Tanpınar’ın mektuplarının peşinde

Himmet UÇ

Zeynep Kerman Hanımefendi, Yeni Türk Edebiyatı Profesörü. Onun Yeni Türk Edebiyatı dalındaki gayretlerini bir öğrencime bitirme tezi olarak verdim, ta ki çalışmanın, bir şeyler meydana getirmenin ne mana bir şey olduğunu öğrencime anlatayım. O bilgileri yayınlamayı uygun gördüm. (Prof. Dr. Himmet Uç)

***

Zeynep Kerman, Türk Edebiyatının hukukunu koruyan ve onu bir düzene sokan önemli adamlarımızdan biri olan Mehmet Kaplan‘ın asistanı olarak çalışmaya başlar. Kerman, Yeni Türk Edebiyatının önemli isimlerinden biri. Bu usta edebiyatçıyı anlatan Zeynep Kerman Kitabı, Prof. Dr. Handan İnci tarafından hazırlanmış. Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Kerman’ın hayat hikayesine ve eserlerinin, çalışmalarının bibliyografyasına yer verilmiş. İkinci bölümde Bayram Kodaman, Selim İleri, Beşir Ayvazoğlu, Mirjana Teodosijeviç, Zeynep Uluant gibi isimlerin Zeynep Kerman’la olan hatıraları yer almaktadır. Bunların yanında Zeynep Kerman’ın akademik çalışmalarının farklı isimlerce ele alındığı makaleleri görüyoruz. Söz gelimi Abdullah Uçman, Tanpınar, Handan İnci, Samipaşazade Sezai, Ömer Faruk Huyugüzel, Halit Ziya Uşaklıgil, Emel Kefeli  karşılaştırmalı edebiyat, Baki Asiltürk, hocanın Ahmet Haşim hakkındaki çalışmalarından söz açmışlar.

“Yıl 1965. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü üçüncü sınıf öğrencisiyim. Prof. Mehmet Kaplan’la bitirme tezi konusunda görüşmeye gitmiştim. Hoca Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mektuplarını toplamamı tavsiye etti. Liseden edebiyat öğretmenim olan hanımı Behice Kaplan şiddetle itiraz etti, kimsenin özel hayatını deşmeğe hakkım olmadığını kendisine mektupları vermeyeceğini söyledi. Bu beni yıldırmadı, belki de çok sevdiğim ve saygı duyduğum Behice Hanım’a kendimi isbat edebileceğim bir fırsatı değerlendirmek istedim. Kaplan Hoca, rahmetli Cevat Dursunoğlu, Dr. Tarık Temel ve Prof. Dr. Bedrettin Tuncel‘e müracaat etmemi söyledi.

O zamanlar Osmanlıca yazım pek iyi değildi. İki gün lügatlerin yardımı ile rahmetli Cevat Dursunoğlu’na eski yazı ile bir mektup yazarak tezimin konusunu, gayemi anlattım. Ve Tanpınar’ın kendisine yazdığı mektupları veya fotokopilerini göndermesini istedim. Bir hafta sonra gayet kabarık bir zarf geldi bana. Cevat Dursunoğlu dört mektupla yetinmemiş Tanpınar’la tanışmalarını çeşitli hatıralarını da dile getirmişti.

Birkaç ay sonra Ankara’ya gittiğimde bu olgun ve kültürlü, vatanperver beyefendiyle  tanışma şerefine eriştim. Gönderdiği mektuplarda birkaç kelimeyi karaladığından dolayı özür dilemesi beni son derece mütehassis etmişti. Prof. Bedrettin Tuncel ağabeyimin okul arkadaşı idi. Oğlu vasıtasıyla bir randevu talep etmiş ve gayemi de belirtmiştim. “Görüşecek bir şeyim yok“ cevabını alınca hayretler içinde kaldım. Bir üniversite öğrencisine böyle bir cevap veren hocayı çok merak ettim ve adeta baskın diyebileceğim bir tarzda bir öğle vakti evine gittim. Kapıyı kendisi açtı, şaşkınlığını atamadan “görüşmek istemediğiniz öğrenci benim” diyerek içeri girdim. Kapıdan doğru çalışma odası olarak da kullanılan geniş bir salona giriliyordu. Kapılardan birinden hanımı içeri girdi. Bedrettin Bey “Tanpınar bana mektup yazmadı“ cümlesini söylediği anda hanımı “şu çekmecede değiller miydi?“ dedi. Bedrettin Bey çok hiddetlendi ve eşine çıkması gerektiğini söyledi. Bu benim yardımsever daima talebeyle meşgul olan hatta şahsi dertlerini de halletmeye çalışan hocalarımdan çok farklı bir hoca tipiydi.

İstanbul’a dönünce  Dr. Tarık Temel’e gittim, Beyoğlu’ndaki geniş muayenehanesinde  bana randevu vermişti. Yanında gençliğinde çok güzel olduğu belli, eskilerin “mihrap yerinde” dedikleri bir hanımefendi vardı. Beni küçük gören, istihfaf eden bir tonla karşıladı ve hocam aleyhinde konuşmaya başladı. O zaman dayanamadım ve gençliğin de verdiği bir cüretle ”Tanpınar’ın Huzur romanını nasıl size ithaf etmiş şaştım” dedim.

O gün ağlayarak Kaplan Hoca’ya böyle devem ederse mezuniyet tezini bitiremeyeceğimi bana başka bir konu vermesini söyledim. Fakat mektupları toplayıp neşretmekte kararlı olduğumu söyledim. Bunun üzerine Tanpınar’ın Edebiyat Üzerine Makaleler’ini toplamaya başladım. Mezuniyet tezimin metin kısmı 1968’de ben fakülteyi bitirmeden, Çağdaş Türk Yazarları Serisi’nin ilk kitabı olarak yayınlandı.

Kitabın piyasaya çıkmasından az sonra Dr. Tarık Temel beni telefonla aradı, görüşmek istediğini söyledi. İtiraf edeyim biraz çekinerek gittim, zira sağı solu belli olmayan, ne yapacağı, nasıl davranacağı bilinmeyen bir insandı. Sinirlenince bende biraz öyleyimdir. Buna rağmen muayenehanesinde buluştuk. Kitabı okumuş, Tanpınar’ın her biri bir mücevher kıymetinde derin bir kültürün izini taşıyan makalelerinin bir araya getirilişini ve özellikle bölümlendirme şeklini çok beğendiğini söyleyerek iltifat etti. Ve önceki tatsız ve sevimsiz konuşmamıza temas ederek “çok gençsiniz becerebileceğinizi ummuyordum” dedi.

Sonra masasının gözünden mektuplarla birlikte bir tabanca çıkardı, korkmadım ama şaşırdım. “Bunlarda pek çok insanı rencide edecek dedikodular var, eğer onları olduğu gibi neşredersen seni vururum” dedi. Güldüm beni ilgilendiren şeyin dedikodu değil edebiyat olduğunu söyledim. Adeta ilk seferki davranışını affettirmek ve sevdiği bir dosta vazifesini yapmak istiyordu. “Asıl güzel mektuplar Adalet‘tedir” diyerek telefona sarıldı ve ona “Sana hemen genç bir hanım gönderiyorum, Hamdi’ye hiç birimizin yapamadığı hizmeti yaptı, bütün mektupları ona ver“ dedi.

Akşam üstüydü, Adalet Cimcöz’ün Mecideye köydeki zevkle döşenmiş geniş çatı katı dairesine gittim. Yaşımı göstermiyordum. Belki bu yüzden belki de bizim neslimizin eski harfleri öğrenmesinin mümkün olamayacağı kanaati, Adalet Hanım‘da da vardı. Önce birkaç satır okutarak beni imtihan etti. Şaşkın bir sevinçle kocası Mehmet Ali Bey’e seslendi. Benim bu davranışı normal karşılamama da şaşırdılar. Oysa ben ve arkadaşlarım, kütüphanelerde, eski dergi ve gazeteleri tararken genellikle emekliler tarafından sık sık imtihan edilmeye alışmıştık. O gün hayatımın en mesut günlerinden birini yaşadım. Tarık Temel’den 13, Adalet Hanım’dan 34 mektup aldım. Ayrıca beni Sebahattin Eyuboğlu’na da tavsiye etti. Adalet Hanım bir hayli iltifattan sonra ömrümü böyle eski yazılarla geçirmek yerine aktris olmak isteyip istemediğimi sordu. Böyle bir hevesim olmadığını duyunca hayret etti.

Sebahattin Eyüpoğlu’nun Karakol durağına yakın evine gittiğimde bahçedeydi ve üç mektup yanındaydı. Konuşmak istemedi ve hemen mektupları uzattı. Ve yüzüme baktı, gitmemi istediğini anladım ve hemen müsaade istedim.

Büyük bir cömertlikle mektup verenlerden biri de rahmetli Ahmet Kutsi Tecer’in Hanımı Meliha Hanımefendi oldu. Kaplan Hoca ile ziyaretine gittiğimiz bu İstanbul hanımefendisi Tanpınar’ın samimi bir okuyucusuydu. Güzel hatıraları vardı. Kaplan Hoca’nın verdiği mektuplar ise her biri bir sanat şahaseriydi.”

Rahmetli Hoca Orhan Okay Beyefendi, bana bitirme tezi olarak Ahmet Kutsi Tecer’i vermişti. İstanbul’a gitmiş, Tecer’in eşi Meliha hanımın Türk müdiresi olduğu Notre Dame Dö Sion Fransız Kız Lisesine gitmiştim, orada bana yakınlık gösterdi, bir küçük oda verdi. Bana Tecer’in evrak-ı metrukesini getirdi, yayınlanmamış tiyatrolarını verdi. Öğlenleri ağırlıklı Fransız öğretmenlerin bulunduğu yemek salonuna gidiyorduk. Fransızlar hiç ekmek yemiyordu, tabak tabak yemek yiyorlardı, sofradaki çok az ekmeği benimle Tecer Hanımefendi yiyorduk. Biz yemek yemek derken ekmek yiyorduk. Atalarımızın tarım toplumu olması bizi toprağa ekmeğe çekiyordu. Bir gün Meliha Hanım’la telefonda görüşmüştük. Hastaydı, şifalar diledim “Allah’tan artık ölmek istiyorum“ demişti, bana çok dokunmuştu. İstanbul’da birlikte Tecer’in babasının resimleri ile Tecer’in resimlerini çıkarttırmak için fotoğrafçıya gitmiştik. Tecer’in gençlik ve çocukluk resimleri ile babasının tek resmini almıştım, kitabımda onlar var.

Bu ülkede din, kültür, edebiyat sahipsiz herkes onları menfaatlerine yadım etsin diye çalışıyor, eğer biz doğru dürüst edebiyata gönül verseydik, bugünlere gelmezdik. Tanpınar, Kaplan, talebeleri ve sonra bizim nesil edebiyatın hukukunu koruduk ama sonra  iş tamamen politize oldu, talebe değil sanki alelacele bir canlı yetiştiriliyor.

***

“Talih her zaman insana yar olmuyor. Tanpınar’ın mektup yazdığından emin olduğum pek çok dostu veya yakını, belki cimrilikten, belki başka sebeplerden mektupları vermekten çekindiler. Kardeşi Merhum Kenan Bey 35 kadar mektup ve kartını bana getirdi. Bunları daktilo etmeye çalıştım fakat onuncu mektuptaki “Bunları saklama kimsenin eline geçmesini istemem, saklayabileceğin cinsten mektup istersen ayrıca yazarım” cümlesi bana bir vasiyet gibi geldi. Bunların hiçbirini kitaba dahil etmedim, yine de 250 sahifelik bir kitap ortaya çıktı. Bu eserin yayınlanmasıyla bazı dostlarının bana ellerindeki mektuplarını vereceklerini ümid ediyordum fakat yanılmışım.

Mektupların insan ve sanatkar olarak Tanpınar’ı çeşitli ve bilinmeyen cepheleriyle aydınlattığına ve ona olan ilgiyi artırdığına kaniim. Avrupalılar mektup neviine çok önem verirler ve edebiyatçılarının mektuplarını mutlaka neşrederler. Bizde bu gelenek henüz kurulamamıştır. Cahit Sıtkı’nın Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplarla Tanpınar’ınkiler  gerçekten muhtevalı, sanat değeri olan eserlerdir.”

***

Zeynep Hanımla ilk buluşmam Diyarbakır’a yardımcı doçent olarak atanmam sırasında olmuştu. Eserlerimi götürdüm, görücüye çıkmış bir kız gibi titriyordum, bitirme tezim, yüksek lisans tezim ve doktora tezim ona çalışkan biri olduğum kanaatini vermişti. Bir kere de doçentlik sınavında yanına gitmiştim, bana kızarak “yumurta kapıya geldiğinde bize geliyorsunuz” demişti ve bana bu safhaya geldikten sonra kimseye zorluk çıkarılmaz“ demişti. Son defa Hocam Orhan Okay’ın cenaze merasiminde görmüştüm. Hocam’a uzun ömürler diliyor, ellerinden öpüyorum.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.