Sultan II. Abdülhamid, dönemi ve Bediüzzaman (III)

Abdulkadir MENEK

Bediüzzaman Hazretleri, Bitlis Valiliğine atanan Van eski Valisi ve dostu Tahir Paşa’dan Sultan Abdülhamid’e hitaben yazılan bir mektup alarak İstanbul’a gitmek üzere yola çıkar. Bu mektupta Bediüzzaman’ın tedavisine yardımcı olması istirham edilir. 1907 yılının sonlarında İstanbul’a gelen Bediüzzaman, esas geliş maksadı olan Şark’ta Dar-ül Fünun talebini Sultan Abdülhamid’e iletmek için görüşme yolları arar. Tedavi talebinin, Sultan’la görüşmek için bir vesile olarak kullanılmak istenmesi kuvvetle muhtemeldir. Çünkü sonraki gelişmeler dikkatle incelendiğinde, bütün gayretlerin ‘’Medreset-üz Zehra’’ etrafında yoğunlaştığı görülmektedir. Israrlı görüşme teşebbüsleri bir netice vermez. Mabeyn’de bulunan görevliler, Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamid ile görüşmesine müsaade etmezler. Meramını dilekçe ile ifade etmesini ve bu dilekçenin Sultan’a iletileceğini söylerler. Bunun üzerine  talebini ihtiva eden bir dilekçe verir.

Dilekçesinde doğuda ki eğitimin durumunu anlatır. Din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı eğitim kurumlarına olan şiddetli ihtiyaçtan bahseder. Bunun birlik ve beraberliğimizin tesis ve devamında önemli bir rol oynayacağını ilave eder. Bütün gayretlerine rağmen Padişah ile görüşmek için yaptığı çalışmalar bir sonuç vermez.  Bugünkü karşılığı olarak, Genel Sekreterlik denilebilecek olan Mabeynde, Padişah ile görüşmek için bulunduğu bir sırada, oradaki Paşaların engellemeleri üzerine şiddetli tartışmalar yaşanır.

Bu tartışmadan rahatsız olan Paşalar, bu zattan kurtulmanın yollarını ararlar ve Bediüzzaman’ı Toptaşı Akıl Hastanesine kapatırlar. Sultan Abdulhamid ile görüşme teşebbüslerinden neticeye ulaşamayan Bediüzzaman, bu ısrarın neticesinde kapatıldığı Toptaşı Akıl Hastanesinde,  kendisini muayeneye gelen doktorla uzun bir konuşma yapar.  Bu konuşmada,  kendisinden mecnun diye şüphe duyulmasının sebepleri arasında garip kıyafeti, ulema ile olan münazaralarını gösterir. İstanbul medreselerinin talebeleri tembelliğe ve şevksizliğe sevk eden metodunu tenkit eder. Kendisinin Şark’ın dağlarında büyüdüğünü, ahvalinin o yerlerin terazisiyle tartılması gerektiğini söyler. Eğer dalkavukluk etmek ve umumi menfaatlerin şahsi menfaatlere feda edilmesi, aklın gereği gibi gösteriliyorsa, o akıldan istifa ettiğini, böyle bir durumda deliliğin bir masumiyet mertebesi olduğunu, bununla iftihar ettiğini de ilave eder. Bu uzun hitabı dinleyen doktor, ‘’eğer Bediüzzaman’da zerre kadar delilik varsa, dünyada akıllı adam yoktur’’ şeklinde bir rapor düzenler.
 
Toptaşı Akıl Hastanesinden taburcu edilen Bediüzzaman, bu sefer de nezarete alınır. Nezarette iken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa, kendisiyle bir görüşme yapar. Burada kendisine Sultan Abdülhamid’in bin kuruş maaş bağladığını, Şark’a dönerse bu maaşın yirmi otuz  altın liraya çıkarılacağını ifade eder. Ayrıca hediye olarak ta Padişah’ın gönderdiği seksen altını vermek ister. Ancak O bu maaşı ve altınları  ‘’  ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul etmem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem bu bana vermek istediğiniz rüşvettir ve hakk-ı sükûttur’’(1) diyerek kabul etmez.  Padişah’ın ihsanını red etmesi,  kendisini sevenleri telaşlandırır. Kendisine bir zarar gelmesinden endişe ederler. Ancak O ‘’ben ihsanı red ediyorum. Ta ki Padişah’ın nazar-ı dikkatini celp etsin. Beni çağırsın, Ben de gideyim. Kendisine Şark’ın halini arz edeyim ve Dar-ül Fünun talep edeyim’’ diyerek esas maksadının peşinde olduğunu bir kez daha ifade eder. Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamid ile görüştüğüne dair bazı zayıf iddialar ileri sürülmüşse de, bu konuda kendisinin bir ifadesi olmadığı gibi, herhangi bir belge de mevcut değildir.

Nezarette bir şey elde edemeyeceklerini anladıklarından, büyük ihtimalle serbest bırakılır. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri tarafından kaçırıldığı iddia edilmişse de, bu konuda bir delil söz konusu değildir.(2)  Cemal Kutay ise, Yaver Kazım Nami Bey’e dayanarak,  Sakallı Nureddin Paşa'nın babası olan Müşir İbrahim Paşa'nın  kefaletiyle serbest bırakıldığını ifade etmiştir.(3)

Bediüzzaman’ın, Sultan Abdülhamid’e karşı olduğu konusunda ortaya birçok iddia atılmıştır. Bunlar kesinlikle doğru değildir. Belki bu konuda en büyük şansızlık, yakın tarihimizin çok önemli bu iki şahsiyetinin, karşılıklı oturup konuşma imkanı bulamamış olmalarıdır. Eğer Sultan Abdülhamid gibi son derece zeki bir insan, Bediüzzaman ile tanışır ve O’nun fikirlerini dinleme imkanı bulsaydı, herhalde çok yakın ve sıcak bir diyalog gelişir ve bu fetret devrinde farklı bazı neticeler alınabilirdi. Fakat kader hükmünü icra etmiş ve mukadder sona ulaşılmıştır. Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil’in ifade ettiği ‘’eğer Bediüzzaman bir asır önce gelseydi Osmanlı Devleti’nin mukadderatı değişebilirdi’’  şeklindeki çarpıcı sözleri yabana atmamak gerekir.

1-Bediüzzaman Said Nursi. Entelektüel Biyografi. Mary F. Weld. Etkileşim Yayınları. Nisan 2006. İstanbul. Sayfa: 72
2-Cemal Kutay. Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı.
3- Necmeddin Şahiner, Aydınlar Konuşuyor, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1977, Sayfa:347

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.