Twitter baş belası mı?

Halil DÜLGAR

İnsan kör kuyuya da düşse ışığa olan umudunu kaybetmemeli, kızgın çölde susuzluktan ciğerleri parçalanacak dereceye de gelse hedefinde su olmalı, karakışın acımasız soğuğunda yaprak gibi titrese de yüreğini baharı müjdeleyen cemrelerle ısıtmalı. Aksi takdirde helâk olmaktan başka sonuç yoktur.

Binlerce kilometrelik yolcululuğun bir adımla, kocaman ateşlerin küçük bir kıvılcımla başladığı unutulmamalıdır. Yine unutulmamalıdır ki savaşılmadan kazanılan zafer, bedel ödenmeden ulaşılan nimet yoktur.

Hikâyeler ibret almayı bilenler için kimi zaman hakikatin kapısı, kimi zaman da çölün ötelerinde fışkıran su pınarlarını gösteren dürbün gibidir. Madem öyledir şu hikâyeye kulak verin lütfen.

“Ümitsiz değildi genç adam. Haksız yere atıldığı bu hapishaneden kurtulmanın, özgürlüğe kavuşmanın bir yolunu bulacağına bütün yüreğiyle inanıyordu.
Dışarıdan sigara, çiklet gibi şeyleri içeriye hileyle sokmayı başaran adamla tanıştı önce. Kısa zamanda onunla dost olmayı başarmıştı. Sonra bir küçük çekiç istedi o adamdan. ‘Tamam,’ dedi hapishanenin gediklisi yaşlı adam. ‘Yalnız benim düşündüğümü düşünüyorsan, küçük bir çekiçle firar tünelini kazman için beş yüz senelik bir ömre ihtiyacın olacak.’ Yıkılmadı, yılmadı, ‘Dostum,’ dedi. “Sen sadece istediğimi ver bana.’

Bir hafta sonra istediği çekiç elindeydi. Upuzun tünel bu küçük aletle kazılır mıydı? Büyük ihtimalle hayır, çok küçük bir ihtimalle evet; bu genç adam içinse kesinlikle evet… Bu tünel bu küçük çekiçle kazılır ve heyecan verici sevgiliye kavuşulur, özgürlükle sarmaş dolaş olunurdu. Çünkü bu genç adamın iki tane iyilik meleği vardı: Birinin adı sebat, diğerinin adı ise sabırdı.

Çok geçmeden işe koyuldu, artık geceleri uyumuyor tünel kazıyordu evet sadece tünel kazıyordu. Gerekirse bir ömür boyunca kazmaya razıydı. Ara sıra şeytanın baş askeri ümitsizlik, yüreğine çöreklenmeye çalıştığında iki meleğinden yardım istiyordu. Hemen ‘Sabır’ yetişiyor ve ‘Aydınlığa giden yol bu karanlık tünelden geçiyor, sabret ve devam et!’ diyordu. Takati tükenmeye yüz tuttuğunda ‘Sebat’ imdadına koşuyor ‘Mermeri delen suyun damlaları değil, sürekliliğidir; bu tüneli bu çekiç değil, senin azmin ve iraden bitirecek. Çoğu gitti azı kaldı, yolundan asla dönme devam et!’ diyordu.

Günler, aylar geçti… Hatta yıllar. Vazgeçmedi genç adam, bir miktar gençliğini kaybetse de. Işığı gördü sonunda. Ve sevgilisine kavuştu, özgürlükle ömür boyu nikâhlı kalmayı hak etti. Çünkü gereken bedeli ödemişti.”

Ezanın Türkçe okunduğu, Kur’an’ın yasaklandığı, camilerin samanlığa çevrildiği uzun, karanlık tünelleri çekiçle delerek geldik bu günlere. Darbeler gördük, muhtıralara şahit olduk, başbakanımızın idam sehpasında sallandığı, cumhurbaşkanımızın zehirlendiği zamanları yaşamak zorunda bırakıldık. Başörtü sebebiyle üniversite kapılarında hıçkırıklarıyla baş başa kalan kızlarımız, namaz kıldığı için ordudan atılan subaylarımız, şiir okuduğu için zindana atılan belediye başkanımız vardı bir zamanlar. Zulüm iliklerimize kadar işledi, ihanetin ağababasını gördük. Ve daha neler neler…

Sabrettik, sabırla dua ettik. Sebat ettik, haktan ayağımızı kaydırmadık. Ve günlük güneşlik günlere geldik. Okullarımızda Kur’an okunur, Efendimizin (asm) hayatı anlatılır oldu. Askeri okullarda Kur’an-ı Kerim seçmeli ders yapıldı. Başörtü zulümleri sona erdi, diktatör rektörler tarih oldu. Darbe yapanlar, halkı despotlukla yönetmeye kalkanlar mahkemelerde hesap vermeye başladı. Teröristler kanlı ellerini yıkamaya, memlekete tuzak kuranlar bedel ödeme başladı. IMF ve benzeri kan emici vampirlerin tehdidinden kurtulduk, ekonomi nefes aldı, zenginleşmek, büyüyüp gelişmek için atak yapar olduk.

Derken birkaç ağaçla tökezletmek, düşürmek istediler bizi. Eşkıyalık sistemini ağaç kılıfında yutturmaya çalıştılar bize. Okyanusları geçen bu millet boğulmaz elbette küçük bir çamur birikintisinde.

Bir Twitter içinde eriyip gidecek millet miyiz biz? Başbakan Twitter için “baş belası” demiş, hayır Başbakanım ne Twitter, ne Internet, ne de bilgisayar baş belası değil hatta şeytan bile baş belası değil. Bilakis şeytan cennete ulaşmamız için sırtımızda şaklayan bir kamçıdır, tıpkı nice şer zannettiğimiz şeylerin külli hayırlara vesile olması gibi. Malumdur ki bıçak caninin elinde cinayet aracı, doktorun elinde hayat kurtaran vasıta olmaktadır. Öyleyle Internet denilen Allah vergisi büyük nimeti Allah için kullanıp, zekâtını vermeliyiz; halkımızı bu yönde bilinçlendirip Twitter, Facebook ve benzeri sosyal medyanın doğru kullanılmasını sağlamalıyız. Bunun için adımlar atılmalı, projeler üretilmeli diye düşünüyorum. Yani karanlığa teslim edilen o yerler nura boyanmalı, nurani çiçekler açılmalıdır.

Artık mevsim bahardır, bundan sonra bu memlekete kış gelmez, hele karakış adımını atamaz eğer biz nimetin şükrünü eda etmeyip, nankörlükle mukabele etmezsek. Bu mevsimde karakışa sevdalanmak akıl karı değildir, sokaklarda arbede çıkarmak, yakıp yıkmak, gürültüyle patırtıyla yaygara koparmak bahar mevsiminde esen ve kısa zaman sonra geçip giden fırtınalardan ibarettir. Arada çıkan çatlak sesler ise kargalar nevindendir, itibara değmez.

Son sözü ümitsizliğin en çok hissedilmesi gereken zamanlarda, karakışın bütün dehşetiyle hüküm sürdüğü talihsiz bir mevsimde yaşayan ama asla ümidini kaybetmeyen, soğukların titretemediği, sıcakların terletemediği o büyük insan söylesin. Evet, Bediüzzaman Said Nursî şöyle diyor:
“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.”

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.