Vatan Gazze’den Öte Suriye’den Beri

Misafir Kalem

Türkiye üç kıtanın tam da jeopolitik ortasında, adalet pergelini bağrına yerleştirip tüm kıtaları çevreleyen birlik hattını tesis edecek mühendislerini bekliyor.

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakubun milletine yani “İslam milletine” tabi olmanın önemine dikkat çeker:

“Ve atalarım İbrahim ve İshak ve Ya'kubun milletine ittiba' ettim, bizim Allaha hiç bir şey şerîk koşmamız olamaz, bu bize ve insanlara Allahın bir fazlıdır, velâkin insanların ekserisi şükretmezler.” (Yusuf 38)

 “Millet” kavramının Kur’an merkezli “millet-i İbrahim” kavramından koparılıp “asabiyet” anlamına hapsedilmesinden bu yana vatan, daha çok köyümüzdür, mahallemizdir.

Yani malın, mülkün edinildiği, orada doğmasan bile karnının doyduğu, daha çok maddi ihtiyaçlara cevap veren bir toprak parçası olmuştur vatan.

Hatta bir vatan içinde, coğrafyalar kadar vatanlar da doğmuştur bu parçalanma sürecinde.

Herkes kendi yöresiyle övünür, herkes kendi ilinin, kendi bölgesinin hatta kendi mahallesinin üstünlüğünü ispat için uğraşır.

Halbuki İstiklâl Marşı’nda bahsedilen “vatan” anlayışı ile bugünkü “vatan” anlayışımız arasında çok fark var.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

İşte Mehmed Akif’in bu mısraların içine gizlediği “Ebedî yurt” kavramı, vatanımızın sınırlar altına alınamayacak, coğrafyalar üstü kültürel bir genişliği olduğunu göstermektedir.

Buradaki “ebedi” kelimesi “inlemeli” fiilinin zarfı olarak okunmuştur daha çok. Ama bence Mehmed Akif bu kelimeye iki görevde de kullanmıştır.

Hem yurdumuz “ebedî”dir. Hem de ezanların kapsadığı o ulvi mana, sonsuza dek yurdumuzun üstünde inlemelidir.

Bu vatan, camilerinde özgürce ibadet edilebilen, ezanların özgürce okunabildiği her yerdir aslında. 

Gazze de, Arakan da, Balkanlar da, Asya da, Suriye de, Afrika da vatanımızın ebedi birer parçasıdır.

Mehmed Akif, “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinde vatanın sınırlarını daha da belirginleştirir:

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Burada geçen makber aslında vatandır. Çünkü şehitlerimizin olduğu her yer vatandır. Baş tacı Kâbe olan, gök kubbenin altındaki tüm coğrafyaları kapsayan “ebedi bir vatan

“Seni ancak ebediyyetler eder istiâb” mısrasıyla Akif, şehitlerimizin yurdu olan ebedi vatanımıza dikkat çekmiştir yine.

Vatan Şâiri Nâmık Kemal’in “vatan” anlayışı da Mehmed Akif’inkiyle paraleldir. Bakın Vatan’ı nasıl tasvir eyler Namık Kemal:

Git, vatan! Kâ’be’de siyâha bürün!
Bir kolun Ravza-yi Nebî’ye uzat!
Birini Kerbelâ’da Meşhed’e at!
Kâinâta o hey’etinle görün!

Bizde olması gereken en asgari vatan anlayışı budur esasında. Tüm dünyadaki Müslüman coğrafyaları içine alan ebedi bir vatan!

Bütün bu mısralar, Peygamberimizin “yeryüzü bana temizlik vasıtası ve mescid kılındı” hadisinin gölgesinde söylenmiş sözler gibidir.

Kürre-yi arzın tamamı Müslüman için bir mescidse, o halde Müslüman’ın vatanı bütün yer küredir.

İşte bu nedenle hicret kavramı ile Müslümanlık her zaman başbaşa gider. Hicret edilen her yer, ebedi vatanın bir parçası olmuştur artık.

Habeşistan, Medine, Endülüs, Filistin, Anadolu, İstanbul, Balkanlar Müslümanların hicret ettikleri yeni vatanları değil midir?

Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah’a hakiki kul olanlar için Allah’ın mülkü olan her yer bir seccadedir, bir mescdiddir.

“Doğu da, batı da (her yer) Allah'ındır; o hâlde nereye dönerseniz, artık orada Allah'ın râzı olduğu cihet vardır. Şübhesiz ki Allah, Vâsi' (rahmeti geniş olan)dır, Alîm (hakkıyla bilen)dir.” (Bakara 115)

Bizler Allah’ın kulları olduğumuza göre, mülkü sadece O’na ait olan bütün bu dünya bizim de vatanımızdır. Zaten Rabbimiz de kendisine ait olan yeryüzünün çeşitli yerlerine gitmemizi bizden istemektedir:

“...Melekler: «Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?» derler... (Nisa 97)

Evet bizler yeryüzü halifeleriyiz. Yeryüzünün bütün coğrafyalarını adaletle doldurmak bizim asli vazifemizdir.

Dini, dili, milliyeti, rengi ne olursa olsun, herkes için gerçek adalet istiyoruz. Gazze’de ya da Arakan’da acımasızca katledilen o çocuk için istiyoruz bu adaleti ve istemeye devam edeceğiz.

Günün birinde ebedi vatanımızın bütün toprak parçalarında özgürce yürüyeceğiz. Müstebid ve zalim bombalar Gazze’li bebeleri uykularından uyandırmasın diye...

İsrailli bebeğin geleceğinin garantisi de bizim adalet anlayışımız olacaktır. Savaşın, kavganın, nefretin olduğu topraklarda herkes şu an için yaşar. Bombalardan kaçmak için... Gelecek buğuludur, karanlıktır ve umulandır sadece.

Tüm yeryüzü sakinleri için güvenin, adaletin, barışın hakim olduğu yep yeni bir dünyayı inşa etmek adına, dünyadaki bütün köhnemiş kurumların değişmesi elzemdir.

Gazze, Arakan ve Suriye imtihanlarını geçemeyen BM değişmelidir, NATO ıslah edilmelidir. AB’nin mutlak refahın adresi olduğu yanılsamasından artık kurtulunmalıdır.  

Bütün milletlerarası kurumların köhneleşmiş, işlevsizleşmiş yapılarının canlandırıldığı yeni bir büyük dünya birliği oluşturulmalıdır.

Adalet pergeli Türkiye nokta-yı mihrakiyesinden hareketle Suriye sınırına çizdiği gibi, Gazze sınırına da bir savunma hattı çizmelidir.

İslam dünyası Gazze’yi, Filistin’i, Suriye’yi “ebedi vatanın” bir parçası olarak görmeli ve oradaki mazlumlara yapılmış her türlü müdaheleyi kendi halklarına yapılmış olarak kabul etmelidir.

Bu bakış açısı, çok kısa bir sürede İslam dünyasını kurumsal manada da birleştirecektir. Gerçekte kurtuluşun böyle bir büyük birliği kurmaktan başka da bir yolu yoktur.

Dünya vatanımızın sınırlarına dahil devletlerin yöneticileri “yarın yaparız” demeden, bir an önce Büyük Dünya Birliğini kurmak için resmi görüşmelere başlamalıdır.

Aşağıdaki mısraları kaleme alan Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’i bile 500 yıldır kabrinde bikarar eyleyen ayrılık endişesini yenmenin zamanı gelmedi mi artık?

İhtilâf ü tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni;
İttihadken savlet-i a'dayı def'e (
düşmanın saldırılarını def etmeye) çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni. (OD)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.