Seyyidler cemaati

Mehmet Ali BULUT

Geçtiğimiz hafta, Ehli Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, güzel bir hizmet yaptı. Ehli Beyt oldukları bilinen Alevi ve Sünni bazı kanaat önderlerini bir araya getirerek, bir kaynaşma sağlamaya çalıştı.

Maksat hâsıl olsa, yani ‘seyidler birliği’ni oluşturmak mümkün olsa –ki ümmet onu bekliyor- iyiler, öyle bir STK’ya sahip olacak ki, onunla kimse baş edemez. Ondan daha güçlü sadece ‘kadın örgütleri’ olabilir ki maalesef onları da şimdilik ‘ifsad komiteleri’ kullanıyor. Kur’an-ı kerim ‘kadınlar dayanışması’nı ‘erkek’ fiil ile anar! (Kâlû nisvetün, Yusuf Suresi)  

Tabii ki ilk toplantıda maksadın hâsıl olması beklenemez. En azından beklenen katılım olmaz. Fakat yine de büyük ve hayırlı bir başlangıç yapılmıştır. Nitekim işin nüvesi atılmıştır ve doğru atılmıştır. Özellikle güzel insan, sevgili dostum Zeynelabidin Erdem’in sarf ettiği bir söz bunu gösteriyor. 

Ben toplantıya –haberim olmadığı için- katılmadım. Ama böyle bir toplantının yapıldığını  haber alınca katılmış dostlarımdan birini arayıp toplantıyı özetlemesini istedim. ‘Bazıları şov yaptı’ dedikten sonra ‘ama bir cümle vardı ki, o toplantının yapılmasına değdi” dedi. O sözü de Zeynelabidin Erdem söylemiş:

Erdem, hakikaten ‘Soy’una layık güzel bir insan! Kendisi ve ailesinin, sırf o kökten geliyorlar diye Tek parti döneminde çektikleri acılar ve sıkıntılar ciltler doldurur. İşte onun cümlesi:

“Ehli beytin mezhebi (ekolü-parti, hizb vs anlamına) olmaz. İlla da olacaksa o, hakka taraftarlıktır!”

Benim de aradığım bu anahtar cümle idi. Çünkü kuvvetli emareler ve işaretler görülmeye başladı ki artık ‘Seyyidler’ ortaya çıksınlar ve iyilerin safında güçlerini birleştirsinler! 

Bir topluluk, bir cemaat, bir cemiyet düşünün ki ‘Seyyidler’den oluşuyor. Acaba, aralarındaki bağ ‘islam milliyeti’ olan ve dinin izzetini hiçbir şeye satmayacak böyle azim bir örgütü kim alt edebilir?  Hiçbir deccal düzeni, hiçbir tağutî rejim onlarla baş edemez. 

Çünkü onlar, hak dinin fıtri varisleridirler. Bu din, adeta onların dedelerinin malıdır. Ve hem de artık varis olduklarını göstermeliler. Aksi takdirde, bir nevi aile mirasları olan İslam, onun bunun elinde ve önderliğinde heder olup gidecek. Bugüne kadar uyudukları, sessiz kaldıkları, bölük pörçük orada burada dağınık vaziyette yaşadıkları yeter. 

Artık, hangi meşrepte olurlarsa olsunlar, Sünni, Şii, Caferi, Alevi… her ne iseler, hepsi birlikte, -kınayıcıların kınamasın aldırmadan- çevrenin ve şartların onlara giydirdiği elbiselerinden soyunup, telbiye kıyafetlerini üzerlerine alıp ümmetin önüne geçmeliler. Bıraksınlar, kimin baş olacağına zaman karar versin. Hem de verir zaten. Zira, mehdiyyetin siyasi ve askeri hizmetini görecek olanlar dahi o seyyidler cemaati arasından zuhur edecek!

Medine’ye hicretinde, Hz. Peygamberin bindiği devesini kendi başına bırakmayan Allah, hidayet üzerine ittifak etmiş şu azim topluluğu mu başıboş bırakacak? O, mutlaka bir işaret verir ve akan su ‘musa’sını bulur. (Musa suyun akış yolu demektir zaten.) Hem de bulacaktır.

Bediuzzaman yıllar önce o cemiyeti müjdelemiş. Ümmetin en me’yus, en ümitsiz ve karanlı döneminde müjde vermiştir ki seyyidler cemaati, islamiyetin karanlık her döneminde olduğu gibi, en ağır tahribatın yaşandığı, bâtılın en insafsız bir şekilde hükümran olduğu ahir zamanda dahi lazımdır ki yine onlardan birileri çıkıp ümmetin önüne geçsin. Ümmeti karanlıktan ve zulmetten aydınlığa çıkarsın…

Mealen şöyle demiş: 

“Cenâb-ı Hak, kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında (Müslümanların bozulduğu zamanlarda) bir ıslah edici veya bir müceddid (yenileyici) veya bir halife-i Zîşan (bir lider) veya bir kutb-u âzam (manevi önder) veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.”

“Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.” 

Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında yerle gök arasını bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de Âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır.” (Mektubat, 411)
 

Bediuzzaman, hiçbir şey olmasa bile, namazdaki ka’delerde okunulan Salli ve Barik dualarındaki talebin yüzü suyu hürmetine Ceinab-ı hakkın, bu ümmete kurtarıcılar ve yol göstericiler göndereceğini söyler. Nasıl ki, Hz. İbrahim’in soyundan sayısız peygamberler gelip, hak dini, salimen sürdürmüşlerse, aynı şekilde İslam ümmeti içinde de her dönem Al-i Beyt’en çıkacak manevi liderler Müslümanları Kur’an’ın hakikati üzerinde birleştirecek ve İslam’ın yırtılan yanlarını dikip tamir edecek zatlar gelecektir diye haber verir.

Al-i Beyt’tin, İslam’ın ilk dönemlerinde dünya saltanatına meyletmelerinin, kader-i ilahi tarafından hep kanlı hadiselerle engellendiğini hatırlatan Bediuzzaman bunun dinin korunması bakımından bir nevi rahmet olduğunu ve böylece dinin, sahipsiz kalmadığını hatırlatır ve şöyle der: 

“O seyyidler cemaati Hz. İbrahimin soyundan gelenler gibi bir vaziyet almışlar. Bütün hayırlı işlerin başında onlar var. Bütün zaman ve asırların önemli hadiselerine o nuranî zatlar kumandanlık etmişler/diyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki, (o kadar çoklar ki) o kumandanların toplamı muazzam bir ordu teşkil eder. Eğer maddî şekle girip bir dayanışma ile bir fırka (ordu/bölük) vaziyetini alsalar ve İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kesretli o muktedir ordu, Hz. Peygamberin neslinden gelen seyyidlerdir ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.”

“Evet, bugün tarih-i Âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun.”

“Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar (var. Ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten milyonları geçen bir müberek nesildir onlar. Uyanmış, kalbleri imanlı, yürekleri peygamber sevgisi ile dolu, cihan-değer şerefli intisaplarıyla başları dimdiktir! Böyle büyük bir cemaatin içindeki mukaddes kuvveti silkeleyip uyandıracak azîm hadiseler de vücuda geliyor. Elbette o büyük kuvvet içindeki yüksek hamiyyet (İslama sahip çıkma hamiyeti) feveran edecek ve Hazret-i Mehdî başına geçip, ümmeti yeniden hak yola iletecektir. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız” (Mektubat, 412)

İşte, şu toplantı, inşallah o azim topluluğun yüreğindeki ‘hamiyet-i milliye’ yi –ki o İslam milliyetidir- harekete geçirir de, fitneden başka bir şey üretmeyen siyasetimize, kavgadan başka bir amaca hizmet etmeyen kurumlarımıza, asabiyetten başka bir amacı kalmayan milliyetimize bir çeki düzen vermemizi sağlarlar. Çünkü onlar, her bir cemaatin içine dağılmış bulunuyorlar ve her biri içinde bulunduğu cemaatin hatırı sayılır kanaat önderleridirler. 

Eğer şu cemaati bir aya getirmek ve İslam’ın etrafında kenetlemek mümkün olsa –ki olacak inşallah- bütün meselelerimiz sulh ile çözülür. 

Aslında, şimdi anlıyoruz ki, ehli-beyt’in, her bir kesimin içine dağılmış olmaları ve her cemaatin içinde kesretle bulunmalı bir işarettir ki, lazım olduğunda ümmeti yeniden bir araya getirebilsinler. Ben eminim ki, onlar harekete geçtiğinde bizi yeniden bir araya getirebilirler ve şirazesi dağılmış bu kavimler kitabını yeniden ciltleyebilirler. Arap Acem’e, Acem Türk’e, Türk Kürde dudak bükmez…

Ben şahsen, bu işi yapmaya en yakın olarak da Zeynelabidin Erdem’i görüyorum. Hem dünyayı iyi biliyor hem içinde bulunduğumuz coğrafyada ciddi hatırı var. Hem de hiçbir kesimle kavgalı değil. Pekâlâ, seyyidler cemaatinin oluşmasına önderlik yapabilir veya ciddi destek verebilir.

* * *

Bu arada Arabistan’da da benzer bir çalışma yapılmış ve seyyidlere Risale-i Nurla ilgili bilgi verilmiş. Orada dahi bir intibah, bir uyanma var demek ki. 

Gönül ister ki, Doğu Türkistan’dan ta Mağrib’e kadar dağılmış olan peygamber torunları toparlansınlar da, baba mirasları olan şu din-i mübin-i islama sahip çıksınlar. 

Yoksa, Bediuzzaman’ın, “deccalın mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek, ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki…” (5. Şua) dediği hareketi mi bekleyeceğiz, Kur’an’ı hayatımızda yeniden diriltmek için?

Bu seyyidler cemaati için ayıp olmaz mı? 

Haber 7

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.