“Tarihçe”nize kısa bir bakış-2

M. Nuri BİNGÖL

İki ay kadar Afyon’da ikâmet edip, sonra Emirdağ’a geldiniz,  14 Mayıs 1950 senesinde Demokrat hükümetin iş başına gelmesiyle bir derece serbestiyete kavuştunuz. 1952’de İstanbul’da Gençlik Rehberi isimli eserinin tâb’ edilmesiyle hakkınızda yine dava açıldı. Yapılan muhâkemeler neticesinde beraat ettiniz.

İstanbul’da büyük alâka gördünüz. Bilhâssa İstanbul ve Ankara üniversite talebelerinin, eserlerinize karşı şiddetli alâkalar vardı. Nur Risâleleri’nin imân esasları aklî ve mantikî deliller ile ispat etmesi, kâinatta ve madde âleminde misaller göstererek ispata çalışması, mektepli gençler arasında büyük bir iştiyâka sebep oldu.
Afyon Hapsinden evvel, 1947’den itibaren teksir makinasıyla Nur mecmuaları Isparta ve İnebolu’da neşredilmişti. Afyon Mahkemesinin 1956'da Diyânet İşleri Riyaseti Müşavere Kurulu’nun bütün Risale-i Nur Külliyât’ınızı tek tek inceleyerek her bir Risale hakkında, müspet ve faydalı,  Kur’anî bir tefsir olduğuna dair rapor vermesi üzerine( Tarihçe-i Hayat hariç, o da 1984’de  Adalet Bakanlığı tarafından takipsizlik kararı aldı.), Risalelerinizin beraat ve iadesine karar verilince kendinizi vazifesini yapmış olarak gördünüz.

Hayatınızın son dönemlerini, Isparta’da, hizmetinizdeki talebelerinizin arasında geçirdiniz. Ankara ve İstanbul’da neşredilen bütün Nur Risaleleri, huzurunuza formalar hâlinde getirilip okunurdu. “Hatt-ı Kur’an”  ile yazılan risalelerden yanınızdaki talebeleriniz okur, Siz de takip eder, böylece tashih edilen formaların matbaalarda bastırılmasına izin verirdiniz.
Hayatınızın son senesinde Ankara ve İstanbul’a teşrif ederek oralarda bulunan ve Risale-i Nurları neşreden talebelerinize “son vasiyet” hükmünde müsbet hizmet tarzını ders vererek yazdırdınız, neşrettirdiniz:

“Aziz kardeşlerim!
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i îmâniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet îmân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Meselâ:
Kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, bir çok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ: Rusya'da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfî'de i'dam teh-didine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.
Evet meselâ: Seksen bir hatasını mahkemede isbat ettiğim bir müddeiumumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünki asıl mes'ele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. "VELÂ TEZİRU VÂZİRETEN VİZRA UHRÂ" düsturu ile ki: "Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes'ul olamaz." İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâm'da asayişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."
Ben de Celaleddin-i Harzemşah gibi, ‘Benim vazifem hizmet-i îmâniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir.’ deyip ihlas ile hareket etmeyi Kur'andan ders almışım.
Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.” ( E:L. 580-584)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.