Tercüman Gazetesi'ne göre Said Nursi ve Atatürk

Sırrı Yüksel Cebeci tarafından kaleme alınan yazıda, Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili doğru-yanlış bilgiler yer aldı

Risale Haber-Tercüman Gazetesi'nde Sırrı Yüksel Cebeci tarafından kaleme alınan ve bugün başlayan "Yüzyılın olayı Fethullah Gülen" başlıklı dizi yazıda Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili doğru-yanlış bilgiler yer aldı.

İşte o yazı:

Düşman işgaline karşı savaşanlar asi değildir

31 Mart Vakası, Sait Nursi için bir dönüm noktası oldu. Derviş Vahdet ve diğerleri gibi suçlu görülüp cezalandırılsaydı, bugün ne Nurculuk diye bir dini akım olacaktı, ne de Nur Talebeleri... Hatta Fethullah Gülen bile olmayabilirdi.

Nur Talebeleri’ne göre Sait Nursi 31 Mart ayaklanmasında da bir yanlışa kurban gitti. Ayaklanmanın merkezindeki İttihadı Muhammediye Cemiyeti’ne din adamı olduğu ve dinin güçlenmesini istediği için üye olmuştu. Fikirlerini sadece Volkan’da değil, Tanin, İkdam, Serbesti gibi gazetelerde de dile getiriyordu. Asilere katılmadığı gibi tam tersine konuşmalar yaparak birçok taburun isyana katılmasını engellemeye çalıştı. İşler çığırından çıktığında ise İzmit’e gitti. O sonradan tutuklanıp ayaklananlarla beraber yargılandı. Zaten sonunda gerçek anlaşıldı ve beraat ederek aklandı.

Sait Nursi, beraat edip serbest kaldıktan sonra Serbesti Gazetesi’nde “Ordunun ruhu ve ülküsünün okullu subaylar olduğunu, bunlara isyan etmenin cinayet olduğunu” yazdı. O, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de hep devletten ve ordudan yana oldu. Cumhuriyet’in ilanından sonra yeni rejimi beğenmese bile... Talebeleri de onun bu yolunu ve stratejisini izlediler.

‘Bu fetva geçersizdir’

1917’de Kostroma Esir Kampı’ndan kaçarak İstanbul’a gelen Sait Nursi, Dar-ül Hikmet-ül İslamiye’de görev aldı. Bu dönemde onun Kürt Teali Cemiyeti üyeleri arasında yer aldığı iddia edilir. Fakat o, cemiyetin kendisine yaptığı teklifi, Kürt milliyetçiliğini ülke için tehlikeli gördüğünü ve etnik ayırımcılığa karşı olduğunu belirterek reddetti. Kürt Teali Cemiyeti’ne üye olması için ısrar eden Seyyid Abdülkadir’e şu cevabı verdi:

“Allah-u Zülcelâl Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’de, ëÖyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı İlâhî karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk Milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.” 15 Şubat 1919 tarihinde sonradan Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alan Cemiyet-i Müderrisîn’in kurucu üyeleri arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı sırasında milli mücadeleyi destekledi. 11 Nisan 1920 tarihinde dönemin şeyhülislamı, Dürrizade Abdullah Efendi, Kuvvayi Milliye’nin aleyhine bir fetva yayınladı. Ortalık birbirine girmişti. Bazı müftüler ve din alimleri harekete geçip ‘karşı fetva’lar verdiler. Şeyhülislam’ın fetvasına karşı çıkanlar arasında Sait Nursi de vardı. Özetle şöyle diyordu: “Bu fetva geçersizdir. Çünkü İngilizler’in emri ve baskısı altında yayınlanmıştır. Düşman işgaline karşı savaşanlar asi değildir.”

Mustafa Kemal’e kırgın mıydı?

Mustafa Kemal, Milli Mücadele süresince Kürt vatandaşlarımızla ilişkilerini hep sıcak tuttu. Güneydoğu’da görev yaparken çok sayıda aşiret reisiyle dostluk kurmuştu.

Erzurum ve Sivas kongrelerine de onlardan delege çağırmıştı. 23 Nisan 1920’de açılan ve tarihe ‘Gazi Meclis’ olarak geçen ilk Büyük Millet Meclisi’nde de Kürt milletvekilleri vardı. Sait Nursi’nin ve onların işbirlikçileriyle mücadelesinden hoşnut olan Mustafa Kemal Paşa, onu Ankara’ya davet etti. O güç günlerde Sait Nursi’nin Ankara’ya gelmesi büyük manevi destek olacak, Milli Mücadele’yi yürütenlere moral verecekti. İstanbul’da olan Sait Nursi, Mustafa Kemal Paşa’nın davetini Mareşal Fevzi Çakmak ve eski Van Valisi yeni milletvekili Tahsin Bey de tekrarlayınca Ankara’ya gitmeye karar verdi. Kimi kaynaklar, Sait Nursi’nin saltanatın kaldırılmasını doğru bulmadığını, bu nedenle 1 Mart 1922’de saltanatı kaldıran Meclis’e ve Mustafa Kemal Paşa’ya kırgın olduğunu iddia ederler. Öyle olsa, davetleri kabul etmeyebilir, saltanatın kaldırılmasından sonra Ankara’ya gitmezdi. Ankara’da halk ve milletvekilleri tarafından sevinçle karşılanan Bediüzzaman Sait Nursi için 9 Mart 1922 günü Büyük Millet Meclisi’nde ‘hoşamedi’, yani ‘hoş geldin töreni’ düzenlendi. Alkışlarla kürsüye çıkan Sait Nursi, zafer için dua etti. Fakat, Ankara’nın havasından pek hoşlanmamış ve umduğunu bulamamış gibiydi. Nitekim bir süre sessiz kaldıktan sonra, 19 Ocak 1923’te ìEy Mücahidin-i İslam, ey ehl-i hall ve akdî (Ey İslam mücahitleri, ey devlet erkini elinde tutanlar) bir beyanname yayınladı. Beyannamede diyordu ki:

“Şükredin ki zaferiniz devam etsin; bunun başı da salattır. Zaferinizle alem-i İslam’ın sevgi ve teveccühünü kazandınız; bu sevginin devamını istiyorsanız İslam’ın şartlarına uyun. “Bu alemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedaya kumandanlık ettiniz’ Kuran’ın emirlerine uyun ki, o insanlara arkadaş olasınız öte dünyada. Bu millet, kendisi namaz kılmasa da, başındakileri mütedeyyin görmek ister. İtaat istiyorsanız namaz kılın. Farz namaz gibi dini zorunluluklar kurtarıcıdır; sırf tembellik ve gaflet yüzünden onu terk etmeyiniz. Bu Meclis’in fiilleri taklit edilecektir. Kuran yolundan saparsanız tenkidiniz de, taklidiniz de zarar getirir.” Sait Nursi’nin, davetine uyarak Ankara’ya gelmesi Mustafa Kemal Paşa’yı ne kadar sevindirmişse, bir beyanname yayınlaması ve bu beyannamenin elden ele dolaşması da o kadar üzmüştü. Nevzat Kösoğlu ‘Bediüzzaman Sait Nursi’ adlı kitabında bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
“Namaz konusundaki risalenin, milletvekilleri arasında elden ele dolaştırılması Mustafa Kemal’le aralarında bir tartışmaya yol açar. Kemal Paşa, ‘Biz sizin fikirlerinizden faydalanmak için çağırdık. Siz namazla başladınız. Aramızda ihtilafa sebep oldunuz’ der.

Atatürk, tartışmaya girmez

Sait Nursi’nin cevabı serttir: ‘Paşa paşa, İslam’da imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir.’ M. Kemal Paşa yumuşak davranarak işi geçiştirir. Ankara’da bulunduğu sürede, Van’da açmayı düşündüğü üniversite için milletvekillerini ikna etmeye ve ödenek koydurtmaya çalışır, başarır. Yüz altmış üç mebusun imzası ile 150 bin lira ödenek ayrılır. Bu arada Mustafa Kemal Paşa ile iki saat süren özel bir görüşme daha yapar. Ona, batılı hevesleri bir yana bırakmasını, eğer bir inkılap yapacaksa bunun Kuran’dan kaynaklanmasını ve bütün alem-i İslam’a dayanmasını öğütler. M. Kemal dinler; bu kere sert tartışmalara girmez; onu sükunetle uğurlar. Bir milletin kaderinde aynı hedefe yürüyen bu iki insan, tarihin bu noktasında niyetleri ayrı ayrı olarak ayrılırlar.”

Burada, ayrıntı gibi görünen bir gerçeği atlamamak gerekiyor. Her ne kadar kimi kaynaklar Ankara’da Mustafa Kemal Paşa ile Sait Nursi arasında yukarıda anlatıldığı gibi bir diyalog geçmediğini söyleseler de, Atatürk’ün gerek o dönemde, gerekse sonraki yıllarda Sait Nursi’ye karşı hoşgörülü davranması, O’nun muhaliflerine hayat hakkı tanımayan bir diktatör dolduğu iddiasının dayanaksızlığını ortaya koyuyor. Sait Nursi, Atatürk devrinde evet sürgün edildi, ama Şeyh Said gibi idam edilmedi. Sait Nursi de Şeyh Said gibi Kürt kökenliydi, ancak bölücü Kürt milliyetçisi değildi. Üstelik siyasi bir amacı ve hedefi de yoktu.

Ejderha tehlikesi

Sait Nursi Ankara’ya davet edildiğinde Milli Mücadele henüz tamamlanmamıştı. Mustafa Kemal, hem Milli Mücadele’nin son aşamasında, hem de Milli Mücadele’den sonra hayata geçireceği devrimler için Sait Nursi’nin desteğini alacağını ummuştu. Ama Sait Nursi’nin aklında ve fikrinde sadece din vardı. Nitekim 19 Ocak 1923’te Meclis’e hitaben yayınladığı on maddelik bildirisinde, Peygamberlerin Şark’ta, filozofların da Garp’ta ortaya çıkmasını ‘kaderin bir işareti’ sayıp, “Şark’ı ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir” diyor ve “bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu, Frenk mukallitleri Müslümanlara tercih edilirse”, İslam dünyasının dikkatini başka tarafa çevireceği uyarısını yapıyordu. Bildiri, Mustafa Kemal’in elbette hoşuna gitmemişti. Ancak, Sait Nursi gibi özellikle Doğu’da çok sayıda taraftarı olan bir şahsiyeti kırmak ve karşısına almak istemezdi. Gönlünü almak için ona mebusluk, Diyanet azalığı veya Şark Umum Vaizliği önerdi. Fakat bunları kabul etmeyen Sait Nursi, Ankara’daki durumu şöyle anlatacaktı: “1338’de Ankara’ya gittim. İslam ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkarı içinde, bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah, dedim. Bu ejderha imanın erkanına ilişecek.”

Sait Nursi, günümüz Türkçesiyle şunu söylüyordu:
“1338’de Ankara’ya gittim. İslam ordusunun Yunan’a üstün gelmesinden neşe alan insanların kuvvetli fikirleri içine, bir grup inkarcıların girerek bozmak ve zehirlemek için düzenbazlık içinde çalıştıklarını gördüm. Eyvah, dedim, bu ejderha imanın esaslarına zarar verecek.”
Yarın: Kuran’da müjdelenen millete silah çekmem

Nurculuk nedir

Sait Nursi’nin başlattığı dinci akıma “Nurculuk” deniliyor. Nurculuğun bir tarikattan çok bir tefsir ekolü olduğu söylenir. Nitekim Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır da “Nurcular ‘zamanımız tarikat zamanı değildir’ diyorlar ama görünüş olarak tarikat yapılanmasına yakın gözüküyorlar. Burada da cemaat lideri var. Yine de, benzerlikler olsa da yapılanma tam tarikat yapılanması değil. Mesela tarikatte olan şeyler yapılmıyor. Zikir halkaları oluşturulmuyor. Tarikatte olan şeyh-mürit ilişkisi burada cemaat ilişkisine dönüşüyor. Oldukça önemli farklılıklar var. Ben şahsen ëcemaat’ diye nitelendiriyorum” diyor. Nurculuk, Said-i Nursi’nin söyleyerek yazdırdığı Risale-i Nur genel başlıklı, çeşitli adlar taşıyan 130 kadar kitapçığı esas alır.

Şerif Mardin, Nurculuk ve takipçileri hakkında şu yorumu yapar: “Nurculuk, geleneksel tarikat modeli çerçevesinde faaliyette bulunmayıp Kuran’daki hakikati yaymada bir araç olduğunu öne sürdüğünden, sınırları da karışıktır. Hakikati yayma görevine katılan herkes ipso facto yandaş sayılır. Bu nedenle üyeler hakkında kesin bilgi vermek olanaksızdır. Ancak ilk kez 1920’lerde propaganda edilmeye başlandığı düşünülürse Bediüzzaman’ın radikal görüşlerinin Türkiye’de geniş bir yandaş kitlesine ulaştığı açıktır.” Nurculuğun temel düsturu ñkimilerine göre- “modern bilim ve felsefeye karşı imanı korumaktır.”

Risalelerini “Nur şarkitleri” denilen yardımcılarına yazdıran Sait Nursi’nin talebeleri yani Nurcular, fikirlerini yaymak için şiddete başvurmaz ve şiddetten hoşlanmazlar. Toplumsal hayata katılım ve kılık-kıyafet konusunda diğer tarikat ve cemaatlerden daha hoşgörülüdürler. Mesela, diğer tarikat ve cemaatlerde kimi zaman ifrata vardırılan ìzikirî yoktur. Sait Nursi, “Namazın nihayetindeki tesbihleri yaptım, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme” demiştir.Nurcularda ayrıca üniversitelere kızların türbanla veya başörtüsü ile girebilmesi gibi şart ve dayatma söz konusu değildir. Nurcular, Batı kurumlarını ve kültürünü “Müslümanlığa külliyen aykırı” bulmakla birlikte Batı’nın toplumsal seferberlik usullerini, teknik olanaklarını kullanmakta sakınca görmezler.

Dizi yazıda yer alan doğru olmayan bilgilerle ilgili açıklama yarın Risale Haber'de

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Bediüzzaman Haberleri