Vicdan

Nebi YANAL

 
Seksen senelik şu fani dünya hayatımda dünya zevkleri namına hiçbir şey tatmadım. Hiçbir dünyalığa,geçici heveslere imanımı satmadım.Makam-mansıp,zevk-sefa,maişet,evlat-i üyal ve daha nicelerine dalıp hiçbir zaman ahiretimi unutmadım,diyor bütün Nur yüzlü zatlar…Bu şuuru kazanmak,bu şuuru yakalamak en önemlisi de bu şuurla yaşayabilmek kolay mı?

Bu şuura ulaşan biri herhalde melekleri görebilecek seviyededir diye geçiyor içimden veya bunların içinde bir münker ve nekir var diyorum.Çünkü sorgu meleklerini bilen,onların ne soracağını bilen insan hayatını ona göre düzenler. Sorulacak sorulara yaşayarak daha dünyadayken cevap gönderir. Her anını hesap verme korkusu ve O’na ulaşabilme umuduyla yaşar. Havf ve Reca köprüsünü yıkılmamak üzere gönlüne kuran nadide insanlar zümresine girer…

Münker ve nekir deyince aklıma hep şu menkıbe gelir; Allah dostunun birisi bu sorgu olayını çok merak eder, çok araştırır.O kadar çok içli dışlı olur ki geceleri rüyalarına girer hale gelir. Bir gün rüyasında Hz.Hamza’yı görür. Hz.Hamza şehit olur. Şehitlerin seyidi olur… Ve öteki alemde sorgu meleklerini beklemektedir. Sorgu melekleri gelir ve sadece adın nedir,diye sorabilirler. Hz.Hamza o kadar heybetlidir kendinden o kadar emindir ki; ’’Beni bırakın da siz kimsiniz der!’’ Melekler cevap verir; “Münker ve Nekir…” Hz.Hamza; “niye geldiniz?”
“-Seni sorgulamaya geldik.Verdiğin sözü unutup unutmadığını öğrenmeye geldik” derler…
Hz. Hamza; Rabbiniz kim?
“-Allah (c.c)”
Hz. Hamza; “Peygamberiniz kim? Kimin ümmetindesiniz?’’ adeta Münker ve Nekir’i sorguya çeker. Hz. Hamza daha dünyada yaşarken bu soruların cevabını eşsiz yaşayışıyla verdiği için ona bu soruların sorulması sadece tekrar olurdu; sorgulama, hesap sorma olmazdı. Allah herkese Hz. Hamza’yı anlama, kalbinde yaşatabilme veraseti versin. Biz onun yaptığını yapamayız ama en azından sorulduğunda Rabbimizin ismini söyleyebilsek yeter. Bu menkıbe Hz. Hamza’ya olan sevgimi ve hayranlığımı bir kat daha arttırmaktadır. Hz.Hamza; Peygamber Efendimizin koruyucusu, Peygamber Efendimizin amcası, Allah’ın aslanı, şehitlerin seyidi HAMZA… Ona soru sormak kolay mı?

Biz kendimize dönecek olursak, işimizi ahirete bırakırsak işimiz zor.             Yaptıklarımız incir çekirdeğini doldurmaz. Ama enaniyet dağlar kadar.Neyse ki Rahman ve Rahimiyetini hiç üzerimizden eksik etmeyen,merhametinin gölgesinden bizi hiç çıkarmayan yüce Rabbimiz;biz vefasız kullarını o kadar çok seviyor ki!  Kendi güzelliklerinden bize de veriyor, tecellilerinden ruhumuza üflüyor. ”Bana ulaşamayıp; kendilerine bakarlarsa ondan da bana gelsinler” diye: Ona ulaşmamız için nur kırıntıları bırakıyor önümüze.Bizi bu alemin halifesi ilan ediyor,kötü yola düşmeyelim diye cenneti ve cehennemi bize anlatıyor,vaat ediyor.Daha sonra onun mikro boyutunu dünyada  gösteriyor.Bize kendisini tanıtmak için tecellilerini nakşetmiş cümle aleme.Bu da yetmemiş;içimize aşkı,sevgiyi koymuş.Bu tecellilerimden birini sevip bana ulaşırlar diye. Mecazi aşktan ilahi aşka köprü yapmış, sırf O’na ulaşalım diye… Bu kadarıyla da yetinmemiş, bizim içimize küçük bir mahkemeyi kübra kurmuş,sorgu melekleri yerleştirmiş. Adına da vicdan demiş.Belki kullarım bu manevi elçiliğime uğrarlar; ne yapacaklarını sorarlar, yaptıklarının muhasebesini yaparlar diye.Gece kafalarını yastığa koymadan önce kapısını çalarlar;her ayın, her senenin sonunda kendi mahkemelerinde kendilerini yargılarlar diye!

Rahmetine bin canlar feda, yüce Rabbim bize bu kadar kapı açmış, yol göstermiş, haritasını,pusulasını yollamış, Ona ulaşalım diye. Peki biz bu işin neresindeyiz?Vicdanımızın sesini dinliyor muyuz?Vicdan muhasebesini yapıyor muyuz?Maalesef bu sorulara olumlu cevap verme oranımız çok düşük. Zaten vicdan mahkemelerinin içlerinde yer eden topluluklarda bu soruları sormanıza gerek kalmaz.Toplumun yaşayışı,gelişmişlik seviyesi,suç oranı size bunu bildirir.İnsan eliyle yapılan hiçbir anayasa; vicdanın verdiği huzuru veremez.Mutluluğu tesis edemez.Biz o kanunları anayasa yerine kalplere koymadığımız sürece toplumumuzun ve ülkemizin,buna bağlı olarak da dünyanın düzelmesi imkansızdır…

Ömrünün sonuna kadar ne yapacağını ikinci bir defa düşünmemiş,ben ne yaptım,ne yapıyorum diye faaliyetlerini sorgulamamış bir insanı vicdanıyla tanıştırmak bayağı zordur.Ama ona vicdan gibi bir nimetin bize verilmiş çok büyük bir hediye olduğunu bir anlatabilsek; doğru yolu bulmak için verilen bir pusula, yanımızda taşıdığımız yalan makinesi olduğunu bir anlatabilsek, vicdanlar içlerden gelen bir ses olmaktan çıkıp;baş ucu kitabımız, başvuru yaptığımız akıl hocamız olacaktır.Buna canı gönülden inanıyorum.
Ve şöyle dönüp akıl hocama bir soru yöneltiyorum;Bizim yaradılış amacımız nedir?
-‘’İnsanın varlığından gaye;Allah’a iman etmek.daha sonra O’nu tanımak,sonra O’nu sevmek ve bu sevgiden gelen zevki ruhaniyi tadarak,bu zevkin kesintisiz ve kemaliyle yaşayacağı Ahret’e hazırlanmak olduğu içindir ki,dünyada insanla alakalı meselelerin en önemlisi iman meselesidir.dolayısıyla insanımızın bu imanı elde etmesinde üzerimize düşeni yapmak da hayatımızın birinci gayesi olmak zorundadır,’’diyor.
Allah’ı nasıl tanıyacağım,O’nu nasıl seveceğim,diyorum. (Çünkü insan aklı O’nu idrakten acizdir,tam manasıyla sevmekten bile uzaktır.)
-Aşk, aşk, aşk diyor.

Biz aciz kullar onu bile beceremiyoruz. Onun bile içini boşaltmışız. Onun bile anlamını bozmuşuz. Anlamını kaydırmışız. Ben vicdanımın neyi kastettiğini biliyorum ama nefsim ve şeytan bırakmıyor ki aşık olayım… Bırakmıyor O’na giden yolu bulayım… Aklıma ilk olarak mecazi aşk geliyor. Mecazi aşktan ilahi aşka ulaşabilir miyim, diyorum.
-Önce nefsin sağdan yaklaşmalarına dikkat et,diyor.Sonra da bir hikaye anlatıyor;Zamanın birinde bir genç çarşıda gördüğü bir huri misal güzele aşık oluyor.Onun aşkından derbeder oluyor.işini,namını,şanını-şöhretini en önemlisi kendini kaybediyor.Bu derdi aşabilmek için kapı kapı derman arıyor.Aşkına çare arıyor.Derman ararken derdine dert katıyor.O kızın padişahın kızı olduğunu öğrenince iyiden iyiye çöküyor.Arkadaşlarından biri bir akıl veriyor.Falan zata git.O sana yardım eder diyor.Genç aşık zatın yanına gidiyor.Derdini anlatıyor.Boynunu büküp çare dileniyor.Zat ona bir fikir veriyor.Bir mağaraya götürüyor.Ve burada kalmasını;yemeden içmeden başka hiçbir şeyle ilgilenmeden,sadece ALLAH demesini istiyor.Genç aşık hemen kabul ediyor.Gece gündüz Allah diyor.Kurda kuşa,gelene geçene,selam verene, herkese Allah diyor.O zat akşamları gelip ona hem yiyecek-içecek getiriyor hem de moral veriyor.Günler geçiyor.Bir ay doluyor.Şehirde dilden dile bu aşık dolaşıyor.Halk bire bin katarak padişaha bu derviş görünüşlü genci anlatıyor.Yemiyor,içmiyor,selam vermiyor.Sadece Allah diyor.çocuğu olmayanlara çare,hastalara deva,borçlulara eda dağıtıyor,diye övüyorlar. Padişah da o kadar etkileniyor ki böyle bir zat mağarada yaşayamaz. Şehrimize gelsin, ne isterse verelim, diyor. Ne emrederse yapalım,hizmette kusur etmeyelim diye en güvendiği hocasını,şehrin alim zatlarından birini çağırıyor. (Bu zat da aşığı mağaraya götüren zattır).Padişah alime;yarın gidip şu Allah dostunu ziyaret edelim, diyor.Anlaşıyorlar ve zat ayrılıp mağaraya aşığın yanına geliyor.Aşığa diyor ki;Padişah seni şehirde ağırlamak istiyor. Sana ne teklif ederse Allah de, kızını teklif edince olur de,diyor.Aşık tamam diyor.

Padişah gelip meramını anlatıyor.Size dergah yapalım.Bize de şevk verirsiniz diyor. Aşık Allah diyor.Divanımızda baş köşemizi paylaşın diyor. Aşık Allah diyor. Padişah ülkemizi yönetin diyor. Aşık Allah diyor. Padişah yanındaki hocasına dönüp diyor ki; Hocam ne yapsak da Allah dostunu ikna etsek, gönlünü hoş etsek diyor. O zat da; kızınızla evlenmeyi kabul ederse ömür boyu burada kalır, diyor. Padişah kızımla evlenmeyi niyaz buyursanız deyince; Aşık kendinden geçiyor.
-Ya Rabbi bir kız için kırk gün Allah dedim,padişahları ayağıma getirdin.Bir kız için kırk gün adını söyledim;asalet verdin.Bir kız için kırk gün adını söyledim,bir kız için Rabbim… Kız da sizin olsun, kızlar da! Ben seni istiyorum Ya Rabbi demiş ve olduğu yerde can vermiş. ’’Tarihe aşk şehidi’’olarak geçmiş.Asıl aşık olunması gerekene Aşık olarak!

Söyleyecek söz bulamadım.Aklıma başka bir aşk şehidi geldi.Baktığı her yerde aşkını gören aşık,aynaya bakınca kendimi tespih etmek istiyorum,diyen bir aşık. ’’Enel hak’’ deyince onu anlamayanlar tarafından şehit edilen aşık... Aynada o cismaniyetini değil O’nu görmüştü, O’nun nurunu görmüştü…
Molla Cami’nin dediği gibi “her şey yalan tek gerçek Allah”tır.
Şimdi olduğu gibi eskiden de maddeci düşünce, materyalist felsefe Müslüman kesimde dahi ciddi bir yıkım meydana getirmiş. Camiye gelen beş vakit namaz kılan hatta hayatını mukaddes mana ve mefhumları anlatmaya adadığını zanneden nice insanlar vardır ki; bunlar bilerek veya bilmeyerek maddede takılıp kalmışlar ve anlattıkları her şeye maddeyi payanda yapmışlardır. Kendinden sonrakilere maddeyi, maddeciliği, içi boş sistem ve kanunları bırakmışlardır. Yüce rabbim; bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlarımızı affetsin…

Bizim için esas olan O’nun rızası olmalı.O’nun rızası her şeye yeter.Bütün dünya sana aşık olmuş,onun rızası yok neye yarar.Onun rızası varsa bütün dünya küsse ne kıymeti var.Öyleyse her şeyimizde O esas olmalı,O hedef olmalı ve bütün davranışlarımız, düşüncelerimiz O’na endekslenmeli…
İranlı bir şair; ’’Aşka uçarsan kanatların yanar’’diyor.
Mevlana da ‘’aşka uçmayacaksa kanat neye yarar’’ diyor. 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.