Varlığı tatmak ızdırabı

Alaettin TAŞKIN

Var oluşu kaynağına bağlamadan varlığı tatmak, bir çeşit varlığı tatmak acısına dönüşüyor. Çünkü insanın en birinci aşkı “var olmayadır”. Ve var olmak, insanın bütün arzularının merkezindedir. Var olmak, insanın bütün duygularının temelindedir. Yalnızca ben var olayım değil; gözüm var olsun, aklım var olsun, duygularımın her biri var olsunlar ve her bir özelliğimin en sıhhatli bir şekilde çalışmaları da var olsun, eksiksiz, aksamadan devam etsin istiyoruz.

İnsanın hayatındaki bütün uğraşları bir yerde var oluşunu “garantiye” alma çabalarıdır. İnsan için korku, var oluşuna zarar verilmesinden kaynaklanır. İnsan için sevinç ve mutluluk, temelde var oluşunu garantide görmesinden hâsıl olur. Örneğin sevdiğin gençliğin hiçbir zaman elinden alınmayacak; işte böyle bir varlık türü için can atar insan.

Var oluşa karşı bu özellikleriyle ve bu duygularıyla birlikte insan, kendisine baktığında var oluşunu garanti edebilmek için elinde hiçbir şey olmadığını görüyor. Üstelik insan, birtakım araçlarla, vasıtalarla da varlığının garantisini sağlayamaz olduğunu görüyor. Bu özellikleriyle ve bu duygularıyla insan, kendisini var oluşu karşısında en çaresiz bir durumda hissediyor.

İnsanın var oluşa karşı durumunun böyle olmasıyla birlikte her şeyin geçici, bitici, fani olması, var oluşu insan için bir “serap” hükmüne getiriyor. Yani, insan bu dünyada hep 'bir an'larda varlığı tadıyor. Lâkin aynı zamanda bu 'bir an'larda hep varlığının yokluğa gitmesini de tadıyor.

Varlık yokluk sarkacında bir var oluşu tadan insan için var oluşunun kaynağı bulunmadığı sürece 'varlığı tatmak' bir ızdıraba döner. Çünkü hem insan var olmaya en derin bir şekilde aşık ve var olmayı bütün duygularıyla en derin bir şekilde arzuluyor hem de her varlığı tatma tecrübesi insan için anında zıddına dönüşüyor. İşte böylelikle varlık yokluk sarkacında bir var oluşu tatmak, insan için 'varlığı tatmak acısı’na dönüşüyor. Evet, insan var oluşunu varlığının kaynağına bağlamadığında var oluşunun şuurunda olduğu sürece hep varlığı tatmak acısını tecrübe eder. İşte var oluşu garantileyecek kaynağı tanımayan bugünün materyalist dünyasında, insanın şuurunu kendi var oluşuna yöneltmesine engel olacak vesilelerin üretilmesine çalışılıyor. İnsanın varlığı tatmak acısını hissetmemesi, yani insanın şuurunu kendi var oluşunu düşünmeye yöneltmemesi için pek çok şey -maddî ya da manevî- sarhoş edici olarak görevlendiriliyor. Böylece insan, kendi var oluş gerçekliğini unutuyor ve ondan uzaklaşıyor.

Var oluşu kaynağına bağlanmadığında insan şuuru için var olmak, bir nevi varlığı tatmak ızdırabına dönerken; var oluşun kaynağını bulduğunda insan derin bir ohh çekiyor. Çünkü anlıyor ki kendisini var eden kaynak ancak tüm kâinatı var eden mutlak bir kaynaktır. O mutlak kaynak ise insana bu geçici, bitici, fani var oluş ile varlığı tattırdıktan sonra onu yokluğa mahkûm etmez. Ve varlığı tatmak acısına da mahkûm etmez. Çünkü geçicilikten hoşlanmamayı, ebediyen var oluşu arzulamayı insana veren kaynak, elbette insanı bu geçici, bitici yokluğa mahkûm etmez. Bu duyguları veren kaynak mutlak ise elbette bu duyguların karşılığını da verir.

İnsan, bu geçici, fani var oluşun kaynağının ancak mutlak Varlık olduğunu anlayınca o mutlak Varlık'a bağlanmakla var oluşun kaynağını bulmuş oluyor. Fani bir hayat düzeyinde gerçeklesen var oluşun kaynağının mutlak/sonsuz olması insana derin bir huzur veriyor. Çünkü var oluşun kaynağı mutlak/sonsuz ise sonsuza dek bir var oluşu insana verir. Böyle bir anlayış, ebedî var olmayı en derin bir şekilde arzulayan insanın tüm duygularını, ebedî var oluş mutlaka olmalı ve de o ebedî var oluş verilecek diye ikna ediyor. Böylece insan, bu dünyadaki geçici, fani hayatın, o mutlak kaynağı tanıması için bir imkân ve bir eğitim yeri olduğunu anlıyor. Ve insan, bu fani dünyada fani anları, lezzetleri tecrübe ederken duyguları bir yandan ebediyete, sonsuzluğa tutunduğu için cennetin manasını bu fani dünyada iken yaşıyor.

İnsanın varlığı tatmak ızdırabına karşı çare; şuuru var oluşa köreltmek, yani fizikî ya da manevî sarhoş olmak değil, var oluşun kaynağını sorgulamakla o kaynağı tanıyıp ona bağlanmaktır.

*Bu yazı, Mesnevî-i Nuriye kitabının "Zühre" risalesine dair yapılan 12-09-2017 tarihli 2. Ders kaynak alınarak hazırlanmıştır. İlgili derse şu linkten ulaşabilirsiniz: https://ha-mim.org/kayitlar

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.