Vicdan muhasebesi zamanı

Abdulkadir MENEK

''Şüphesiz ki bütün müminler kardeştir'' İlahi fermanı karşısında, bizim kardeşliğimiz ne kadardır? Bizler nereye kadar kardeşiz? Hoşumuza gitmeyen bir şey yapan mümin bir kardeşimiz, bu kardeşlik dairesinden çıkar ve bize düşman olanlar sınıfına girer mi? Şimdi vicdan muhasebesi zamanı.

***

‘’Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez. Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz’’  sözü hayatımıza ne kadar egemen oluyor? Hakkı biz nasıl algılıyor ve nasıl telakki ediyoruz? Biz her zaman haklı mıyız? Onun için de bizim ve bağlı olduğumuz lider veya şeyhin hakkı her zaman ve her şartta, herkesin hakkının önünde midir? Vicdani bir özeleştiri yapmak zamanı.

***

‘’Onlar kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler’’ İlahi emrini ne kadar yerine getiriyoruz? Bizim hoşumuza giden bir şey söyleyen veya yapan bir münkir, bizim yanımızda, bizim hoşumuza gitmeyen bir şey söyleyen veya yapan bir müminden daha mı sempatik geliyor? Biz böyle bir münkire karşı merhametli, böyle bir mümine karşı sert olabilir miyiz? Veya biz böyle bir durumda müminin karşısına geçip, münkir ve müfsit ile beraber olur muyuz? Kendi kendimizi hesaba çekme zamanı.

***

Bir mümin hakkında; en başta onun imanını, sonra binlerce güzel hasletini, ibadetini, duasını gözümüzün önüne getirerek ve bütün bunları şeriatın zahiri hükümlerine göre hak ve adalet terazisinde tartarak mı hüküm veriyoruz? Yoksa bizim hoşumuza gitmeyen bir haslet veya fiilini, kendi fikriyatımız ile tevil ederek, bunları son derece büyütüp, başka hiçbir güzelliği göremeyecek hale gelerek mi hüküm veriyoruz? Adil ve hakperest bir mukayese yapmak zamanı.

***

İman ve Kur’an’a sadakatinden şüphe etmediğimiz bir kardeşimiz, bizim veya bizim mensup olduğumuz bir Zat hakkında herhangi bir tenkit yaptığı zaman, biz hiçbir şekilde bunları kabul etmeyerek, bizim bağlı olduğumuz Zat’ın asla hata yapmayacağı anlamına gelen tepki ve öfke ile şiddetle mukabelede mi bulunuruz? Yoksa bunun mümkün olabileceğini, bu yapıcı tenkitlerin düşünülebileceğini, insanların hatadan hali olamayacağını ifade edip, bunun için gereken muhasebenin yapılması gerektiğini ifade mi ederiz? Kendi kendimizi gerçek bir muhasebeye tabi kılmak zamanı.

***

Kardeşlik iyi günde de, kötü günde de bir ve beraber olmayı zorunlu kılar. İyi gününde kardeşine sırt çeviren, kötü durumda bulunan kardeşine yardım etmeyen, el uzatmayan, destek olmayan, hatta ve hatta kardeşine hayat hakkı tanımayıp, bütün zemini kendisi için isteyen ve zorlayan insanların, zor bir duruma düşünce kardeşini yardıma çağırması, hatta yardıma gelmeyenleri korkunç bir şekilde suçlamalarının hiç bir haklı ve vicdani tarafı olabilir mi? Böyle durumlarda, sıkıntılı gününde ihanet ve tahkir gören insanların yine de yardım etmesi ise elbette büyük bir fazilet ve âlicenaplıktır. Fakat karşı karşıya gelenlerin her ikisinin de kardeş olmaları durumunda ve haklılık veya haksızlıklarının dengede olması durumunda; kötü gününde yardımını gördüğüne mi destek olacak, tezyifine maruz kaldıklarına mı yardım edecek? İşte İslami, insani ve vicdani olarak iyi düşünüp karar verme zamanı.

***

’Her zamanın bir hükmü var. Zaman kaydını izhar ederse itiraz olunmaz.’’ Değişen ve gelişen şartları iyi okumak ve takip etmek gerekir. Herhangi bir konuda esas olanı tahkim ve takviye aklın ve ilmin gereğidir. Yardımcı ve destek olan unsurlardan ziyade, esas unsurların kuvvet ve bekası önemlidir. Bir konuda esas dururken ve bu konuda imkânlar sunulurken, teferruatta ısrar etmek ve bunlara yoğunlaşmak inandırıcı olabilir mi? Meselenin özüne daha fazla himmet ve hizmet etme zamanı.

***

Denizleri ve okyanusları aşıp derelerde boğulmamak gerekir. İmani ve Kur'an'i hizmetler; her alanda, her zeminde çok büyük mânialar bertaraf edilerek, çok badireler aşılarak bugünkü önemli seviyeye geldi. Herşey bitmiş değil. Daha ulaşılması gereken insanların haddi ve hesabı yok. Güç derdine düşüp bu büyük neticeyi heder etmeye kimsenin hakkı yok. Böyle bir hezimetin neticesinde, ilahi mahkemede karşımıza çıkarılacak hesabın ağırlığını düşünmek zamanı.

***

Kardeşlik hukuku, birbirini anlamaya çalışmak ve bunun için fedakârlık yapmayı gerektirir. Her iki kardeşin de zararını isteyen insanları sevindirecek ve onların elini güçlendirecek bir tavır içine girmek, kardeşliği bitirmek anlamına gelir. Kardeşlik, bazı maddi hesaplar veya ahiretimize zarar vermeyecek manevi hesaplar için dahi tahrip edilmeyecek kadar değerlidir. Kardeşliği baki kılmak ve Kâinat Sahibinin hoşnutluğunu kazanmak için neler yapmamız gerekir? Muhabbet ve anlayış ile davranıp, müminlere yakışan bir tavır içinde olup olmadığımızı test etme zamanı.

***

Rabbime şükürler olsun. İslami hizmetlerde büyük gelişmeler sağlandı. Çok iyi bir noktaya gelindi. Demokratik olarak da çok önemli adımlar atıldı. Burada herkesin emeği ve katkısı var. Bu şeref bütün Müslümanlara ve hizmet gruplarına yeter. Benim hizmetimle, partimle, okulumla, camiamla, tarikatımla, derneğimle, cemaatimle, gazetemle bu noktaya gelindi diye koşmak Müslümana yakışır mı? ‘’Şunu yapmasaydım, bu neticeler elde edilemezdi’’ denilebilir mi? Rabbim birilerini çalıştırıyor. Bazılar olmazsa, başkaları hizmette istihdam edilir. Bunun şerefi manevidir ve herkese yeter. Birisinin çok fazla sevap kazanması, diğerine sevabına ve manevi makamına engel olamaz. Güç, manevi ganimet ve şeref bütün Müslümanlarındır. Kavga zamanı değil. Şükür ve iltica zamanı.

***

'’Euzu billahi mineşşeytanı ve siyaseti'' sözünün ağırlığını ve derinliğini iyice tefekkür ve müzakere etmek gerekir. İslami ahlak ve hassasiyetlerin büyük oranda aşındığı ve tahrip edildiği bir zamanda cemaatler ile siyasetçiler arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini en güzel bir şekilde Üstad Bediüzzaman ortaya koymuş ve bunu bütün hayatı boyunca fiilen yaşamıştır. Hizmetlerinin başarılı olmasının alt yapısında bulunan en önemli unsurlardan bir tanesi de hayatı boyunca özen ve hassasiyetle koruduğu bu çizgidir. Türkiye'deki dini hizmetlerin, diğer İslam ülkelerinden de en büyük farkı budur. Bu müstakimane hizmet metodunun derinliğini düşünmek ve anlamaya çalışmak zamanı.

***

İnadın gözü kördür. İnatçı insanlar meleği şeytan ve şeytanı melek gibi görme gafletine düşebilirler. İnat bineğine binenler bazen çok önemli sebeplere bile yanlış mana verir, çok aleni ve zahir hususları bile görememe gibi bir yanlışa ısrarla devam ederler. İnsanlara hata yaptıran en önemli sebeplerin başında gelen inadı ve tarafgirliği terk etmeden, müzakere veya tartışma halinde bulunduğumuz kardeşimizi anlamak ve onunla sağlıklı bir münasebet kurmanın imkânı yoktur. Mümin kardeşlerimiz ile aramızda bulunan problemlerin ne kadarının bizim inadımız ve tarafgirlik duygularımızdan kaynaklandığını ciddi bir şekilde vicdanlarımıza sormanın zamanı.

***

Benlik ve enaniyet, bu zamanda çok revaçta olan bir meta haline gelmiş. Bu enaniyetin çok farklı boyutları var. Şahsi enaniyetin yanında grup ve cemaat enaniyeti, meslek ve ırk enaniyeti gibi çok enaniyet çeşidinden bahsedilebilir.  Enaniyetin insan ruhunda hükümran olmasından dolayı başka insanlarla münasebetlerde ciddi problemler yaşanmaktadır. Enaniyet insanlara menhus bir lezzet, kendini beğenmişlik, gurur ve önyargılı bir bakış açısı verdiği için, başka insanlar anlaşılmak ve uzlaşılmak için dinlenilmez. Açıklarını bulmak, hata ve eksikliklerini yakalamak için dinlenilir. Bu da anlaşma ve uzlaşmanın bütün yollarını kapatır. Enaniyetten ve ön yargılardan sıyrılarak, birbirimizi anlamak için samimi olarak ve kardeşçe dinlemeye gayret göstermenin zamanı.

***

Müminler arasında cereyan eden, zaman zaman şiddetini büyük ölçüde artıran, ehl-i küfrü ve dalaleti de çok sevindiren tartışmalar, ruhumuzda ve gönlümüzde büyük yaralar açmakta, kalbimizi kanatmaktadır. Bu dehşetli vaziyet karşısında zaman zaman, bizim İslami anlayışımızın neresi problemli diye kendi kendime soramadan edemiyor, bu toz ve duman arasında bocalayıp duruyorum. Gönlümün yaralarının dermanı nerede? Şaşkın ve perişan dolanıp duran şu serseri gönlümü teskin etmek için Kur'an iksirinden başka çare bulunabilir mi?  Kur’an’ın huzur ve sükûnet iklimine sığınmak zamanı.

***

ELHASIL: İşte, ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl (korku ve dehşet) ve mesâibin(musibet ve felaket) kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.(Mektubat, sayfa 260)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.