Şiddet sarmalından çıkmak için...

İsmail BERK

Şiddet, kendini besleyen bir canavardır. İnsan üzerinde yıkıcı, onarılmaz ve sahte kurtarıcı hevesi veren bir kumardır. Şiddet, insani olandan ve insandan uzaklaştıran her türlü eylemin doğumudur.

Şiddet psikolojisi, hem ezilmişliğin muhalif dürtülerini hemde muktedir olmanın gücünü sermaye yapan bir trajedidir. Kendisini zorlayan gerekçeleri vardır elbette. "Başka çare kalmadı." dedirten noktada şiddet şiddeti doğurur, şiddet üretir ve şiddet sektörleri işbaşına geçer.

Şiddetin kimyası, gayr-i insanidir, esasta zulüm makinasıdır, toplumsal travmaların eksenidir.

Şiddet kültürü, dilin, dinin, inancın, ideolojinin otoriter biçimde bir başkasına hükmetme, yok sayma, tek tipleştirme ve gücün meşru kaynaklarını bile istismar eden bir yaşama şeklidir. Şiddet kültürü, virüs gibi yayıldıkça, toplum hafızasını ve paradigmalarını yıktıkça, birliğin ruhunu öldürür. "Böyle gitmez. "dedirterek yol ayrımlarına, çatışmalara, intikam duygularına, fesat ve fitnelere zemin hazırlar.

İşte sarmalın bu noktasında her kes kılıcını çeker, göz gözü görmez, fitne ateşleri etrafı aydınlatır maaalesef.

Şiddet sarmalının iki dayanağı vardır: Biri ümitsizlik çamuru, diğeri de hırs ve otorite saplantısı.

"Ben/biz yada hiçkimse" bilinç altının despot anlayışı, bu temelin üstünde inşa ettiği gerekçeler, fikirler ve masumca manevraların tamamı hile ve şüphe tuzağına sürükler.

Şiddet yörüngesinde ilerleyip, bir birini anlayan iki kişiye bile rastlayamazsınız, Meşru olanı başka mecra ve dayanaklara yönlendirmek ve insan hakkını/hayatını yok sayan raddeye varacak bir öfke ve nefret söylemi ile insanlığın trajedisi canları yakar, yürekleri sızlatır, vicdanları kanatır, merhameti boğar, muhabbeti öldürür.

Tam da şairin resimlediği eşikte, insan canlı ölüdür:"Ölüm odur ki, ölmeden önce ölür kişi. " misali.

İşte bizi yakan, maneviyatımızı öldüren, ruhumuzu teslim alan şiddet sarmalı, bizi mukavemetsiz, dirençsiz, adeta çaresiz bir duyguya taşıyor.

Bunun iş kayıpları, psikolojik çöküntüleri, siyasi körlük, sosyal ve kültürel tahriplerini, bunun domino etkisini ve yansımaları ise görünen sonuçlardır.

Dil, muhabbet/sevgi ile yansımadıkça, gerekçe ne olursa olsun sorumlular diline hakim olmadıkça, yayın kuruluşları ve dili yakınlaştırmak yerine böldükçe, tarafları keskinleştirdikçe, iki yönlü çalışan bu acımasız şiddet bıçağı hepimizi bir yerinden yaralıyor.

Gelin yaralarımızı saralım, tövbe edelim, dua edelim, muhabbet dilini öne çıkaralım, sabredelim, makul olmaya ve kirli bilgilere şüpheyle bakmaya çalışalım.

Bunu oruçlu ağız gibi deneyelim.

Çünkü akıl almaz sataşma, polemik, tenkit gibi en masum gösterilen taraftar toplama teknikleri ve tartışmayı olumsuz alanlara çeken münakaşaların müzakere zemininden uzak olması da ayrı bir garabet.

Acaba herbirimizin bir doğrusu saklı kalsa, bir sözü eksik olsa, bir doğruyu insafla söyleme zamanını beklese, kendi ihlas ve sükunet maveramızda dursak, kaderin şefkat eline vesile olmaz mı?

Böylesi fitne tohumlarının hasadına duranların sevindiği, nefret sektörünün konumlandığı, ahlaken zaif faydacıların fırsatları değerlendirdiği zamanlarda, akl-ı selim sahipleri, kalb-i kerim mensupları daha kapsayıcı, kuşatıcı ve hakikat merkezli bir üslup ve tavırla fitne ateşlerini söndürme tarzını geliştiremezler mi?

Topa hızlı girmek, oyuna dahil olmak, haksızlıklar karşısında susmak, zulümde taraf olmak, her kesi yakar.

Kışkırtıcı sıcak tahriklere kapılmadan, yutkunarak ve hüzünle duayı kurtuluşumuz için vesile yaparak diyebiliriz ki;

1- Şiddet ve terör asla ve hiç bir şartta kabul edilemez. Bu kimden ve hangi isim ve resim altında, hangi dayanakları kullanırsa kullansın ret edilmelidir ve her hal ve şartta bunu besleyen söylemler ve eylemler lanetlenmelidir. Bütün insaf ehli ve toplumun vicdanı bunu “kendi tarafı” dahil olmak üzere söyleyebilmeli ve engel olmalıdır.

2-Türkiye'nin birinci meselesi siyasi değil ahlakidir. İman ve marifet zemininde kaynakları, kurumları ve geleneği ilimden ve yaşayıştan uzaklaştırılmış bir toplumun ağır tahribatları altında bu gün ekilen tohumların sonuçlarını görüyoruz/yaşıyoruz. İdeolojik körleşmenin ve rejim dayatmalarının yeni dayatmalarla kendini yenilemesinin önlenmesi için bu alanda daha köklü ve uzun süreli insan yatırımları kaçınılmazdır. Din, hayat, toplum, siyaset, devlet, ahlak, ticaret, ilim, üretim, kültür, sanat, özgürlük zemininde esaslı bir şekilde ele alınacak şekilde ihlaslı mutfak çalışmaları arttırılmalıdır. Türkiye’nin sivil temsilleri, eşit şartlarda ve kıyasıya bir müzakere eşitliğinde farklılıklarıyla bir araya gelip konuşabilmelidirler.

Politik olmayan bu tür çalışmalar başarılabilirse, akl-ı selim kuvvetlenecektir.

Herkesin bir desen olduğu birlik motifini örmek üzere yola çıkılmalı, esasta anlaşıp, yaklaşım ve tarzlarda farlılaşmanın zengin fikir hamuru mayalandırılmalıdır.

3-Demokratik ve toplumun temsil vasfını en adil yansıtan ve yaşayan toplumu resimleyen bir anayasa ile insanca bir mutabakat oluşturulmalıdır. Rejimin, siyasetin ve cari korkuların ideolojik pazarından tevarüs eden kalıntılardan ve sapmalardan arınmış bir çerçeve için yeniden düşünme vaktidir. İnşa edici bir metin üzerinde toplumsal mutabakat sağlayacak ve kamu vicdanını rahatlatacak meşru ve makul bir sağduyu yansımasına her zamandan fazla yatırım yapmak zorundayız, ajandamızı ortak bir paragraf için yeniden gözden geçirmek mecburiyetindeyiz.

Duygu dilimizin muhabbet, aklımızın marifet, ruhumuzun metanet istediği bir duanın kabulü için ferahlık diliyoruz.

Sözü sahibine bırakıyoruz:”Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur. ”

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.