinlikle yasaktır. Bir ayette mealen şöyle buyurulmaktadır. “Fitne katilden daha şiddetlidir” (Bakara ) Elbette ki devletin  fitneyi defetmek için bazı caydırıcı müeyyideler uygulaması en birinci vazifesi ve hikmetin gereğidir. Başka bir ayette şöyle buyurur” eğer müminlerden  iki grup birbiriyle vuruşurlarsa  aralarını düzeltin , şayet onlardan biri  hala ötekine saldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın .Eğer Allah’ın emrine dönerse artık aralarını adaletle düzeltin  ve her işte adaletle davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever." (M Kırkıncı, Y S Selim s 220)

Bediüzzaman Otuz Bir Mart’ta yargılanırken Yavuz gibi Anadolu ve İslam birliğini temin için çalıştığını beyan eder.

“İşte ben bu ittihadın (İslam birliği ve Anadolu birliği) efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim. 

Elhasıl: Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddîn-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş: 
İhtilâf u tefrika endişesi 
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni. 
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz, 
İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni. 

Ben zahiren buna teşebbüs ettim, iki maksad-ı azîm için: 
Birincisi: O ismi tahdit ve tahsisten halâs etmek, umum mü’minlere şümulünü ilân
etmek. Tâ ki tefrika düşmesin ve evham çıkmasın. 

İkincisi: Bu geçen musibet-i azîmeye sebebiyet veren fırkaların iftirakının, tevhid ile önüne set olmaktı. Vâ esefâ ki, zaman fırsat vermedi. Sel geldi, beni de yıktı. Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı. Ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de maalmemnuniye ref’ oldu. 

Ben ki âdi bir adamım. Böyle meclis-i meb’usan ve a’yan ve vükelânın en mühim vazifelerini düşündürecek bir emri uhdeme aldım. Demek cinayet ettim.

Mehmet Kırkıncı Hoca da Yavuz Sultan Selim ile ilgili bir kitap yazmıştır. Onun Bedüzzaman'la nasıl aynı vadide gittiğini anlatmıştır. Yahya Kemal’in Selimnamesini sınıfta anlatırken öğrencilere o kitabı dağıtmıştım. Kırkıncı Hoca her İstanbul’a gittiğinde Yavuz Sultan Selim’in mezarına uğrardı, orada kalırdı uzun süre.

Kaynaklar:
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi¸ Cilt 2- Ank., 1995.
Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi¸ Cilt 2- İst., 1999. 
Ahmed Akgündüz, Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı yay., İst., 1999.
Yavuz Bahaduroğlu, Yavuz Sultan Selim, Nesil yay., İst., 2005.Mehmet Kırkıncı Yavuz Sultan Selim. Zafer yayınları.
Kenan Akyüz , Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi . 1968 ist

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (17)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.