Türkiye’deki Seküler İnsanların Psikolojisi

Fatih DURGUN

Bu yazıda siyasi yaklaşımlardan uzak bir şekilde Türkiye’dekileri baz alarak seküler insanların psikolojisini anlamaya çabalayacağız.

Unabomber olarak bilinen Amerikalı matematikçi, eski akademisyen ve suçlu Kaczynski’ye göre modern solcuyu şöyle tarif eder:

“Kendini zayıf, aşağılanmış ve toplumsal sistem tarafından bastırılmış hisseder. Bu yüzden toplumla savaşır ama aslında kendi güçsüzlüğüyle hesaplaşmaktadır.”

Toplumsal anlamda zengin, sosyete ve elit sınıf olarak bilinen bu insanlar kendilerini üstün bir sınıf olarak görürler ve öteki olarak gördükleri Anadolu insanına beyaz adamın zencilere baktıkları gibi bakarlar. Bu yönüyle aslında tüm üstünlük tavırları Kaczynski’nin yaptığı tespitteki gibi güçsüzlükten kaçışın bir yansımasıdır.

Oryantalizmin etkisiyle Batıya karşı sürekli bir eziklik hissine sahip oldukları için de geleneksel değerleri reddederek “aydın” olacaklarını zannederler, çünkü kendini modernliğe ait hissedince kıymetli olacaklarını düşünürler.

Kaczynski’ye göre solcularda (ki ben sağ ve sol ayrımını anlamsız bulan birisi olarak bunun yerine seküler demeyi tercih ederim) şu nevrotik özellikler görülür:

  • Sürekli “hak mücadelesi” söyleminde bulunması,
  • En küçük şeyde “mağduriyet üretme” eğilimi,
  • Öfke, kin ve saldırganlığa dönüşen politik söylemler.

Örneğin Türkiye’de dindar bir kişinin temel düzeyde dinini yaşama gayreti bile bu kesimi rahatsız etmek için yeterlidir. Demokrasi, hukuk vb söylemler elbette kendileri gibi olmayan kimseleri kapsamamaktadır. Bu çelişik durum bu kimselerin karmakarışık olan iç dünyalarının bir yansıması olduğunu göstermektedir.

Sanat, bilim ve felsefe söylemleri ile medeni bir duruşa sahip olduklarını her fırsatta göstermeye çalışsalar da ne yazık ki yeterli düzeyde entelektüel bir zihine sahip olmadıkları için her fırsatta dini ötekileştirmeye çabalayıp kendileri gibi olmayana karşı nezaketi ve saygıyı elden kaybedebilirler. Elbette genelleme yapmak doğru değildir. Ancak bu kesimdeki insanların ana merkezlerinden birisi olan Nişantaşı’nda dindar bir ailede büyümüş bir kişi olarak tüm bu özellikleri ve dışlamaları büyük oranda gözlemleme imkanına sahip olmuştum.

Kaczynski, solcuların çoğu zaman “gerçek sorunlara değil, uydurulmuş meselelerle” uğraştıklarını söyler.

Örneğin küresel ısınma, kadın hakları ya da LGBT söylemleri gibi konular çoğu zaman derinlemesine bilinmeden sadece kimlik ve gösteriş için savunulur fakat amaç çözüm değil, kişisel tatmin ve entelektüel üstünlük hissi kazanmaktır. Hayvan haklarını savunarak soykırıma ve çocuk katliamına sessiz kalmaları ve ötekileştirmede bulunmaları bu kişilerin vicdanlarının dahi üstünlüklerine alet olduğunu ve sahte tatminlerle oyalandıklarını göstermektedir.

Nitekim Kaczynski, modern solculuğun uzun vadede tüm geleneksel yapıları yok ettiğini ve insanı köksüz bıraktığını söyler. Bu durum büyük oranda bu kimselerin kafalarının karışık olmasının ve kimlik bunalımı yaşamalarının temel sebebidir. Sonuç olarak kibirli, nihilist, yalnız ve anlamsızlık içerisinde bocalayan bir insana dönüşerek toplumsal huzura ve gelişime engel olurlar. Bu yönüyle yüzleşme cesaretine sahip olmadıkları için tıpkı narsist bireylerde gördüğümüz gibi bazen zorbalama bazen Ghostin yoluyla üstünlüklerini her fırsatta gösterme çabasına girerler.

Gözlemlediğim üzere dindar bir kimsenin güzel davranışları dahi bu kimselere batmaktadır. Köle olarak gördükleri dindarların iyi davranışlarını ve kendilerine saygılarını gördüklerinde onları ezmeye ve aşağılamaya çalışırlar. Kendine güvenen dişli bir dindarı sevmeyip kabullenemezler. “Nasıl bir dindar bilim yapabilir, ünvana sahip olabilir, o evrimsel sürecini tamamlayamamış bir neandertaldir.” Düşüncesiyle dindarları her fırsatta aşağılamaya çalışırlar. Elbette bu kimselerin en sevdiği dindarlar kendilerine itaat eden, kendilerini üstün gören ve onlara yaranmaya çabalayan ezik muhafazakarlardır.

Modern seküler zihin, Kaczynski’nin tabiriyle “içsel çatışmalarını ideolojiyle örtmeye çalışan” bir kişiliktir. Ontolojik anlamda kendini bulamadığı için yüksek düzeyde nevroz yaşayan saplantılı bireydir. Dini literatür açısından inceleyecek olursak bu kimseler “kendi heva ve heveslerini ilah edinmiş” (Furkan/43) yaratıcıya düşmanlığı sebebiyle kıskaçlık ve haset göstererek mübarek kardeşi Habil’i kıskanan ve öldüren kibirli Kabil’in psikolojik tepkisinin yansımasıdır. Elbette bazı zamanlar doğruların arkasına sığınarak kendilerine meşru zemin ihzar eden bu kimseler dini kullanan, hurafeci ve kaba softa kimseleri eleştirmekle haklı olsalar da; bu yaklaşımları dini korumaktan ziyade dine ve dindarlara düşmanlıklarını haklılaştırmak ve üstünlüklerini ispat etmekten kaynaklanmaktadır.

Tespitlerime göre dine ve dindarlara düşmanlıktan beslenen bu kimseler sosyal mühendisliğin bir sonucu olarak doğal olmayan bir karaktere sahip olmaları ve dünyaya verebilecek hiçbir şeyleri bulunmadığı için her fırsatta muhalefetten, nefretten ve düşmanlıktan beslendikleri için bu narsist kimselere karşı mesafeli olmak en iyisi olacaktır. Ayrıca zorbalamadan ve aşağılamadan beslendikleri için bu kimseleri rahatsız etmenin en etkili yolu olan görünür olmaktan, var olmaktan ve İslam’ın değerlerini çekinmeden savunmaya devam etmek gereklidir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.