Türkiye'ye Hayasız Saldırılar!

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

a-30 Mayıs 2022'den beri Türkiye arsız, utsuz, hayasız saldırılarla çalkalanırken; siyasetçi, hoca ve tvler görmedim, duymadım, bilmiyorum rolünü oynuyor.

b- Etkili ve yetkili insanların bu tepkisizliği ne anlama geliyor?
Bu iktidar döneminde olduğu için yok saymak mı, küçümsemek mi, unutulur havası mı?

c-Bir şiddet ve tecavüz olsaydı ülkede yer-gök oynar, medya köpürtüp yararlanma yoluna giderdi.
Amma 85 milyonun önünde; açıkça zina, fuhuş yapıldığı halde sanki, kör, sağır, dilsiz numarası oynanıyor.

d-Oysa bu saldırı önce ve özellikle asayişten sorumlu bakan ve hükümete bir taarruz ve istiskaldir.

Tarihimizde kamuoyu önünde ilk zinalar ve anadan üryanlık örnekleri olarak unutulmayacak görüntülerdir.

e-Türkiye uzaya adam gönderme, Suriye'de koridor açma ve Ayasofya kubbesinde Yunanla cenk ederken 8 milyarın gözüönünde ve 85 milyonun ruh ve benlik dünyasında; 9,5 şiddetinde algı ve yönlendirme depremleriyle sarsılıyor.

Boğaz'ın 2 yakasına manevi atom bombası atılsa bu kadar zarar ve hasar verebilir miydi?

f-Medyatik silahşörler, zoka yutmuş balık gibi.

Acaba şöyle mi düşünüyorlar:
-Abim sen neden bahsediyon ya; biz dünyayla beka savaşı verirken; sen neyle uğraşıyon?
Adi, tekil ve de dışgüç oyunlarını niye gündeme getiriyon ki?

Hani bizim namus davamız vardı bir zamanlar. Mahallenin namusu, komşunun ve ülkenin namusu!
Şiddet maganda, kıskançlık perdesine sarılıp savruldu mu yani?

Bu namus davasının ilki, anası Medine Çarşısı'nda müslüman kadının elbisesini arkadan iğneleyen, çıfıt Yahudi'nin ahlaksızlığına dayanmıyor muydu eyy mücahid siyasi ve müslümanlar!

İfk hadisesi'nin dayanılmaz ızdırabının kökeni yine; fiili ve fiziki namus hassasiyetimiz değil mi ey ehli iman.

g-Tarihte ve İstanbul'un fetih yıldönümünde görülen zincirleme bu arsızlıklar; tesadüf olabilir mi?

Olay göründüğü gibi sıradan mı?


Çinli kukla oynatıcısı

Yoksa ince bir organize ve istihbarat taktiği mi?

Zamanlaması manidar değil mi?

h-İçişleri ve milli istihbaratlarımız bu psikolojik savaşın derinlik ve kalıcılığını biliyor mu, kesilmesi için ne tedbirler alıyorlar?

Mesela; kameraya çeken ve çekilenler; vatanın siyasi beka operasyonun adi bir parçası olamaz mı?

Bu ihtimal sizleri ürpertmiyor mu yoksa?

ı-Bu faili meçhul; travma ve şok bombaları tüm insanımızın şuuruunu ve şuuraltını işgal ve meşgul etmiyor mu?

Bu derin ve dikey zelzele; fert, toplum, yönetim ve psikolojimizi neden hedef aldı, yakın zamanda korkunç bir amacı mı var?

i-Olayın fail ve kaynağı belirsiz, deli, tinerci olunca akla neler gelmez ki?

Bir suç faili meçhulse suçlu devlettir diye eski ve meşhur bir söz var!

Bazılarının dediği gibi internet yasaklarına zemin ve ortam mı hazırlanıyor?

İşte bu adiliklere sanal/ gerçek alemde müsade mi edelim denmek isteniyor?

Eğer böyle bir şey varsa şaşarım böyle düşünenlerin şaşkın ve tuzaktaki yem olan akıllarına!

Hiç ihtimal vermek istemiyorum.

j-85 milyonu tecessüsle ar damarından yırtan bu anormal hastalar kamu suçu işleyip, toplumu şok edici ve sarsıcı tahribatlarını; 6/12 ay hapisle geçirip, şöhret olup kötü örnekte çığır açtılar.

"Sebep olan yapmış gibidir" hadisine göre zincirleme fuhuş görüntülerinin milli ve dini faturası bu kadar ucuz mu?

k-Psikolojik yıkım dalgaları sürerken; müslümanlar, psikologlar yazarlar niye suskun?
Sıradan adi işler olarak mı görüyorlar, yoksa iktidara zarar gelmesin, kol kırılır yen içinde mi diyorlar?

"Toplumu için fikri olup da söylemeyenler; tembel bencil veya korkaktır." Seneca

Yoksa derin bir utanç ve ayıp teessürü yaşayıp, tecavüze uğrayan mahcup muhafazakar kız ve ailesine benzer bir lal/suskunluk ve hayal kırıklığı mı yaşıyorlar?

L-Ülkeye psikososyal travma yaşatanlar; yeni fuhuş, zina tarzına yol açmaz mı?

Madem suskun kalındı ve cezası yok gibi az deyip; iş zıvanadan çıkmayacak mı?

Sonunda iş kitlesel ve nefsi müdafaaya gelirse sorumluluk kime aittir?

m-O zaman herkes ya bu açık zinaya alışıp ülfet edecek veya herkes kamu alanından kaçacak veya kendi hukukunu kendi mi koruyacak?

n-Anadolumuz fuhuş ve zina yoluyla; Sodom, Gomore ve Pompei'ye mi çevriliyor?

Endülüs 800 yılda İslam ülkesi olmaktan çıkartılırken sıra Anadolu'ya mı gelmiştir?

Devleti yönetenler ve iktidar peşinde koşan 6'lı masanın vatansever parti başkanları ne gibi tedbirler düşünüyor.

İstanbul Sözleşmesi'ni hala uygulayacağız diyen milliyetçi ve müslüman liderler aynı düşüncede mi?

o-Enflasyon, terör, faiz, pahalılık derken Allah korusun bir savaşa itilsek bu gri ve kara propagandalara karşı hangi koruyucu önlemler alabiliriz?

Hayasızlığı yolgeçen hanına çevirenlere kamu vicdanını tatmin edecek ceza verip ıslah koruyucu tedbir almayanlar geç kalmış olmaz mı?

ö-O alçak ve pespaye görüntülere insanların tepkisine/ tepkisizliğine bakar mısınız?

Herkes gölgesinden korkuyor, nemelazımcılık bu kadar olur mu ya?

O insanlar bizim insanımız, akrabamız, tanıdığımız olsa da mı müdahil olmayacağız!

Elinle, dilinle iyiliği gösterme, kötülükten men etme nerde kaldı ey hacılar, tv şeyhleri ve hocalar!

Sarı öküz, kara öküz ve ala öküz misalini bilmeyen var mı?

Sırada kimler var acaba, bizden ve sevdiklerimizden!

Geliyor gelmekte olan diyen şair kime hitap ediyor?

p-Bu ülkenin mümin psikolog, pedagog ve psikiyatristleri nerde?

O sarhoş ve gururlu başlara diyecek lafınız yok mu?

Yoksa öğretilmiş çaresizlik sizi de mi esir aldı?

Türkiye beka sorunu yaşıyor derken kendini gerçekleştiren kehaneti mi yaşayacağız?

Hani Temel demiş ya "öleceğim, öleceğim dedim inanmadınız, işte bak ölüyorum."

Yine İdris demiş ya; "bak, bileğimi büküp durma uşağım, kıracaksın kıracaksın, işte bak kırdın."

r-Nur talebeleri de yeni bir şey demiyor, aynı şeyleri fısıltı şeklinde söylüyorlar.

Hani sokakta namahremi görmemek için şemsiyeyle yürüyen koca Bediüzzaman'ın prof ve medyatik talebeleri?

Siz de mi korkunun zehrini içtiniz? Hani üstad korkusuz bir adamdı?

Şehamet, hamiyet, gayret, mertlik hislerimiz dumura mı uğradı!

s-Milliliği milliyetçilerle, halkçılığı halkçılarla etkisizleştirdikleri gibi, dini de dincilerle mi etkisizleştirdiler?

Mason, siyonist, dışgüç laflarını amentü gibi dillendirenler; iradenizi bu güçlere mi teslim ettiniz?

Ar, namus, haya, edep, utanma, ahlak bu hale gelmişse sizin hiç mi suçunuz yok, sizi masonlar mı yönlendiriyor yoksa!

ş-1-İsrail Filistin'e her saldırdığında; kaçak ve ulaşılır kanallardan Filistinlilere hayasız filmler sunmaları bir gri propaganda ve psikolojik saldırı taktiği.

2-1967 6 Gün Savaşı'ndan bir kaç gün önce Mısır savaş uçağı pilot ve komutanlarının posta kutularına eşlerinin aldatma ve namussuz olduklarını iddia eden, moral çökerten uyduruk görüntüler koyup psikolojilerini dağıtarak 6 günde hezimete uğrattılar.

t-Cinsel imajlı basit bir yönlendirme taktiği de şu:

Adamın bir diğerine demiş ki; bana hiç unutamıyacağım bir şey söyle?

O da cevap olarak, hiçbir zaman aklına dişi tavşanı getirmeyeceksin demiş.

Şu yaşadıklarımız bu yöntemin; özellikle 85 milyona ve tüm insanlara yaşatılması değilse ne?

u-Acaba halk ne diyor, ne düşünüyor, parçalanmış duygularını nasıl bağrına gömüyor. Bilen var mı, konuşan gasteci ve araştırma kuruluşu var mı?

Yarın bunların sorumlusu kim olacak, tarih ve mahşer günü boğazlarında düğümlü olmayacak mı?

***

Tarih Bugünleri Yazacak!

[Bu vakaların ilk yaşandığı 30 Mayıs 2022 kimi sosyal medya kullanıcılarına göre "ülkenin raydan çıktığı gün", kimilerine göre ise başka ülkelerde yıllarca tartışılacak olaylar zincirinin kısa günde unutulacağı sıradan bir Türkiye manzarası kesitiydi. Acaba öyle mi? Hayır kesinlikle unutulmayacak!]

Türk Psikologlar Derneği'nin Afet ve Travma Çalışmaları Birimi'nden Klinik Psikolog Çağay Dürü:

"Psikolojik bozukluklar ya da sıkıntılar toplumdan bağımsız bir şey değildir. Birey uzayda yaşamıyor, uzayda bir psikolojik rahatsızlık geliştirmiyor" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Psikolojik rahatsızlıklar toplumun katkısıyla ortaya çıkıyor. Bireyin psikolojik rahatsızlığında toplumun da payı vardır, ailenin de, çevrenin de rolü vardır. Bu bilimsel olarak bilinen bir şey.

"Bunları bireysel, münferit birer olay diye adlandırmak ve meseleye böyle bakmak bu sorunları daha da çözümsüz hale getiriyor.
Ortada toplumsal bir sorun olduğunu, kimsenin birbirinden bağımsız olmadığını, herkesin birbirinden etkilendiğini görmek gerekiyor.

Ekonomik kriz, siyasi kriz, belki özgürlüklerin her anlamda daraltıldığı bir süreçten geçilmesi, kurumların işlevsiz hale gelmesi, basının medyanın içinde bulunduğu durum, bu meseleleri ele alış biçimlerinin gerçeklerden kopuk olması… Bunların hepsini birer faktör olarak düşünmeli.

Deliriyor muyuz?

Haziran 2021'de yayımlanan "COVID-19 ve Ruh Sağlığı: Güncel Araştırmalar Bize Ne Gösteriyor?" başlıklı akademik çalışmada şu tespitler var:

"Pandemi döneminde geniş katılmla yapılan büyük örneklemli çalışmalar ve meta-analizlerin sonuçlarına göre; anksiyete görülme oranının yüzde 20-31, depresyon yüzde 17-33, travma sonrası stres bozukluğu yüzde 23-37, uyku bozuklukları yüzde 7-40 ve uyum bozukluğunun yüzde 22 olduğu bildirilmiştir.

12 ülkede yapılan, halen psikiyatrik bozukluğu bulunan bireylerin durumlarını araştıran bir çalışmada katılımcılarının yaklaşık yarısının ruhsal iyilik halinde kötüleşme olduğu bildirilmiştir.

Pandemi hem ekonomik hem sosyal olarak kendisini gösterdi. İlişkiler koptu çünkü toplumsal doku zedelendi. Bunun üzerinde bir de ekonomik sorunlar gelince bireylerin stres düzeyi arttı.

Böyle olduğu zaman bu tür toplumun garipseyeceği, tuhaf görünen saldırganlıklar da kendine yönelik ya da ötekilere yönelik saldırganlıklar da kendini göstermeye başlıyor.

Politik ortam hem ekonomik hem de sosyal konularda gerek iktidarı gerek muhalefetiyle şu anda çözüm üretmekten çok uzak.

Bu da insanları çaresiz bırakıyor ve stres düzeylerini yükseltiyor.

Belirsizlikler ülkenin geleceğine dair stres düzeyini yükseltiyor.

Seçim dönemine girilince belirsizliklerin artmasıyla stres düzeyi de tırmanacaktır.

Meselelerin üzerinde açıklıkla konuşarak, hiçbir sansür uygulamadan, empati kurarak saldırganın, kendini yakanın, taciz ve tecavüz edenin, (teşhircinin) aynı zamanda bizim de olduğumuzu, toplumun bütünün bu potansiyeli taşıdığını düşünerek bu tedaviye başlayacağız.

Ancak o zaman kendi içimizden yola çıkarak bir hesaplaşma içine girebiliriz.

Kendini yakan vatandaş kimse onu dinlemediği için kendini yakıyor.

Biri bir yerlerde kendini yakıyorsa, toplum da aslında kendini bir yerlerde yakıyor diye düşünebiliriz.
Bu potansiyelin toplumda da olduğunu düşünebiliriz. Hele ki bu olaylar bu kadar sıklaştığına göre…"
(BBC Türkçe- 2 Haziran 2022)

***

İsra Suresi, 32. ayet; "Zinaya yaklaşmayın. Zira zina yapmak, bir hayasızlık olup çok kötü bir yoldur."

Nur Suresi, 2. ayet; "Zina yapan kadın ve zina yapan erkeklerin her birine yüzer sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor iseniz, Allah'ın hükümlerini uygularken zina yapanlara acıma duymayın. Müminler arasından bir gurup da zina yapanlara uygulanan cezaya şahitlik etsin."

***

“Yeryüzünde Allah’ın değer verdiği tek bir insan kaldığı sürece kıyamet kopmaz.

Hatta öyle bir zaman gelecek ki, yolun gündüzün ortasında, sokakta açıktan kadınlarla cinsi ilişkide bulunurlar da hiç kimse bunu garipsemez ve bu durumu değiştirmeye gayret etmez.

Bunlara: 'Keşke biraz yolun kenarına çekilseydiniz ya!' diyen kimse, o devrin en muhafazakâr, en itibarlı adamıdır. Bu adamın o cemiyetteki konumu, (ey ashabım!) sizdeki Ebu Bekir ve Ömer’in konumu gibidir.”
(Hâkim, el-Müstedrek, 4/495’den naklen Kenzu’l-Ummal, h. no: 38588)

Ebubekir ve Ömer (ra) konumundaki kişiler kimler ve neden susuyorlar?

Muhataplarına ağır argoyla hitap eden siyasiler, neden bu algı figürlerine bir şey demiyor, çare göstermiyor; çok mu önemsiz ve sıradan görüyor!

***

Üstad Said Nursi Çamdağı'nda yanındaki talebelere, "ahir hayatınızda, şehirler çok bozulursa/iyice fesada uğradığında siz de benim gibi dağlara çıkarsınız" diyor. (Merhum Mustafa Sungur Abi).

Bediüzzaman'dan 'şehirler bozulursa dağa çıkın' tavsiyesi - https://www.risalehaber.com/bediuzzamandan-sehirler-bozulursa-daga-cikin-tavsiyesi-1112v.htm

Anlaşılıyor ki; üstad mevcut talebelerinin, şehir hayatının dağlara (mağralara) çıkmak zorunda kalacak kadar bozulabileceğini öngörüp, talebelerine Ashabı Kehf gibi hayatı teklif edip hatırlatıyor.

***

“Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet (vatan gayreti) libasını giymiş; cihada bağy (şiddet, dik durma) ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele (değiş tokuş) etmişler.” (Mektubat)

ALGI GERÇEK Mİ?

"Algıya (duyularla hissediş) inanıyorsak algı gerçeğimiz olur, algıladığımız kavramlara göre hareket ederiz.

İnsan beyni çözemediği veya mantıksal olarak çerçeveleyemediği bilgileri varsayımlar ve önyargılarla tamamlayarak inanır.
Ya da zihnindeki şüpheli bilgiler dosyasına koyarak doğrulamak için bekler, gerektiğinde kullanır.

Zihnini fazla yormayan, kolaycı, düşünmeyi sevmeyen kişiler kolayca inanır ve yönetilir.

Kısaca; algılama organı olan beyin, beş duyu ile gelen bilgilerle birlikte, akıl yoluyla ulaşan düşünceleri, sezgi kanalından iletilen duygulara, sinyal gönderen istekleri de algılar.

Hatta algılayamadığı bilgileri anlaşılır kılmak için inançları kullanır. Yani inancına uydurarak çözdüğünü zanneder.

Çinli komutan Sun-tzu, 2500 yıl önce algı yönetimi konusunda şunları yazmış:

1. Düşman ülkelerde iyi olan şeyleri gözden düşürün.

2. Hasım ülke hakanlarının başarılarını küçük göstererek, şöhretlerine gölge düşürünüz, zamanı gelince de kendi halkının onları hor görmesini sağlayın.

3. Adi ve aşağılık kişilerin işbirliğinden yararlanın.

4. Düşman halkın kendi aralarındaki uyuşmazlık ve kavgalarını büyütün ve yayın.

5. Hasmın/ düşmanın geleneklerini/ inançlarını gülünç hale getirin.

PROPAGANDA NEDIR?

H.Kissinger: “Bir şeyin gerçek olmasından daha önemli olan o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır" demiş.

Bir savaşta nihai zafer, düşmanın yenilgiyi kabulüne bağlıdır.

Yenilgiyi kabul etmeyen düşman, ileride tekrar sorun oluşturacaktır.

Düşmanın moral gücü olan maneviyatının çökmesi ancak psikolojik savaş yöntemi olan propaganda ile mümkündür.

Propagandanın cephanesi söz ve resimlerdir.

Üzerinde çok uzun düşünülmüş, zaman ve zemini iyi hesaplanmış, şekil ve ölçüsü doğru belirlenmiş ve hedef kitlesi tayin edilmiş bir faaliyettir.

GRİ PROPAGANDA NEDİR?

Psikolojik savaşın önemli propaganda unsurlarından birisi olan gri propaganda, bulanık/ alacalı propagandadır.

Burada kaynak belli değildir, doğruluğu kanıtlanamaz.

Yalan veya iftira olduğu da kesin değildir.

Gri propagandanın ana malzemesi söylenti ve görünümlerdir.

İnsan üzerinde propaganda hissi doğurmaz. Propagandayı çıkaranlar belirsiz olduğu için, gri propaganda da en heyecanlı konular kullanılabilir.

Bu tarzda genellikle doğru bir olaya 10 tane yalan katıp muhatabı küçük ve gülünç duruma düşürmek amaçlanır. Amerika ve batı, Sovyetleri gri propagandayla yıktı."

Kaynak: Global Savunma Dergisi/ Algı İnşaasında Psikolojik Savaş- Tarihten günümüze psikolojik savaş.

***

DİNİ DEĞERLERE KARŞI PSİKOLOJİK SAVAŞ!

"Dini değerlere karşı açılan psikolojik savaş, uzun vadeli bir planın gereğidir."

Toplumun kültürüne dayalı inanç sistemini değiştirerek, o toplumun sömürülmesi hedeflenir.

"Düşmanın dini değer, gelenek ve kültür özelliklerini gülünç hale getirecek biçimde propaganda; önemli bir taktiktir."

"Psikolojik savaşın saldırı ve savunma silahları; propaganda, eğitim ve provakasyondur.

Cephanesi ise; söz yazı, resim ve internet bilgileridir.
Bu savaşın amacı, beyin yıkama yöntemiyle; insanları (istediği şeye) ikna etmek, değiştirmektir (dönüştürmek)."

(Nevzat Tarhan/ Psikolojik Savaş, s; 27, 35)

"İdealojik kutuplaşmanın ötesinde araştırma ve gözlem yeteneğini geliştirmiş toplum ve bireye hiçbir propaganda (kolay kolay) etki etmez.

Kara propagandanın etkili olması için; özellikle gizli (meçhul) olması gerekir.

Ayrıca karşı tarafın (düşmanın) psikolojik zaaf ve güçlü yönlerinin iyi analiz edilmesi gerekir.

Psikolojik zayıflıklar; fiili ve potansiyel ortam belirlenir.

Öncelikler belirlenip, kara, gri propagandaya verilecek cevaplar düşünülüp, uygun zaman ve ortamda eyleme geçirilir."
(Psikolojik Savaş, s; 49)

"Propagandanın özellliği dikkat çekici, merak uyandıran, şok edici, basit ve kısa olmalıdır.
Beden dili ve ve görüntü dili kullanılmalıdır.

Kuvvetli bir istek ve arzu uyandırmalıdır.

Haset biri elde edemediğini; çirkin ve kötü yaparak amacına erer.

Bunun gibi bir toplumu birarada tutan; inanç, değer sistemi (ar, edep) bozulursa o toplumda değişim zorunluğu/ arzusu uyanır."

Özellikle; çaresizlik ve çözümsüzlük duygusu uyandırırlar.

Vurdumduymazlık, bıkkınlık, umutsuzluk üretirler.

Şimdiki internet ortamı bunların hepsine imkan veren, hatta devletleri bile yönlendirebilir bir imkan sunar.

(Psikolojik Savaş s; 55, 56)

Ayrıca kontrollü gerilim sıtratejisi gerçekleştirilip, toplum kutuplaştırılır.

Kontrollü gerilim sıtratejisini bozacak şey; karşı etki ve tepkilerden uzak şekilde kendi savaş tarzını kendin belirlemektir.

Türkiye tarihi gerilim savaşlarıyla geri bırakıldı ve çatıştırıldı. (Psikolojik Savaş s; 61)

Bunu da narsist, megolman liderler üzerinden gerçekleştirirler.

12 Eylül öncesi lider inatlaşması, eleştiriye tahammülsüzlük, dalkavukların övgü ve yüceltmesine doymamak, yakınlarıyla kavgacılık, iyi satış/ reklam yapmak, bıkmaz mücadelecilik, tatminsizlik, yanında hep zayıf adamları tutmak.

Narsistlere ya ölene kadar katlanır veya başınızdan atarsınız.

Onlar 2 şartla değişebilir;

Biri, değer verdiklerinin çok yakında kaybolacağını hissetmeleri.

İkincisi; bunu söyleyenin ciddi oduğuna inanıp güvenmesi.

(Psikolojik Savaş s; 154-165)

Ayrıca provakasyon tipi psikolojik savaş yöntemi vardır.

Yalan ve yönlendirici malumatla; huzursuz, fakir, çaresiz işsiz kitleleri etkileyerek çıkarırlar.

Mağara kovuğu palas! Antalya Yatlimanı

1 Mayıs 1977, Maraş Çorum Sivas ve Gezi vakaları gibi.

Bu olaylar; görünen devlet dışında; iç/ dış derin unsurlarca ve emir komuta zinciri içinde gelişir. (Psikolojik Savaş s; 30- 31)

***

Öğretilmiş Çaresizlik Nedir?

Yaşanan tecrübe ve geçmiş anlatımlarla "biz adam olmayız, düzelmeyiz" umutsuzluğunun/ ye'sin toplumun iliklerine yerleştirilmesidir.

“Yok, olmaz bu iş… Ne yaparsan yap, sonuç hep aynı olacak! Asla çözülmez bu durum, ben sana söyleyeyim… Bizim hangi işimiz düzgün gitti ki bu gitsin!”

Öğrenilmiş çaresizlik bu düşüncenin sabitlenmesidir.

Öğrenilmiş çaresizlik; kaygı, depresyon ve motivasyon eksikliğiyle kardeştir ve eninde sonunda kişinin tavrını, davranışını kontrol altına alır. Sonunda o toplum ve kişiler tamamen eli-kolu bağlı hale gelir.

Hareket etme kabiliyetini neredeyse ortadan kaldıran “öğretilmiş çaresizlik”, alternatif yolları görmek ve sorunları çözmek için ihtiyaç duyulan çözümleri de yok eder.

Sorunların çözümleri belki de çok yakınınızdadır ama göremezsiniz, duyamazsınız, harekete geçemezsiniz.

Bu yıkıcı yerden kaçmak son derece zordur. Düşünceleri, davranışları, duyguları felç eden bir çaresizlik sarmalında dönüp durur ve korktukları başlarına gelir!..

PİRELERİN ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİĞİ!

Pireler, boylarının çok üstünde zıplayabilirler.

Bilim insanları, pireleri 30 cm yüksekliğindeki cam bir fanusun içine koyar ve metal olan zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler, zıplayarak kaçmaya çalışırken tavandaki cama çarparak düşerler.

Zemin sıcaktır, tekrar zıplar ve tekrar cama vururlar. Defalarca tekrarlanır bu… Sonuçta pireler, o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir.

Deneyin 2. aşamasında tavandaki cam kaldırılır ve zemin tekrar ısıtılır.

Görülür ki pireler yine aynı yükseklikte yani 30 cm zıplamakta.

Yani tavandaki camın kaldırılması pirelerin daha yükseğe zıplamalarına olanak sağladığı halde hiçbiri buna cesaret edemez. “Cam” engel olmaktan çıksa da pireler artık zıplamaktan vazgeçmiştir.

Belki 1-2 cm daha yükseğe zıplasalar, fanustan kurtulacakken öğretilmiş çaresizlik güdüsüyle kurtulamıyacakları duygusuyla bunu denemezler!

Sirk filleri ve bazı toplumlar da bu yöntemle çaresizliğe alıştırılır ve biz adam olmayız uçurumundan tekrar tekrar yuvarlanırlar.

Çaresizseniz Çare Sizsiniz!

Nesiller boyunca aktarılan ve tecrübe edilen bu ümitsizlik cenderesinin öteki yüzü ise; "kendini doğrulayan kehanettir."

Yani atalarmız da bu başarsızlığı hep yaşamış ve biz de bunu yaşarız/ yaşayacağız der ve hakkaten yaşarlar.

Çünkü bu umutsuz kısırdöngü; korkutucu, kişi ve cemiyet akıl tutulması yaşatır, sonunda korktuğu şey başına gelir.

Üstad Said Nursi bu belaya; toplumun sekteranı/ kalp krizi diyerek başdüşman ilan etmişti.

Ama yazıklar olsun; bu sürü psikolojisine onlarda mı kapıldı.

En sonunda çaresiz girdaba yuvarlanan toplum, biz bu belaya müstehakız der ve kendilerini suçlayıp kavgaya tutuşurlar.

Bunu analiz eden araştırmacı düşmanlar nesiller boyu bu yöntem ve tuzağı her şartta kullanır durur.

Tıpkı aşırı korkan adamın korkusunu işletip damdan aşağı düşürülmesi gibi.

Bu labirent ancak; bilgili, cesur, akıllı, hastalığın çaresini bilen lider ve adamlarca aşılır.

Bu özellikleri Risale-i Nur isteyen ve okuyan herkese kazandırabilir.

İlk şart aklını başına alarak okumak, yöneticileri eleştirmek, hamiyet ve şahamet sahibi olmaktan geçer.

Derhal acil ve sağlam tedbirler hayata geçirilmezse; tüm ülke kazanımları heba olabileceği gibi, uzun ve çok zorlu bir Türk kışı bizi bekliyor olabilir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.