Vesveseler Hakkında Risale-i Nur Ders Notları

Erdem AKÇA

Vesvese lafzı, zelzele gibi, bir fiilin art arda tekrarlandığını bildiren fa’lele veznindendir. Bu manada vesvese, insanın iç dünyasında bir merkezden art arda yayılan sinyaller mahiyetinde bir konuya dair olumsuz içerikli bilgi formatı demektir. Vesveseye benzer mahiyetli olan şübhe ise, hakikate benzeyen fikir ve bilgi demektir. Şübhe vesveseye göre, daha çeldirici, aldatıcı ve kendine odaklayıcı mahiyet arz eder. Şetm ise, doğrudan hakaret, küfür ve inkar içerikli bilgi ve itham demektir. Vesveseler, duygu dünyasında meydana gelen yaralanmalardan doğan, duygusal düzeni belirleyen fıtrat kodlarına muhalif içerikli bir yapıyı teşkil eder. Duygusal yaralar, tedavi edilmedikleri durumda kişinin kalb ve ruhunu hasta ederek merhametsiz bir kalb, şefkatsiz bir ruh haline doğru ilerler. Neticede kendinden başkasını düşünemez, ona değer veremez bir bencillik duygusal zedelenmenin nihai sonucudur. Şübhe ise, düşünce dünyasında meydana gelen zedelenmelerden hasıl olan, düşünce mekanizmasını belirleyen fıtrat kodlarını rayından çıkartan bir mahiyet sahibidir. Bu raydan çıkış kişiyi kendisindekinden başka her türlü düşünceye karşı şüphe ile yaklaşan bir septik, daha ileride deistik ve çok daha ileride agnostik bir ruh haline ve aklî kargaşa ortamına götürür. Bu çerçevede kişinin iç dünyasında çınlayan vesvese, şüphe ve şetm tarzı söz ve fikirler içinde insanın zararından kurtulması en kolay olan grup şetm (sövgü), en tehlikelisi şüphedir.

Vesveselerin ilacı, kudsiyet tecellisi ile duygusal bir temizlik yaşamaktır. Bunu sağlayacak unsur, kalbî manada zikr-i İlâhîdir. Fikrî boyutta ise, hakkın kudsiyetini müzakere ile kişinin dünyasında netleştiren “hikmet”tir. Fiziksel boyutta ise, ferdî ve daha ileri boyutta toplu halde yapılan ibadetlerdir. Ayrıca duygusal boyutta tedaviye vesile olan mal ile hayır yapma, bedenî kuvvetlerini hayra sarfetme, işlediği günahı düşünerek ve içinde rahatsızlığını hissederek yapılacak bir istiğfar ve alınacak tövbe kararının ikrarıdır. Carl Jung, kudsiyet ile ve Kutsal Olan ile temas anlarını “hayatının en mutlu anları” olarak ifade eder. Bu temasları “Numinosum” olarak isimlendirir. Psikiyatri dünyasında bu konuya bir misal olur. Psikanaliz ile ilgilendiği saha tam manasıyla mazinin duygusal travma, kırılma, yaralanma ve sapmaları olan Sigmund Freud’un kendisinin nevrotik ve duygusal kriz içinde bulunan hali gösterir ki kendisi vesveselerinin esiri ve duygusal manada hasta biridir. Onun ile ilk görüştüğü anda kendisinde bu intiba oluşan Carl Jung’un ifade ettiği üzere…

Şübhelerin ilacı, zâhiren doğru görünen fakat özünde karanlık ve ateş bulunan düşünceleri derinliğine ele almak, gelişim sürecini dış dünyada test etmek, o fikrin beyanda bulunduğu sahada kuşatıcı hakiki bir bilgiye erişmeye çalışmaktır. Birçok fikir makul gözükse de dış dünyada meşhud olamamaktadır. Dış dünya, hak boyuta gelen hakikatler dünyasıdır. Bir fikir hakka dönüşemiyorsa hakikat olduğu meçhul ve şüphelidir. Bu manada zihnî manada makul görünen şüphelerin dış dünyada sürekli gerçekleşen bir kanun şeklinde karşılığı yoksa o fikrin hakikat olmadığına bu net bir delildir. Bu şekilde fikirler, öncesi-sonrası-zâhiri-bâtını şeklinde dört yönden ele alınarak hakikat ve hak mihengine vurulur. Her cihetten sağlaması yapılabiliyorsa altındır, sağlaması yapılamıyorsa bakır hükmündedir, kıymetsiz ve önemsizdir.

Vesvese ve Şüphelerin Dört Kaynağı

İnsanın vesvese ve şüphelerinin çok sayıda kaynağı olmakla beraber kategorize edildiğinde dört temel grupta ele alabiliriz:

a) Nefsinin zaaflarına tabi olmakla Allah'ı unutması, Allah'ın da ona kendi nefsinin mahiyetini unutturması ve bunun neticesinde bir kıl gibi zayıf olan enaniyetinin, kalın bir halat haline gelmesi; sonrasında enaniyetinin kibir ve gururuyla insanın kabından taşmasıdır. Enaniyet, insanın vesveselerinin temel bir kaynağıdır. Çünkü enaniyet insana, kendini kâinatın merkezi gibi görme algısı verir. Fakat kâinatın düzeni insanın heveslerine göre dizayn edilmediğinden enaniyetli insanın düşünce ve duyguları kâinattaki kanunlarla çarpışır. Bu çarpışma onun kalb ve ruhunu yaralar; bu yaralardan da vesvese ve şüpheler doğar. Allah'ı ve düzenini sorgulamaya başlar. Bu bölümün ilacı, Allah'ı zikretmektir. Zikirsiz fikir, şa're-i enaniyettir. Zikirli bir fikir ise, hüviyet ve şuur-u hakikidir.

b) Bütün canlıları kendisi ile kıyaslamak ikinci vesvese kaynağıdır. İnsanın bilgi kaynağı ya akıl ya nakildir. Eğer bilgi kaynağı olarak vahyi baz almazsa, mecburen kendi hayatını ve düşüncelerini kaynak olarak görür. Her şeyin düşünce ve duygu dünyasını kendisiyle kıyaslayarak anlamaya çalışır. Bundan dolayı rahat içinde, güvenli, huzurlu ve masum bir şekilde dinlenen hayvanları düşünceli, mahzun ve hali perişan vaziyette zanneder. Ferah ve keyif içinde rakseden canlıların o halini, gam ve keder içinde bir ızdırab ve titreyiş vehm eder. Bunun sebebi algıda seçicilikle ve projeksiyonla, kendi iç dünyasındaki manzarayı hayvanlara giydirmesi, onları kendi algıladığı gibi olmaya zorlaması, onları kendine benzetmesidir. İmkanı olsa onları de kendi gibi yapar. Bu safhada hayvanların başına gelen olumsuz hadiseler, yaralanmalar, ölümler, musibetler hakkında düşündüğünde hepsi bir vesvese kaynağı olur. Kalb ve ruhunun yaraları küllileşir. Kur'an’ın münafıklar için, "kalblerinin içi yaralı"[1] demesi çok manalıdır. Müşriklerin de "ruhlarının içi yaralı"dır diyebiliriz. Bu bölümün ilacı, zikri küllileştirmek; tefekkür gözüyle de, Allah'ın rahmetiyle yaratıp beslediğini şefkatiyle himaye edip koruduğunu ve onları idare ettiğini görmeye çalışmaktır.

c) Akıl ve nazarının Zâhir tecellisine inhisar etmesidir. Zâhir isminin dairesinden çıkan bir şeyi yok oldu, diye tevehhüm etmesidir. Maddi hayat, Zahir isminin tecellisidir. Ölüm ise, her gece uyku ile test edilen manevi ve hakiki hayattır ki, Bâtın isminin tecellisidir. Enaniyet için mecburi istikamet zahire takılıp kalmaktır. İnsan ne kadar enaniyette ilerlerse o kadar zahirperest olur. Her şeyi zahir ile değerlendirir. Bu durumda kendi ölümü, hayvanların ölümü bir endişe, korku, telaş, vesvese kaynağı oluşturur. İşi Zahir ve Batın boyutuyla ele almak, hatta Evvel ve Âhir ile ele almak, hakiki ilme kişiyi eriştirerek bu konuya dair şifa boyutunu gösterir.

d) Tecelliyatın en yükseği, en uzağı, en gizlisi, en sade ve basiti olan Ehadiyet tecellisini, kesretin en çok inbisat ve intişar ettiği yer olan en geniş, en çok ve en rakik perdelerinden talep etmektir. Sünnetullah ve sebepler âlemi Vahidiyet tecellisine dayanır. Mucizeler, kerametler, ikramlar ise Ehadiyet tecellisine dayanır. Fakat Vahidiyet, Ehadiyet kadar içerik sahibi değildir. Vahidiyet, sıfat tecellisidir; Ehadiyet ise fiil-isim-sıfat-şen-zâtiyet tecellilerini kendinde cem' eden etemm tecellidir. Ehadiyetin cem'inde olmayan bir şey yoktur. Bu noktada Ehadiyet boyutuyla Allah her şeyi yapabilir. Fakat Allah'ın sevdiği hal, Vahidiyet tecellisine tabi olunmasıdır. Çünkü Vâhidiyette haysiyet-i İlâhî bütün ihtişamıyla belirir. Bu noktada enaniyetli kişilerin, kendilerine iman teklif edildiğinde " Bana bir mucize gösterirse iman ederim." demesi bu kısımla ilgilidir. "Madem her şeyi yapabilir neden yapmıyor? Veya bu aciz ve zayıf şeyi neden böyle yapmış?" gibi sorularla Ondan Ehadiyet tecellisi talebinde bulunurlar. Enaniyet ve insan ruhu ehadiyet tecellisine dayandığından insan bir şeye yöneldiği ve odaklandığında onda tam fani olur. Bütün fikriyatı ve hissiyatı ile onun içine girer. Sonra hakkında tefekkürde bulunduğu bir hayvanı kendisi gibi vatan hasreti yaşayan, rızık endişesi taşıyan, akıbetini sorgulayan, hüzünlü bir şekilde tasavvur eder. Oysa hakikatte böyle bir şey yoktur. Bu bölümün ilacı ve vesveselerin tedavisi, ihlas ile Allah rızasına odaklanmaktır. Onun iradesinde erimek, takdirlerinden razı olmaktır.

Nefs-i Emmare ve Enaniyet Vesveseleri ve Şüphelerinin Farkları

Vesveselerin bir kısmı, nefs-i emmâreden kaynaklanıyor. Bu vesveseler, nefsin arınmaya başladığı durumlarda varlığını hissettirir. Özellikle namaza başlayan kişilerde namazda ortaya çıkması, namaz kılanların günahlarının neticesi olarak iç dünyalarında namaz, zikir gibi durumlarda araya girmeleri gösterir ki vesveseler, içteki yaralardan kaynaklanıyorlar. O yaralar, tabir caizse kurtlanmış yaradan kurtların çıkarılması gibi, vesvese kurtlarından temizlendikçe zihin ekranına ve kalb aynasına bu kurtçuklar sinyaller gönderiyorlar. Nefs-i emmâre tam tezkiye olana kadar bu süreç devam eder. Sonrasında kişinin tezkiye, tenzih ve terbiye yolculuğu şahsiyet ve enaniyet boyutlarıyla devam ettiğinden vesveseler varlıklarını yine gösterirler. Fakat nefsin ve enaniyetin vesveseleri farklı mahiyettedirler. Nefis, maddecidir; kudret görmek ister. Hemen olsun ister. Acelecidir. Keyfine uysun ister. Hırsını teskin bekler. "Allah madem Mutlak Zengin'dir, neden beni zengin etmiyor? Benim için bir mucize yapabilirse neden yapmıyor?" gibi kudret zuhuratı talep eder. Enaniyet ise takıntılıdır. Odaklanıcıdır. Israrcıdır. Saplantılıdır. Bir şeyde her şeyi görmek ister. Bir şey her şeye sahip olsun ister. Her şeyi yönetmek ister. Baskıcıdır. Sivri dillidir. Kibirlidir. Hor görücüdür. Alaycıdır. Üstünlük taslar. Bu tarz hastalıkları tedavi olmaya başladıkça insanın iç dünyasında vesvese-i enâniyet tebarüz eder. Zikre devam ile, ruhen terakki ile, namaza tam konsantrasyon ile, ihlasta ilerleme, Hak yolunda cihad ile kişi bunlardan kurtulur.

Vesveselerin bir kaynağı da yüzeyselliktir. Ki enâniyet vesveselerinin sebebidir. Bir sahada ihtisas sahibi olarak orada derinleşen kişinin dünyasında vesvese kalmaz. Hakikat net olarak görünür. Enaniyet, yüzeysellikten beslenir. Enaniyetin sembolü, buzdağıdır. Buzun hammaddesi sudur. Buz, suyun şekil almış, yüzeyselleşmiş, derinliğini kaybetmiş halidir. On binlerce metre derinliği olan bir buzdağı yoktur. Fakat su için bu derinlik mümkündür. Madde de buz gibidir. Kendisi bir yüzeysellik olup yüzeysellikten beslenen enâniyetin en sevdiği şey, kendisi de bir suret ve yüzey olan maddedir. Her şeyi maddede aramaktır. Madde, kudret okyanusunun buz tutmuş şeklidir. Her buz gibi, madde de erimeye mahkumdur.

İnsanın ilgi duyduğu sahada derinleşmesi, o sahada kendini gösteren İlâhî ilmi, kudreti, sanatı, hikmeti külliyetiyle perde perde temaşa etmesi insanı yüzeysellikten, enaniyetten, materyalist algıdan, dar bakıştan kurtarır. Onun ruhundaki hayret, haşyet, şevk gibi duyguları harekete geçirir. Şevkin hararetiyle benlik buzdağı erir, Hüviyet okyanusuna karışır. İnsandaki habl-i mesed haline gelen ve insanın ruhunu boğan şa're-i enâniyet aslî hüviyetine dönüp önce kıl gibi zayıf bir hale rücu eder, sonra bir şuur-u hakiki boyutuna yükselerek İlahî hüviyetin tecellilerini kendisinde gösterecek seviyeye yükselir. Habir isminden feyz almaya başlar. 

Bu noktada yol almak için san'at noktasında tefekkür, bulunmaz bir penceredir. Denizin dibindeki canlılardan, havadaki kartallara ve sineklere, toprağın altındaki solucanlardan, mikroplar ve virüslere, radyoaktif elementlerden metal-ametal-soygaz-sıvı elementlere, nötrino-kuark-proton-elektron gibi mikro boyuttan kuasarlar, karadelikler, gökada gibi makro boyuta kadar âlemler ölçülülüğü, dengeliliği, görsel yapısı, düzenliliği ve devamı ile muazzam bir sanat eserleri galerisi olarak görünüyor. Her akıl ve kalb ve şuur sahibi için bulunmaz bir nimet ve tefekkür malzemesidir. Bu tefekkürde sonsuz şekilde derinleşme ve ilerleme her şeyin Sâni-i Mutlak ve Sâni-i Kadîr'ini akla, kalbe, ruha net olarak gösterecektir. Derinleştikçe duygu dünyası da enginleşecek ve bu şekilde insan boynunu sıkan enâniyet urganından kurtulup rahat bir nefes almaya başlayacaktır. Kur'anın ilk inen suresinin Hz. Peygamber'e "kendi hilkat sürecindeki sanatı okumayı emretmesi" tesadüf değil, şuurî ve kasdî bir emirdir. (Badıllı Mesnevi-i Nuriye, Şule Risalesi)

[1] Bakara suresi, 12.

(Devam edecek)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.