Siyaset mefhumu ve meslek-i hıllet, uhuvvet, hakikat, ihlas-1

M. Nuri BİNGÖL

Emir, nehiy ve terbiye mânâlarına gelen siyaset kelimesi Arapçâ ve “ sase” fiilinden masdar.
İbn-i Abidin "siyaseti" şu şekilde târif etmekte: "Siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve manfaatlerine çalışmaktır."(1)

Bu târifin devamında bütün İslâmî hükümlerin "iman" ve "siyaset" çevresinde döndüğünü beyan etmektedir.( Anlattıkları siyaset ile bugünkü politika mefhumunun bir alakası yotur.)  Hz. Âdem (as) ile başlayan tevhid mücadelesi de – bugünkü mânasıyla değil- , bir nevi siyaset üzerine kurulmamış mıdır?

Resul-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tâbi kılmayan kimse iman etmiş olmaz."(2) buyurduğu bilinmektedir. Bu hükümlerin İcrasının mesuliyeti ehl-i hal ve’l-akd’e ait; itikadı da bize demek ki...

İçinde yaşadığımız toplumda sürekli gündemde kalan meselelerin başında "siyasetin" geldiği tartışılamaz. Halkı müslüman olan ülkelerde – hakiki mânasında- "siyâset'ten nefret" psikolojisi hususi niyetlerle yaygınlaştırılmış. Hakiki “ehl-i iman” temelde yalana dayandığı gerekçesi ile, siyasî hareketlere karşı soğutulmuştur.

"Siyaset'ten nefret" psikolojisini, umumi olarak bir kaç cihetten izah etmek mümkün. Birincisi; Hz. Hüseyin (ra)'in Kerbelâ'da feci şekilde şehid edilmesinden sonra başlayan Melik-i Adûd dönemi mü'minlerin siyasî haklarını engellemiştir.

İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) başta olmak üzere birçok müctehid imamın zindanlarda şehid edilmesi, “ikrah-ı mülci”ye varan bir baskı ve kılıç zoruyla alınan bey'atlar, ümmet-i Muhammed'i "siyasetten" soğutmuştur.

Bütün muteber ve “sahih” kaynaklarda "devlet kapısından uzak kalmanın" faziletinden bahis boşuna değildir. İkincisi; Resûl-i Ekrem (sav)'den geldiği malûm ve meşhur olan hükümlerin aksine olan itikadlar da, "siyaset" kanalı ile gelişmiştir. Başta hariciler olmak üzere "ehl-i sünnetten" ayrılan bütün fırkalar, siyasî bazı tezler ileri sürerek taraftar toplama yolunu seçmişler.

Üçüncüsü; "siyaset" kelimesinin Osmanlı döneminde ölüm mânâsına kullanılması da, nefret psikolojisini geliştirmiştir. O dönemdeki herhangi bir fetvada yer alan; "siyaset oluna" hükmü ta'ziren öldürülmeyi beraberinde getirmektedir.

Hevâ ve heveslerine göre hükümlerin “cebr-i keyfi-i küfri” ( Emirdağ Lahikası) edinen tiranların, kralların ve “müstebit” “şahs-ı manevi”lerin sınırlarını çizdiği siyaset ise; “ zalim propağanda”yı neşreden bir “siyaset-i zalime” hükmündedir.

"Galû Bela dan beri müslümanım" diyen her mükellef, şer'i şerifin hududları içerisinde dahil olan “siyaset-i âdile” hususunda hassas olmak zorundadır. Zira “imamet ve bey'at” ile ilgili ilimler,- eğer öylesi bir hal mevcutsa- her mükellef üzerine “farz-ı ayn”dır.( Bugünkü şartlarda itikadı mecburi- ameli ise ehl-i hal ve’l-akd’e aittir.)

Nur Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin(ranh) siyasi kanaatını soran ya da açıklayan herhangi birini ya da bir kalem erbabını görünce – yahut dinleyince, işitince- aklıma hemen şu benzetme gelir:

Üzerinde beyaz dalgacıkların ardı sıra huzur dağıttığı, o pespembe bulutçuklar altında uzanan mavilik tonlarıyla göz ve gönüllere bir sürü ince his bırakan; gemi, pupa yelken, vapurlarıyla semanın derinliklerine selam veren, bize ait renklerimizden fezadan fark edilen tek rengin, turkuaz da dahil olmak üzere bütün mavi, tonlarıyla astronotlara - ve diğer “sekene”lere- selam gönderen koskoca bir okyanus; “derya dengiz” bir dışdeniz. Böyle bir okyanusu, elindeki iri değil, ufacık bir kovaya sıkıştırma gayretine bir ad koyamaz, sadece şaşar kalırım.

“ Dokuz on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceği diye beyhûde yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkuk ve müşkilatlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olma ihtimali var.”

Bu – dahi bu nevi- satırları her okuyanın düşünmesi ve Üstad Hazretleri’nin bu ifadesindeki “siyaset” mefhunu hangi mânada kullandığını “tahkik” etmesi vazgeçemeyeceği bir vecibedir. Çünkü yukarıdaki satırların birinci muhatabı “ meslek-i hakikat “( Lemalar, İhlas Risalesi) içinde bulunan Nur talebesi kardeşlerimiz, “ tahkik” hakikatını yaşamama gibi bir “ meşrep” değişikliği içinde bulunamazlar şeklindeki “hüsn-ü zannı”mı devam ettiriyorum.

KAYNAKLAR
(1) İbn-i Abidin, Reddü"1 Muhtar Ale"d Dürri'1 Muhtar, Terc., İst.1983, Şamil Yay. c. VIII, sh.186.
(2) İbn-i Kesir, Tefsirû'l Kuı'ân'il Azim, c. III, sh. 490.
(3) İbn-i Abidin, a.g.e., c. VIII, sh.186.
4- Kelime ve Kavramlar, Bey'at, Hilâfet ve siyaset maddeleri.
5- Nursi Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, Nisan 2004, s. 64

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.