Tahrir meydanına açılan ara yollarda Kâbe (2)

Leyla İPEKÇİ

Dünyanın farklı kıtalarından uzun ve meşakkatli yolculuklarla Kâbe'ye varılır. Benlikten varlığa uzanan bir yol. Sadece 'soyut' bir eksende değil. Kâbe'ye yeryüzünün çöllerini, nehirlerini, dağ ve denizlerini meşakkatle aşarak varıyoruz. 'Küresel insan'ın evrensel çekirdeğine.

Her birimiz arayışlarımızın yolcusuyuz... Hepimizin kendi meşrebince cevap aradığı en revaçta sorulardan biri şu: "Neden bugün Müslüman ülkeler sefalet, iç savaşlar ve fakirlikle kavruluyor, neden evrensel değerler havuzuna kendi medeniyetlerinden yeni temalar atamıyorlar?"

Bunu duyduğumda irkiliyorum. Vereceğimiz her cevap, bilinçaltımızda bunun 'değişmez' bir 'kara yazgı' olduğunu meşrulaştırmaya yarıyor çünkü. Böylesine global bir soruyu Müslüman üke diktatörlerinin sömürgeci devletlerle çıkar ilişkileri, kapitalizmin önlenemez yayılmacılığı gibi yine makro bir nazardan cevaplıyoruz.

Diyorum ki: Hayır! Dünyaya dair en ciddi soruların en yalın yanıtı bizim içimizde. O parçalanamayan, bölünemeyen özümüzde. En kaba genellemelerin tanımını yapmak için bile kendi küçük dünyamızdaki anlam havuzuna dalıyoruz, öyle değil mi? Bu, bir alamet olmalı o halde. Bir işaret.

Parça ile bütün arasındaki, iç ile dış arasındaki bu organik bağlantıyı bir işaret olarak tanıdıktan sonra, Tahrir meydanındaki direnişin yaktığı kıvılcımı, nasıl tanımlayacağız peki? Böyle bir kriz ortamında tek bir kişinin yapacağı tanım toplumların geleceğine dair nasıl bir iddia taşıyabilir? (Alt metin de şu elbette: Türkiye, Tahrir direnişinde emperyal bir güç olmaktan öte ne yapabilir?)

Arap Baharı diye adlandırılan ve domino etkisiyle diğer Müslüman ülkelere de sıçrayan süreci yönetmeyi deneyen onlarca muktedir güç var. Asya'ya, Avrupa ve Amerika'ya dek çeşitli aygıtlar, Türkiye dâhil, Tahrir meydanıyla simgeleşen dirilişi kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeye aday.

Benim cevabım apaçık: Müslüman toplumlarının 'kara yazgı'sının değişmezliğini meşrulaştıracak soruları sorup kendimizi kınamakla yetinmek yerine, her birimiz kendimizde bulmalıyız yeniden ayağa kalkmanın yanıtlarını.

Kâbe'yi tavaf ederken, tam da orada, insanlığın ilk evinde idrak ettim bunu. Bir çekirdeğin etrafında dönen atomlardık. Ve her birimiz ne kadar da gerekliydik. Tek bir atom parçacığı dönmeyi bıraksa, çekirdek kendi olmaklığını sürdüremezdi ki!

Kâbe'ye tavaf etmeye gelenler veya gelmeye niyet edenler bir yana, hiç gelmemiş ve gelmeyi düşünmeyenlerle birlikte bu hakikatin etrafında tavaf edelim o halde birkaç yazı boyunca daha...

Kâbe'de tavaf etmeye başladığımda Mescid-i Haram alanında olmanın ilk tecellileri de başgösterdi. İhramdaydım ve kötü bir söz söylersem, birini kırarsam, şu ya da bu şekilde sesim yükselirse sadaka verecektim. Tek bir kelimeyle harama bulaşan ya da haremde olduğunu unutarak nefsine hükmedemeyen biri sadaka vermekle yükümlüydü.

Her zamankinden çok daha dikkatliydim kendi haddimi ve hududumu bilme konusunda. Ama nefsime yenik düşersem de dünyanın sonu değildi, pişmanlığım ve tövbem en büyük umudum olacaktı. Rabbimin sonsuz merhametini ve bağışlayıcılığını daha çok anlayabilecektim.

Kendine pür dikkat kesilirsin ve haramın ölçüleriyle başka bir yerde olmadığı kadar barışırsın burada. Kural olarak yaptığın her şeyin, aşk ile yapabilmek için kalbinde bir karşılığı vardır, anlarsın.

Yine anlarsın ki, haram konuşmak ya da haram bir lokma yemek, insanın asli tabiatına da zarar verir. Müslüman toplumların bugünkü sefalet ve zulmetinin nedenlerini bulmak için bir ipucu daha işte: Hakkaniyet ve adalet temelinden uzaklaşarak harama bulaşmak. Haramda ittifak etmek.

Mübarek'in Mısır halkına veya Kaddafi'nin Libya halkına yaptığı zulümleri gördüğümüz kadar, Cumhuriyet döneminde devletimizin kendi vatandaşını maruz bıraktığı onca kanlı zulmü de bu manada bir daha idrak etmeliydik.

Küçük dünyamızdaki haram ölçülerini içselleştirip yaygınlaştırarak adalet eksenli koca bir medeniyeti tasavvur etmeye başlayabilirdik belki. Başkasında gördüğümüz kusuru kınamadan önce, kendimizdeki bir kusuru gidermeye çalışabilirdik sonra. Tahrir direnişinden -hiçbir haram ittifakının yıkamayacağı- bir diriliş çıkarmaya kişisel bir katkı olmaz mıydı?

Haramın ölçülerini biz koymadık. Bize verildi. Dünyayı biz yapmadık. Yıldızları da. Kâbe'nin yerini de kendiliğimizden bulmadık. Âdem'e gösterildi. Gerek Hz. Âdem'in gerekse sonraki insanların meşakkatli yolculuklarla ulaştığı Kâbe, yalnızca bir başlangıçtır daha. (Devam edeceğim.)

Zaman

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.