Tutukluluk, ayağımıza pranga

Abdulkadir SELVİ

Karl Marks'ın Kapital'i yazdığı binanın önündeki meydan cıvıl cıvıl...  Soğuk kış günlerinin ardından çıkan güneş insanın içini ısıtıyor.

Güneşin tadını çıkarmak isteyen Brükselliler ise kendilerini meydanlara, parklara ve sokaklara atmışlar.

Belçika'nın başkentini ilk kez bu kadar canlı görüyorum.

Bir gün önce bulunduğumuz Viyana'da da aynı sıcak hava ve canlı hayat vardı.

Marks'ın her sabah büyük bir zevkle çayını yudumlayarak penceresinden baktığı meydanda gençler uzanmış, güneşin tadını çıkarıyorlardı.

"İşte Karl Marks'ın ölümü. İşte kapitalizmin zaferi" filan gibi aklımın ermediği şeyler söylemedim elbette ki.

Sadece o sırada Suriye'deki çatışmalarda 60 kişi öldü haberine takıldım. İslam dünyasının güneşi ne zaman doğacak diye düşünmedim değil.

Abdullah Cevdet gibi Doğu ve İslam kompleksinin ürünü yaklaşımlara zerrelerim adedince isyan ederim.

Osmanlı'nın parçalandığı fetret döneminde dahi, "Ümitvar olunuz. Şu İstikbal inkilabatı içinde en gür seda İslam'ın sedası olacaktır" diyen Bediüzzaman'ı esas alırım.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile bulunduğumuz Viyana ve Brüksel'de, gözlemlerde bulundum.

Ecvet Tezcan büyükelçi olduğu dönemde, Viyana'nın yabancılara yönelik politikalarına yönelttiği eleştiriler nedeniyle iki ülke arasında soruna neden olmuştu.

Avusturya hükümeti, diplomasinin kendine has şıklığı içinde Davutoğlu'nu Türk çocuklarının da eğitim gördüğü bir koleje götürdü.

Türkler, her yerde aynı.

Türk çocukları okulun kapısında Davutoğlu'nu, "Ahmet abi" diye karşıladılar. Davutoğlu Dışişleri Bakanı ama halkla diyaloğu çok seviyor. Hele çocuklar söz konusu oldu mu gözlerinin içi gülüyor. O da yanlarına gitti, çocuklarla, "çak" yaptı. O çocuklar orada doğsa da, biz dünyanın çeşitli yerlerinde vatandaşlarımızla karşılaşsak da, her buluşma farklı bir heyecana neden oluyor.

Bir derse girdik. Çocuklar önlerinde bilgisayar ekranı, biyoloji dersi görüyorlardı. Orada tanıdım Yozgatlı Leyla ile Burdurlu Gülsüm'ü.

Pırıl pırıl çocuklarımız.

Gülsüm, "Başbakanımıza selam söyleyin" dedi. Leyla şimdiden çok özlemiş Yozgat'ı.

Orada ATİB'in düzenlediği bir toplantıda, Viyana'da yaşayan Türklerle bir araya geldik. Bu temasların her aşamasına Avusturyalı meslektaşı da eşlik etti.

Viyana'yı, parklarında insanların güneşlendiği bir havada bırakıp, AB Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılmak üzere Brüksel'e geçtik.

Tabii kendi aramızda bol bol, "Bu kez de Viyana kapılarından döndük" esprisini yaparak...

Davutoğlu akademisyen kökenli bir bakan olduğu için bulunduğu ülkenin entelektüelleriyle buluşmaya ayrı bir önem veriyor.

İran'da üniversite ve basın dünyasından etkili isimlerle bir araya gelmişti. Viyana'da basının etkili isimleriyle buluştu. 1973 yılından bu yana Viyana'da görev yapan Türk gazeteci Ali Haydar Yurtsever, Avusturya basınının ilgisini görünce, "Bu kadar ilgi göstermeleri ilginç. Yoksa bilmediğimiz yeni bir gelişme mi var" demekten alamadı kendini.

Brüksel'deki, "European Polics Center"daki toplantıda benzer bir havadaydı.

Davutoğlu'nun konuşmasını dikkatle dinleyen, yaşı 20'yle 65 arasında meraklı bir topluluk vardı. Gençler laptoplarına sürekli olarak notlar aldılar. Katılımcılar Suriye ve İran başta olmak üzere bölge sorunlarına Türkiye üzerinden bakan bakış açısına sahip sorular yönelttiler. Bu nokta benim açımdan önemliydi. Türk Dışişleri Bakanı ve Başbakanı artık ne diyeceği merak edilen isimler. Türkiye, uluslararası konularda alacağı pozisyon önemsenen bir ülke artık...

AB Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda da Suriye ve İran söz konusu olunca ilk söz, üye ülke statüsünde olmamasına rağmen Davutoğlu'na verildi.

"European Polics Center"daki toplantıda bir enstantane dikkatimi çekti. Belçika parlamentosunda başörtüsüyle yemin eden Hümanist Parti Milletvekili Mahinur Özdemir oradaydı. Belçika'da yüz akımız olan Mahinur Hanım toplantıyı izlerken hemen yanında başında kipasıyla bir Yahudi oturuyordu.

Mahinur Hanım, kendi ülkesinin parlamentosunda olsa bırakın yemin etmeyi, Genel Kurul salonuna bile giremezdi.

Madem AB'ye tam üyelik yoluna çıktık, bu konuya da neşter atmamız gerekiyor.

Bu milletin belli bir kesimi başörtüsü takıyorsa, başörtülü milletvekilimiz neden olmasın? Mahinur Hanım gibiler ne zaman TBMM'de yemin edip görev yapabilir işte o zaman biz Kopenhag Kriterleri'ni Ankara Kriterleri yaptık diyebiliriz.

Kılık kıyafet zorunluluğu olmamalı Meclis'te. Korkmayın kimse bikinisiyle gelmez.

İslam dünyasının doğru bir sese ihtiyacı var. Uluslararası zeminlerde ise Türkiye sözü daha çok dinlenen bir ülke haline geldi. Bunun kalıcı olması gerekiyor. Ancak her defasında karşımıza çıkan bir sorun var. Tutuklu milletvekilleri ve tutuklu gazeteciler. Ne dersek diyelim kendimizi anlatmakta zorlanıyoruz. Tutukluluklar kendi ayağımıza vurduğumuz pranga.

Hapiste, cezada, tutuklulukta ısrar edip, yakaladığımız tarihi konjonktürü harcamayalım.

Çünkü bizim, Şam'daki Süleyman, Musul'daki Ahmet, Gana'daki Quwaku ve Filistin'deki Muhammed adına insanlığa söyleyeceklerimiz var.

Yeni Şafak

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.