Türkiye’nin manevi kurucuları

Ahmet AKGÜNDÜZ

Evvela; burada Hz. Peygamber’in şu hadis-i şerifini hatırlatmak istiyoruz: “Bir cemiyette âlimler ile âmirler bozulursa, o cemiyet de bozulur ve yıkılır; bu iki gurup iyi olursa, cemiyet de kalkınır ve terakkî eder.”1. “Âlimler, dünyaya dalmadıkları ve saltanat uyuntusu olmadıkları sürece, peygamberlerin mirasçıları ve emînleridirler. Dünyaya dalıp saltanat uyuntusu olmaları halinde ise, Peygambere hiyânet etmiş olurlar ki, bu halde onların şerlerinden sakınınız.”2. Resûlullah’ın verdiği bu haberler, İslâm tarihinde ve özellikle Müslüman Türklerin tarihinde çok açık bir şekilde görülmüş ve yaşanmıştır.

Memleket ve vatan bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma’rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir. Bu iki unsur arasında muvâzenenin te’min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür. Abbasî Devleti’nin ilk halifeleri, Endülüs Emevilerin başlangıçtaki idarecileri ve ilk Osmanlı Padişahları, bu muvâzeneyi temin eden en müşahhas misallerdir. Fâtih Sultan Mehmed’in vezirlik ve kazaskerlik teklifini reddeden, diğer taraftan Fâtih’i tekyesine de kabul etmeyen Molla Güranî; Fâtih sarayında ve kendisi de tekye ve medresesinde kaldığı müddetçe, bu dengenin korunabileceğinin çok iyi idrâki içindedir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu önemli muvazene düsturu şu şekilde ifade edilmektedir: “Kadılar, şer’î hükümleri icra edeceklerdir. Ancak memleketin nizamı, korunması ve vatandaşın idaresi ile alâkalı hususları hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelâ-yı devlete havale edeceklerdir”3. Bu sebepledir ki, eskiler, devlet adamlarına erbâb-ı seyf, ilim adamlarına ise erbâb-ı kalem demişlerdir.

Zikredilen bu muvâzeneyi sağlamada en önemli vazife, ilim adamlarına düşmektedir. İlim adamları bilmelidirler ki, dünyada en yüksek rütbe ve şeref, ilmin rütbesi ve şerefidir. Hakk’a ve hakikata âşık bir ilim adamı, hakk’dan başkasına tâbi olmaz. Zira hakk’ı tanıyan, hakk’ın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakk’ın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek icab eder4.

Türkiye’nin manevi kurucuları ile alakalı çok önemli bir hatırayı sizlere nakletmeyi vazife addediyorum. Sene 1991 veya 1992 idi. Fırat Kültür Merkezi’nde Türk Tarihi ile alakalı bir sempozyum vardı. Katılımcılar arasında şahsımın yanında Prof. Mim Kemal Öke ve Azerbaycan’ın milli şairi Bahtiyar Vahapzade de vardı. Toplantı sonrası Müdür’ün odasında Bahtiyar Vahapzade ile bir araya geldik ve çok duyguluydu. Kendisine ‘Hocam’ deyince, cevaben ‘Hayır, asıl sen benim Hocamsın. Biz tarihimiz itibariyle henüz ilkokul talebesiyiz’ dedi. Ve devam etti:

“Akgündüz Hoca! Türk Milleti ile Azeri halkı aynı kaderi paylaşmışlardır. Ancak her ikisinin de avantajları ve dezavantajları olan olaylar gelişmiştir.
Paylaştığımız ortak kader şudur: Her ikimizin de dini, manevi değerleri ve tarihi ile dili tanklar altında ezilmek istenmiştir. İkimiz de benzeri zulümlere maruz kalmışız.
Azeri halkının sizden farkı ve avantajlı olduğu nokta şudur: Bize dinimiz, tarihimiz ve dilimiz inkâr ettirilmek istenmiş ve yerlerine yeni bir din, yeni bir tarih ve yeni bir dil konulmaya çalışılmıştır. Ancak 1990 yılında tanklar üzerimizden kalkınca inkâr ettirilen dilimizi, dinimizi ve tarihimizi olduğu gibi bulduk ve yeniden ilkokul talebesi gibi öğrenmeye başladık. Onun için sizin talebeniz olduk ve biz şanslıyız. Ancak Türk Milleti bu noktada dezavantaja sahiptir. Zira sizin diliniz, dininiz ve tarihiniz inkâr ettirilmedi; belki tahrif edilerek yanlış bir din anlayışı, yeni bir dil ve tahrif edilmiş bir tarih size öğretilmeye çalışıldı. Tahrif edileni tashih etmek, inkâr edileni öğretmekten zordur.
Türk Milletinin bizden farkı ve avantajlı olduğu nokta ise şudur: Dinimiz, dilimiz ve tarihimiz tanklar altında ezilirken Allah bize manevi kurtarıcıları göndermedi. Ama size Allah’ın hususi bir yardım ve inayeti oldu. Allah sizleri tanklar altında ezilmekten kurtarmak ve dininizi, dilinizi ve tarihinizi unutturmamak için Elmalılı Hamdileri, Mehmed Akifleri, Bediüzzamanları, Süleyman Hilmileri, Gönenli Mehmed Efendileri ve Mehmed Zahit Kotkuları imdadınıza gönderdi ve şu anda bize üstad oldunuz” dedi ve ağlamaya başladı.

1)Suyûtî, Celâlüddin, El-Câmi‘us-Sağîr, IV, sh. 382, Hadis No: 5701
2) Suyûtî, Celâlüddin, El-Câmi‘us-Sağîr, IV, sh. 382, Hadis No: 5701
3) Tevkiî Kanunnâmesi, MTM, II/541.
4) Bediüzzaman, Münâzarat, 10.
 
Vakit

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.