Teşebbüs-ü şahsî / Bireysel girişimcilik

Mehmet Ali KAYA

Teşebbüs-ü şahsî, bireysel girişimcilik anlamına gelen bir tabir ve bir kavramdır. Müteşebbis bir iş yapmaya karar veren ve bunu uygulamaya koyan kişi veya kurumdur. Müteşebbis irade sahibi ve iradesini kullanabilen, içinde bulunduğu şartları okuyan ve geleceği şekillendirmek için bu günün şart ve imkânlarını kullanabilmelidir. Bunu yaparken dünün problemlerini düşünmez ve tecrübelerinin kendisini engellemesine müsaade etmez. Zira dünün şartları yarın yoktur ve dünün tecrübesi geçmişi anlamlandırır; ama geleceği aydınlatmaz.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. Himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit en evvel düşman-ı şedit olan yeis rast gelir. Siz “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz’ (Zümer, 39:53) kılıcını istimal ediniz” (Münazarat, 1996, s.136) buyurur.

Bu veciz ifadeden biz hayatın gereği olan faaliyetlerimizi şevkle yapmamız, önümüze çıkan başta ümitsizlik olmak üzere bütün engelleri Allah’a güvenerek aşma gayreti içinde olmamız gerekir. Bu da şahsî gayret ve çabalarla olacaktır. Bireysel gayretler olmazsa hiçbir faaliyet yapılamaz. Kolektif çalışmalar ve hizmetler de şahsî gayretlerin bir araya gelmesidir. 

Eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan bizlerin Avrupa’dan geri kalmamızın en önemli sebebi “şahsî teşebbüse” önem vermememiz ve bireysel teşebbüsün önemini kavramamış olmamızdır. Asrın başında Bediüzzaman bu hususa dikkatimizi çekerek “Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahrâyı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir” ifadeleri ile uyarır. (Divan-ı Harb-i Örfi, 1993, s.57)

Dinimizin emrettiği “Uhuvvet” birlik ve beraberlik, nefsin esaretini dahi kabul etmeyen “hürriyet” gibi önemli kavramlar, gaflet içinde bulunan insanlara “Fen ve sanat silahıyla cehalet ve fakra hücum ediniz” emrini vermektedir. (Age, s.58) Ayrıca medeniyetin üstadı ve her nevi terakkinin müessisi olan ihtiyaç fen ve sanata sarılmamızı istemektedir.

Her mü’min hem dinin hem milletin temsilcisi olmalıdır. Bütün gücünü ve şerefini islamdan alan ve islama borçlu olan Türk milleti tarihte pek çok şeref levhaları yazmıştır. Bu gelecekte de yazabileceği anlamına gelmektedir. Önemli olan hedef büyütmektir. “Zira maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Hamiyet-i islamın galeyanı ile ahlak da tekemmül ve teâlî eder” buyurur büyük üstad.

Demokrasi dünyada beşer saadetinin sebebibir. Bu da milletin değerlerinin farkına vararak iradesini ortaya koyarak hâkimiyeti ile olur. Milletin hâkimiyetini sağlayan ise demokrasidir. Demokrasi makinesinin buharı ve enerjisi hürriyettir. Hürriyetin olmadığı yerde insan iradesinin kullanımı söz konusu değildir ki o idare demokratik ve meşru olsun. İnsan iradesini tahakkümün belasından kurtaran ve meşveret-i şer’iyenin mayasıyla mayalandıran meşrutiyet-i meşrua denen hür demokrasiye layık olduğumuzu göstermek ve vasiye ihtiyacımızın olmadığını ispat etmek için varlığımızı ittihatla, birlik ve beraberlik ile göstermek gerekir. Dini ve milli bir gayretle yola çıkanların öncelikli olarak kendi şahsî vicdanlarını milletin kalb ve akl-ı müştereki haline getirmeli ve bunu da göstermeleri gerekir. Ancak bu şekilde hürriyete layık olduğumuzu ispat edebiliriz.

Geçmişte karışıklığa sebebiyet veren bireylerdeki “meylü’l-ağalık” ve “fikr-i hodserâne” ve “enaniyet” hürriyet ve meşveretle demokrasinin gelişimine katkı sağlamalı ve “fikr-i icâda” “teşebbüs-ü şahsiyeye” ve “fikr-i hürriyete” ınkılab etmelidir.

Meylü’l-ağalık, üstünlük meyli demektir. Üstünlük baskı ve tahakkümle elde edilemez. Ancak hizmet şuuru ve gayreti ile olur. Bu da gurur ve enaniyeti terk ederek mütevaziyane hizmet etmeye, bu da hizmeti başkasından beklemek yerine şahsî teşebbüse dayanır. Kendi görüşünü beğenmek ve kendi başına buyruk hareket etmek anlamındaki “fikr-i hodserâne” fikr-i hürriyete ve fikr-i icâda dönüşmelidir. Kendi düşüncesine değer veren, bunu ancak başkalarının düşüncelerine değer vermekle anlamlı hale getirebilir. Benim düşünme ve ifade hürriyetim ancak başkalarının da benim gibi düşünme ve ifade hürriyeti ile bir değer kazanır. Öyle ise fikir hürriyetini kabul etmeyenin fikrine değer verilmesi imkânsızdır. Fikir üretme ancak fikir hürriyeti ile değer kazanır. Bu da iddia ile olmaz, “fikr-i icad” ile pratik hayatta görülmesi ve sonuçlarının ortaya konması ile dikkatleri çeker. Bütün bunların temeli ve çıkış noktası yine “teşebbüs-ü şahsiye” ile ispat-ı vücut etmektir.

**
Ülkemizde demokrasinin işlemesi meclisin çalışmasına bağlıdır. Bu da ehil olan mebusların ilmî esaslara göre kanun çıkarmaları ile mümkündür. Çalışmanın olması oradan çıkan gürültü ve sesten bilinir. Sessizlik tembellik ve çalışmama alametidir. Bu sebeple mecliste seslerin yükselmesi, gürültü ve patırtının olması meclisin sağlıklı çalıştığının alametidir. Ancak bu ahenkli bir gürültü olmalıdır. Bu da yine şahsî çalışma ve gayretlere ve “teşebbüs ruhuna” bağlı olarak gelişme kaydeder.

Dinimizin bize emrettiği en önemli hususlardan birisi “farz-ı ayn” olan emirlerdir. Her mü’min şahsî ibadetini yapmadan kurtulması mümkün değildir. Bu sebeple namaz, oruç gibi ibadetler şahsî; zekât ve hac gibi ibadetler vekâletle yapılabilen ibadetler, cenaze namazı gibi ibadetler de toplumsal ibadetlerdir ki, bir başkasının yapması ile herkes sorumluluktan kurtulur. Şahsî/bireysel teşebbüs ile yapılan ibadetler mü’minleri “teşebbüs-ü şahsiyeye” davet eder. Hatta Şafii mezhebine göre her mü’minin cemaatle dahi kılınan namazlarda imam arkasında Fatiha’yı okuması mezheben ve fıtraten “teşebbüs-ü şahsiyeye” ima ve teşviktir.

Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerimde “İnsana ancak çalışmasının karşılığı vardır” (Necm, 53:39) buyurur. Bu ayet bireyi esas aldığı ve her insana hitap ettiği için açıkça “teşebbüs-ü şahsiyeye” teşvik etmektedir. (Age, s. 61)

Ecdadımız nasıl ki dimağdan kalbe mecrâ açmakla, aklı kuvvete mezc edip, maarifi kılıçla birleştirerek şecaat-i maddiyede terakki etmişlerdi. Günümüzde ise kalbden fikre menfez açmalı, kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına göndermelidir. Bu zamanın cihadı manevi olduğu için kılıçları fen ve sanat ve tesanüd-ü hikmet-i Kur’âniye cevherinden yapmalıdır. (Age. s. 61)

Bütün bu anlatılan hususlar Bediüzzaman’ın “Divan-ı Harb-i Örfî” ismini verdiği risalesinden “Hâtime” adını verdiği makaleden anladığım hususlardır. Bediüzzaman bundan bir asır evvel günümüze hitap ederek “Bireysel Girişimcilik” dersi vermektedir. Bediüzzaman’ın bu makaleyi yazmasından yaklaşık yüz sene geçmiş olması bizim ne kadar tembel ve geri kalmış olduğumuzun da bir göstergesidir.
Çağdaş uygarlık seviyesine çıkmak için Bediüzzaman’a kulak vermekten başka yapılacak bir şey var mı?

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.