Tekbir, Itri, Yahya Kemal 

Himmet UÇ

Kurban bayramı geldi. Itri’nin ve muhteşem Tekbirinin bir yadı gerekir. Onunla ilgili bir muhteşem portre şiiri yazan Yahya Kemal’i anmak bir edebi vecibedir.

Yahya Kemal bu şiiri 1940’ta yazmıştır. Bu şiir ibda yani örneksiz, ilk ve mükemmel örnektir. (as a new creation out of nothing.) Felsefe ve dinler tarihinde ilk orjinal örnekleri veren insanlar sayılıdır. Hazreti Mevlana “yeni şeyler söylemek lazım” demiş. Kurduğu meşreb ve meslek yenidir. Bu yüzden büyük ilgi görmektedir ve görecektir. Zaman ibdaı olan eserleri eskitemez. Şeyh Galip için de öyle söylenir, o da üstadı gibi “yeni şeyler söylemek gerekir” demiş. 

Bediüzzaman da dini yeni üslublarla kaleme almış, kendinden önceki müellifler gibi yazmamış. Kur’an’a yeni bir yorum getirmiş. İlim, sanat, din, felsefe armonisi olan anlatım tarzları kullanmıştır. Ayet’ül Kübra isimli eseri bütün dünyanın dini, ilmi ve felsefi derinliğini ölçmesi için yazılmıştır. Müellefat-ı sabıkada böyle bir teknik, blending yoktur.

Rıfkı Melûl Meriç'e

Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.

Yahya Kemal İtri hakkında bu meşhur şiirini yazmıştır. Türk edebiyatında böyle Tekbir gibi dinin önemli bir meşalesi olan kelime-i kudsiyeyi yazan bir şaire, meşhur bestekara edebiyatımızda yer veren adam Yahya Kemal’dir. O şiirin  ve sanatın diliyle milletinin güzel tarihi anlarını ve dini kavramlarını anlatmıştır. Ama ne yazık ki edebiyatı da dini de yüzeysel anlayan toplumda ne o hakkiyle tanınır ne din-i mübin.

Itri‘nin Tekbir, Nevakar, Segah Ayini gibi eserleri ve ezan besteleri ölmez eserleridir. Müzik dehası herkesce kabul edilmiştir.

Mümin olmak başka, musikisini, sanatını, edebiyatını ve özellikle dinini bilen insan olmak başka, ne yazık ki işte böyleyiz.

Şiir onun büyüklüğünü ve yaptıklarını anlatır. “O şafak vaktinin cihangiridir” çünkü Tekbir şafak vaktinde icra edilir. İmajinatif olarak muhayile böyle hakikate mutabık bir apokaliptik imajı zor düşünür ama Yahya Kemal eserlerinde de hayatında da musikiye önem verir. 

"Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlamayan hiçbir şey anlayamaz bizden" der. Kitap gibi bir söz. Biz nota düzeni kuramamışız Itri’nin binden fazla bestesi kaybolmuş. Çok cok azı günümüze kalmıştır. Kırk bir kadar, bir Ermeni musiki üstadı  Hamparsun notasını ortaya çıkarmış ve onunla çok az bir kısım eserlerimiz kaybolmaktan kurtulmuştur. Bu kaybolan şiirlerin hüznünü Yahya Kemal yaşar. Avrupalı yüzyıllar öncesinden notayı keşfetmiş ve musikisi kayıt altına alınmıştır. Itri değerinde bile olmayan çok avrupalı musiki üstadı büyük itibar görmüş eserleri kayıt altına alınmıştır ama bizim büyük üsdatlarımız gereken ilgiyi görmüşlerdir diyemeyiz. Milleti sevmek başka, milliyetçilik yapmak başka. Türk ve Kürt kelimelerini cilalamak başka o milletlere hizmet götürmek için çalışmak başka. Yahya Kemal bu şiiri yazmasa bizde de çok insan bilmez bu büyük adamın adını. Yahya Kemal onu nisyanın çukurundan çıkarmıştır.

Itri

17. yüzyıl büyük Türk bestekârı. Asıl adı Mustafa olup Itri mahlasıdır. Çiçekçilik ve meyvecilikle uğraştığı için bu mahlası almış olduğu söylenir. Ustaları arasında Hafız Post, Nasrullah Vakıf Halhali, Kasım Paşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi, 17. yüzyıl bestecileri vardır. Çağının kaynakları mevlevi olduğunu göstermektedir. Mevlevi mukabelesinde okunan bir Segah ayin bestelemiş olduğundan bu rivayetlerde haklılık payı olabileceği düşünülmektedir.

Hayatı müddetince bir çok padişah ve devlet adamından himaye görmüş olup, bunlardan en önemlileri IV. Mehmet ve Gazi Giray Han'dır. Devlet adamlarına yakınlığı nedeniyle bir dönem esirciler kethüdalığı yapmış, sarayda da musıki dersleri vermiştir. Mezarı divan şairi Şeyhi 'nin yazdığına göre Yenikapı Mevlevihanesi'ndedir. Ancak mezar taşı kaybolduğundan, yeri konusunda bugün bir bilgi bulunmamaktadır.

Sanatı

Itrî;  hayatı  boyunca şairlik, hattatlık ve bestekârlık gibi sanatlarla uğraşmıştır. Ancak hiç şüphe yok ki onun bugün ki ününün sebebi bestekârlığıdır. Bestelerinde daha çok Nabi, Baki, Nazım, Naili, Nefi, Hafız gibi Türk ve Fars divan şairlerinin şiirlerini kullanmıştır.

Eserleriyle bir çığır açmış ve kendinden önceki tüm bestekarlardan farklı olmuştur. Türk Klasik Musikisi'nin esas çizgilerini o çizmiş ve Türk Müziği'ni diğer doğu müziklerinden ayıran özellikleri kazandırmıştır. O sanatının büyüklüğü ve önemi bakımından ancak Abdülkadir Meragi ve Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi ile mukayese edilebilir.

İstanbul'da doğdu, aynı kentte öldü. Çağdaşlarının, ölümüne tarih düşürmek amacıyla kaleme aldığı mısralar ile, bestelediği  eserlerde güfte olarak kullandığı şiirlerin yazılış tarihlerine göre, yaklaşık 1630 ile 1640 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Çeşitli kaynaklarda ölümü için 1711 ve 1712 tarihleri gösterilmektedir. Asıl adı Mustafa'dır. Itrî, şiirlerinde kullandığı mahlastır. Buhurîzade Mustafa Efendi diye de anılmıştır. Buhurîzade adının kendi lakabı mı, yoksa aile adı mı olduğu bilinmemektedir. Hayatı  üstüne bilinenler de, eski ve yeni kaynaklardaki, çoğu birbiriyle çelişen bilgilere dayanır.

Zamanına göre iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır. Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17 yy. bestecilerinden de yararlandığı sanılmaktadır. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır. Söylentilere göre, Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi Câmî Ahmed Dede'ye (?-1671) kapılanmış, müzik sevgisiyle Mevlevi olmuştur.

Itrî beş padişah dönemi gördü. Sultan IV. Mehmed zamanında tanındı. Huzurda düzenlenen fasıllara hanende olarak katıldı, bestelediği yapıtlarla padişahlardan büyük yakınlık gördü. Saraya girmeden önce ne tür işlerde çalıştığı bilinmiyor. Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve müzik sevgisiyle tanınan Kırım Hanı I. Selim Giray'dı (1634-1704). Itrî, IV. Mehmed'le yakınlığının bir sonucu olarak, padişahtan, kendisine esirciler kethüdalığı görevinin verilmesi dileğinde bulunmuş, bu dileği yerine getirilmiştir. Bazı kaynaklar, onun bu dileğini, İstanbul'a getirilen esirlerin ülkelerinin müziği üstüne bilgi edinmek, içlerinden müziğe yeteneği olanları da yetiştirmek istemesine bağlarlar.

Itrî uzun yıllar Enderun'da müzik öğretmenliği ve hanendelik ettikten sonra, elli yaşına doğru emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü Lale Devri'nde daha da artarak sürdü. Meyvecilikle, çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul'un ünlü Mustabey armudunu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Itırdan gelen Itrî mahlası da, çiçek merakına bağlanır. Divan şairlerinden Şeyhî'nin yazdığına göre, ölümünden sonra "Mevlevihane Yenikapusu haricine" gömülmüştür. Mezar taşı kayıptır.

Itrî zamanının tanınmış şairlerindendir. Divan ve âşık tarzlarında şiirleri vardır. Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, tarih düşüren beytiler ve şarkılar dışında, hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır. Bestelediği eserlerde  şiirlerinin pek azını güfte olarak kullanmış, Nâbî, Bakî, Nazîm, Nailî, Nef'î gibi ustaların şiirlerini bestelemeyi yeğlemiştir. Şiirlerini topladığı Divan'ı kayıptır. Şiirlerine şuara tezkirelerinde, yazma şiir derlemelerinde rastlanır. 

Itrî aynı zamanda tâlîk yazı yazan bir hattatır. Edebiyat ve hat öğretmeni Siyahî Ahmed Efendi'dir (?-1697). Yazdığı tâlik yazı örnekleri, Hâfız Post'un güfte derlemesine eklediği güftelerde görülür. Neyzen olduğu da söylenir. Saz eserleri bestelemesi, ney ya da başka bir saz çaldığını gösterir. Çağının kaynaklarında, kuramsal bilgilerinin çok üstün bir düzeyde olduğundan söz edilir.

Asıl önemi besteciliğindedir. Eserleriyle  bir çığır açmış, Klasik Türk müziğinin kurucusu olmuştur. Ondan önceki bestecilerde, bir ölçüde de olsa, Orta ve Yakındoğu müziklerinin izleri sezilir. Bu etkiler onda bütünüyle silinmiş, Klasik Türk müziği diye adlandırılan, Osmanlı-Türk üslubu en belirgin çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Klasik üsluba bağlı kalmış pek çok bestecide, az ya da çok, onun etkisi vardır. Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammâmîzade İsmail Dede Efendi'yle birlikte, Türk müziğinin gelişimini yönlendiren üç önemli besteciden biri olmuştur.

Itrî'nin  Nevâ Kâr’ı  Hâfız'ın bir gazeli üzerine bestelenmiştir. Bu eser  çeşitli makam ve usul geçkileri uygulanarak birbirine bağlanmış ezgilerinin zenginliği yanında, kuruluşu ve titiz işçiliğiyle de özgünlük taşır. Aynı zamanda, Klasik üslubun niteliklerini de en iyi yansıtan, en özlü örneklerinden biridir. Çeşitli makamlardaki, büyük formlu öbür din dışı eserleri , ilgili fazılların ilk akla gelen parçaları arasındadır. Din dışı küçük formlarda bestelediği hiçbir eseri  günümüze ulaşmamıştır. Yahya Kemal onun Nevâ Kâr’ını büyük bir hassasiyeti kalbiye  ve akliye ile  dinlemiştir.

Itrî dini müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Bunlar, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların Itrî tarafından konulduğu söylenir. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Salât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde meydana getirdikleri  etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar.

Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrî'nin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Mevlânâ'nın bir şiirinden alınan eserde, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın, bestelenmesinden sonra Mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayin'i ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir.

Günümüze ulaşan eserlerinin çoğunda mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu, Mevlevi müziği yapıtlarında, tasavuffi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, diğer eserlerinde ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir. Ben Yahya Kemal’in şiirindeki derin musikide Itri tesiri hissediyorum, ifade edemiyorum ama işte böyle.

Sanatı değerlendirilirken, üslubunun niteliği ile eserlerindeki teknik özellikler birbirine bağlı iki düzey olarak ortaya çıkar. Itrî'nin müziği 17. yy'da henüz oluşum aşamaları içindeki bir müzik üslubunda "klasik" diye nitelendirilebilecek özellikler taşır. Kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmediği, bütünüyle kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiştir. Müziğinin dengeli, oturmuş bir yapısı vardır; eserlerinin en dokunaklı bölümlerinde bile, duygusallıktan, abartamadan, gereksiz süslemelerden kaçınmıştır, cümleleri açık seçik ve berraktır.

Eserlerinin ezgi yapısındaki özellikler ise, sanatının ancak teknik bir inceleme çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir yönüdür. Hiçbir bestesinde alışılmış ezgi örneklerine rastlanmaz. Belli bir makamdaki eseri, başka bir bestecinin aynı makamdan bir eseriyle  karşılaştırıldığında, o makamı çok farklı buluşlar, taklit edilmeyen, benzersiz deyişlerle işlediği görülür. Bir makama bağlı müzik cümlelerini sadece komşu perdelerden yararlanarak geliştirme kolaycılığından kaçınmış, en uzak perdelere dek uzanarak, zor olanı gerçekleştirmeyi yeğlemiştir.

Böylece ezgilerini dar bir ses alanı içinde kalmaktan kurtarmıştır. Onun müziği bu bakımdan makam ve geçki zenginliği taşır. Bu zenginlik, kullandığı usuller için de geçerlidir. Notasıyla günümüze ulaşamamış parçalarının güfteleri ile usullerini veren eski kaynaklarda, çok ender kullanılmış usullerde bile eser  bestelediği görülmüştür.

Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan çok verimli bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş ya da kaybolmuştur; bugün ancak kırk dolayında eseri  bilinmektedir. Günümüze kalan pek az eseryile  bile bugün de Klasik Türk müziğinin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatındaki olağanüstü özelliklerin bir sonucudur.

Eserleri: Segâh Kurban Bayramı Tekbiri; Segâh Salât-ı Ümmiye; Dilkeşhâveran Gece Salâtı; Mâye Cuma Salâtı; Segâh Mevlevi Ayini; Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih; Nühüft Durak; Nühüft İlahî; Nühüft Tevşih; Nevâ Kâr; 2 Pençgâh Beste; Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai; Mâhûr Ağır Aksak Semai; Rehavî Berefşan Beste; Buselik Hafif

Yazımızı Hayali Bey’in Kaside’nin Iydiy’e bölümü ile hitama erdirelim.

Iydı kurban erdi halkı yine şadan eyledi
Gonce leb dilberler gül gibi handan eyledi
Sanmanız gülgun şafak oldu ufuktan aşikar
İyd için çarh-ı felek Servini kurban eyledi
Kabeveş mestur olan dilberler oldu aşikar
Nur görmüş hacı veş uşşakı nalanl eyledi 
Ay ü günle yere inmiştir felek sanır hemin
Gerdiş-i dolab i idi kim ki seyran eyledi
Böyle bulmuşken şeref gün yüzlerde idgah
Taliim zulmü bana bihad-ı payan eyledi.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.