Modern İnsanın Sessiz Çöküşü: Ümitsizlik

Serdar BİLGİN

Ümitsizlik, çağımızın en sessiz fakat salgın gibi yayılan, bulaşan rahatsızlıklarından biridir. Rahatsızlık ifadesi kullandım çünkü ümitsizlik önce bireye, sonra aileye ardından topluma bulaşan bir kanser hücresi gibidir. Önce bireyi arından da toplumu içten içe çökertir ve öldürür. Bu salgın gibi yayılan bulaşıcı, öldürücü rahatsızlığın önüne geçmek yerine üzülerek ifade etmeliyim ki modern dünya ya da modern insan bu rahatsızlığı gizlemektedir. “Her şey yolunda” “güçlüyüm, mutluyum, sağlıklıyım” imajını sosyal medyanın vitrinlerinde sergilemekte, iç dünyadaki anlam yorgunluğu, gelecek kaygısı ve kaderle kavga görünmez bir şekilde maalesef sosyal hayatta çoğalmaktadır. Artık ümitsizlik bir ruh hâli değil, bir gündelik sosyal hayat rutini hâline gelmektedir. Bu sosyal portre de, içinde yaşadığımız toplumu adeta “gizli ümitsizler cemiyeti”ne dönüştürmektedir.

Gizli ümitsizler cemiyetinde bireyler sokaklarda yan yana yürürler; fakat birbirlerini tanımazlar. Aynı otobüstedirler, aynı koridorda ders verirler, aynı sınıfta öğrencilerinin gözlerine bakarlar. Gülümserler, konuşurlar, ders anlatırlar… Ama içlerinde konuşulmamış bir kırılma, duyurulmamış bir hal, anlatılamayan bir yorulmuşluk taşırlar.

  • Başını yastığa koyduğunda güçlü görünme zorunluluğundan bıkan babalar,
  • Öğrencilerinin yüzüne umut saçıp, kendine umut bulamayan öğretmenler,
  • Sosyal medyada mutlu pozlar verip, fotoğrafı çektikten sonra tekrar sessizliğe gömülen gençler,
  • Görünmez olmakla görünür olmak arasında sıkışmış herkes…

Bu cemiyetin omurgasını oluşturan duygu şudur: “Benim hikâyem toparlanmaz.”

Risale-i Nur’un ışığı, işte bu saklı ümitlerin üstündeki örtüyü kaldırır ve ümitsizliği sadece bir ruh hâli olarak değil; imanın sönükleştiği, toplumsal bağların gevşediği, insanın kendini kozmos içinde sahipsiz sandığı bir hâl olarak analiz eder. Bu açıdan baktığımızda ümitsizliğin sosyolojisi, bireysel bir psikoloji değil, toplumsal-manevî bir çözülmenin panoraması olarak karşımıza çıkar.

Risale-i Nur ümitsizliği üç katmanlı bir rahatsızlık olarak ifade eder. Birinci katman “imanî ümitsizlik”tir. Kişinin kendi kusurunu kaderin zulmü sanmasıdır. “Yeis, hatanın en büyüğüdür.” Çünkü Allah’ın rahmetini daraltmak, âlemin en büyük gerçeğini inkâr etmektir. İkinci katman “ahlâkî ümitsizlik”tir. “Ben düzelmem”, “Bu toplumdan hayır gelmez”, “Gençlik bozuldu” gibi zihinsel kalıplar, bireyi amelî atalete sürükler. Üçüncü katman ise “toplumsal ümitsizlik”tir. Toplumun geleceğini karanlık görmek, milletin mayasını unutmaktır.

Said Nursi’ye göre insanın en büyük kuvveti “imanî kuvvettir”; en büyük düşmanı ise “yeis”tir. Yeis, Risale-i Nur’da sadece duygusal bir çöküş değildir; “ontolojik bir yalnızlık” vehmidir. Modern toplumda insan, başarı, hız, performans ve görünürlük baskısı içinde kendi kaderine yabancılaşır. Said Nursi; bu yabancılaşma olgusunu üç sosyolojik zeminde ifade eder. Birinci zemin bireyin kutsalla irtibatının kopmasıdır. Kaderi düzenleyen bir Kudret’i unutmak, insanı “rastlantılar çölü”ne iter. Risale-i Nur’da bu, “hadiseleri tesadüfe teslim etme” hastalığı olarak değerlendirilir. İkinci zemin toplumsal destek ağlarının dağılmasıdır. Aile küçülür, mahalle kaybolur, dostluk yüzeyselleşir. İnsan “tek kişilik ordular”a dönüşür. Said Nursi bu hâli “menfî ferdiyetçilik” olarak değerlendirir. Üçüncü zemin değerler sisteminin buharlaşmasıdır. Değerlerin, anlamın çözülmesi, insanı hedefi olmayan bir koşu bandına çıkarır. Bu hâl, ümitsizliği besleyen sosyo-kültürel zeminin ta kendisidir. Bu üçüncü zemini de Said Nursi; üç başlık altında irdeler. Birinci başlık sosyal medyada “mutlu görünme” baskısı, ikinci başlık “karşılaştırmalı yaşam” (onda var bende yok) sendromu, üçüncü başlık ise anlamın pazar ekonomisine dönüşmesidir. Birey; kendi ruhunu bir ürün gibi pazarlarken, içindeki değeri boşaltmasıdır.

Buraya kadar genel olarak sorun tespiti yapmaya, çerçeve çizmeye gayret ettim. Şimdi neler yapılmalı, çözüm önerileri noktasında ilerleyelim inşallah!

Said Nursi bahsettiğimiz bu sorunlara psikolojik olarak değil; manevî-sosyolojik bir dönüşüm modeli olarak yaklaşır. Said Nursi bu manevî-sosyolojik dönüşüm modeli için dört öneri sunar.

Birinci Öneri: İmanî Perspektif Düzeltmesi:

(Kudret sahipsiz bırakmaz.)

Birey kendisini “başarısız birey” olarak değil, kâinatla bağlantısı olan bir emaneti taşıyan varlık olarak görmeli.

İkinci Öneri: Vazife-Teslim Dengesi

Bireyin görevi çalışmaktır, sonucu takdir etmek değildir. Bu ayrım yapılmadığında modern toplumun “başarısızlık korkusu” ümitsizliğe dönüşür.

Üçüncü Öneri: Şükür (Eksiğe Değil, Varlığa Bakmak)

İnsanı nimet odaklı bir bilince çağırır. Bu, sosyal psikolojideki “bilişsel çerçevelemenin manevi karşılığı olarak ifade edilir.

Dördüncü Öneri: Cemaat ve Kardeşlik Bilinci

Ümitsizliği en çok besleyen yalnızlıktır. Toplumsal dayanışma, ümitsizliği yener.

Cümlelerimi toparlayıp sözlerimi nihayete erdireyim inşallah!

Ümitsizlik; sadece bir ruhsal kırılma değil, toplumsal iklimin ve değer sisteminin bozulmasıdır. Bugünün bireyi, modern dünyanın “yetersizlik” telkinlerinden sıyrılıp, rahmet merkezli bir varlık bilinci kazanabildiği oranda ümitsizliği aşabilir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.