Tahrir

Safa AKINCIOĞLU

Merkez müdürü, elçilikten haber geldiğini ve Mısır’dan acil çıkış yapacakların isim listesini oluşturmak gerektiğini söylüyordu. Benim ise şu aralar hiç gitme isteğim yoktu. Ankara’ya göre durum tehlikeliydi ve vatandaşların tahliye edilmesi lazımdı. Çünkü olaylar gittikçe büyüyordu. Protestoculara, polis müdahale etmiş ve yaralanmalar hatta ölümler de olmuştu. Oysa daha düne kadar bu meseleleri öğrencilerimle konuşuyordum. Gençler heyecanlıydı, biri “Hocam Mısır’ın son firavunu gidecek” diyordu. Herkes umutluydu. Bir ben mi o kadar pek bir şey beklemiyordum? Ama öğrencilerimin ve Mısır gençlerinin kısacık bir sürede kendilerine güvenerek konuşmaya başlamaları hoşuma da gitmiyor değildi.

Öte yandan ülkenin başının değişmesiyle ülkenin değişmeyeceğini bildiğim için çok umutlanmamaları gerektiğini söylüyordum: “Değişecek olan sizsiniz, siz değişirseniz baştakiler de değişir. Yoksa bir Mübarek gitse ne olacak, bin Mübarek daha arkada bekliyordur” diyordum. Ve “Eğer sokaktaki bir adamı Mübarek’in yerine koysanız farklı şeyler yapacak mıdır?” diye sorduğumda “Aynı şeyleri yapar Hocam” dediklerinden o zaman bu işin pek değişiklik getirmeyeceğini anlatıyordum. Sonradan görüştüğüm öğrencilerimden bazıları bana hak verdi. Çünkü gerçekten görmüşlerdi binlerce Mübarek, beslendikleri konumu ve sistemi kaybetmemek için olağanca güçleriyle halka karşı mücadele ettiler.

Her geçen gün şiddet arttığından Tahrir Meydanı’na gidemiyorduk artık. Merkezden eve giderken ya metroyla altından ya da köprü ile üstünden geçiyordum meydanın ve köprü kenarında insanlar maç izler gibi meydanı izliyorlardı yukarıdan. Bir gün “Uzaktan da olsa Tahrir Meydanı etrafına gideyim” dedim ve Ramses Meydanı Fetih Camisi durağında indim. Zehir gibi biber gazı genzimi yaktı, hemen uzaklaştım oradan. Kalabalığı ve polis çemberini geçip Nil tarafına doğru gitmek istedim. Bazı gençler kendince güvenlik kontrol noktası yapmışlardı ve polis çemberini geçmek için de pasaportumu göstermek zorunda kaldım.

Durum hiç de iç açıcı değildi, meydan gittikçe kalabalıklaşıyor ve diğer şehirlerden de insanlar gelmeye çalışıyordu. Onun için tren seferleri iptal ediliyordu ve insanlar teşkilatlanıp kitleler halinde protestolara katılamasın diye telefon hattı ve internet kesintileri yapılıyordu. Polisin şiddetine karşı halk da öfkelenmeye başlamıştı. Bir gün dönüş yolunda Nil kıyısında bulunan ve Mübarek’in partisi olan Vatan Partisi’nin binasının cayır cayır yandığını gördüm. İnsanlar meydana aktığı için mahallelerde hırsızlıklar da baş gösterdi. Birkaç vatandaş öldürüldüğü ve halkın kızgınlığından korkulduğu için polisler de çekilince koca şehir kabile düzenine döndü. Hırsızlık olaylarına polislerin de karıştığı söyleniyordu. Herkes kendi mahallesini, sokağını ve evini koruma derdine düştü bu sefer. Hapishanedeki mahkûmların kaçtığı da söyleniyordu ama çoğu insan biliyordu ki bunlar, insanlar korkup sadece kendi derdine düşsün ve meydanları bırakıp evine dönsün düşüncesiyle yapılan küçük siyasi numaralardı.

Ben ise hala gitmeyi düşünmüyordum. Devletimiz silahlı korumalar eşliğinde iki uçak yollamıştı. Vatandaşlarımızın çoğu tahliye edilmişti. Ben ise orada kalmayı düşünüyordum ve nasıl olsa yakında nişanım için Türkiye’ye gidecektim. Korkup kaçmak ya da insanları kendi kaderine bırakmak gibi geliyordu gitmek düşüncesi. Küçücük çocuklar sokaklarda kimlik sorgusu yapıyorlar, hatta bazı gençler sopa ve bıçaklarla sokak başlarını bekliyorlardı.

Kültür Merkezimizde eğitime ara verilmiş ve bina kapatılmıştı. Ben ise sorumluluğu bir dilekçe ile üzerime alıp Mısır’da Mübarek’in düşmesini bekliyordum. Duyduklarım ve gördüklerimden dolayı hayatımda en çok lanet okuduğum kişi belki de Mübarek olmuştur. Bir hafta boyunca evden çıkmadım, neredeyse hep okudum ve arada camdan dışarı bakıyordum. Ezherli ev arkadaşlarım çıkmak istese de dışarıdaki gençler izin vermiyordu. “Biz sizin ihtiyaçlarınızı alırız, sizin başınıza bir şey gelmesin” diyorlardı.

Arada bazı öğrencilerimle telefonda görüşüyordum, oradaki varlığım onlara bir moral, bir kuvvet veriyordu. Bir gün dışarı çıkmaya karar verdim ve bakkala doğru gittim. İki genç bakkal önünde bekleşiyorlardı. Biri, yabancı olduğumu anlayınca gülümseyerek sordu:

-Nerelisin?

“Türkiyeliyim” deyince bu sefer şaşırma belirdi yüzünde ve arkadaşına dönüp sevinçle, “Bak, ayrılmayanlar da var” dedi.

“Mısır ve Mısırlıları seviyorum ve buradayım” dediğimde ise “Şükran, Allah Mısır’ı korusun” deyiverdi içtenlikle.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.