Semanın kuşları veya uzayın gemileri

Caner KUTLU

Her şeyin aracı kendi cinsindendir. İnsanın topraktan (demir) olduğu gibi, kiminin ateşten, nurdan, havadan, sudan, kardan; hatta karanlıktan, zulmetten, geceden, sesten, kokudan, kelimeden ve hatta ölümden (gaybın taşıtı) gibi...

İnşası süren Haşir Meydanı'nı oluşturacak dünyanın yıllık hareketi sırasında Cehennemin ortaya dökülmesi, Cennetin uzanan dalı, ateşi taşıyan ruhlar, insanların amellerini ortaya biriktiren ruhaniler (ameller de birer taşıttır)...

Dünyadan gidiş gelişler, temaslar, evliyaullahın temaşaları, ruhların gezintileri, seyr-i sülûk, içiçe evrenler, iletişimler, etkileşimler; ışıktan, nurdan, sesten, kelimeden, manadan ve hatta karanlıktan ruhlar; her tahiyyatta ruh kazanıp göğe yükselen konuşmalar, geri gelen yanıtlar, ilhamlar, keşifler, kerametler...

Sürekli kaynayan kazanlar, kemal'e ulaşma gayretinde zerreler, ruh kazanma telaşında madenler, uçan yıldızlar, ebedi âlemlerin gözleri yıldızlar, gözü kapalı kara delikler, ışıksız maddeler, meleklerin gözleri yıldızlar, madenlerin pişirildiği gezegenler, galaksiler, quasarlar (tencereler), başlarındaki nöbetçiler, takdim ediciler, methediciler, arzediciler, postacılar, tebligatçılar, vekiller, sözcüler, çevirmenler, yazıcılar, kayıtçılar, katipler, gözcüler, korumalar, güvenlikçiler, nezaretçiler, bülbüller, âşıklar, şarkıcılar, besteciler, ışıkçılar, kameramanlar, süretutanlar, haberciler, gözlemciler, denekler, gezginler, iletenler, güç alıp güç verenler, ışık alanlar, ışık satanlar, kaynayıp nur saçanlar, gökten yere (mesela maden) taşıyanlar, söz taşıyanlar, mesela Peygamberi (a.s.m.) taşıyanlar (burak)…

Gayba taşıyan ölüm (madde ile anti-madde birleşirse yeni bir mahlûk yaratılır, bu maddenin ölüşüdür; ölüsü de kendi cinsindendir, maddeyi gayba götüren taşıtıdır ölüm; insan için ise, nasıl yaşarsa öyle ölecektir, nasıl ölürse öyle dirilecektir), bir gün o da (ölüm) ölecektir. Mesela; Ayet-ül Kübra risalesinde, Bediüzzaman'ın hayalinin ipiyle gezmek mümkün olsa göreceğiz ki; Öyle muhteşem bir saraya giriyoruz ki, heryerde hizmetkârlar, tahsin ediciler, türlü türlü nimetler, dolar boşalır bir saray...

Haşre muhteşem bir hazırlık var (bunu görmek için ya kâinatı küçültüp avuç içine yerleştirmek ya da gözümüzü yıldız kadar büyütmek gerek; sonuçta gözle görünen bir faaliyet var, görüyorsun; çok büyük ölçekte olduğundan havsalan almıyor). Mesela; daha da yükselebilsek, Peygamber Efendilerimizi (a.s.) ve Sahabe-i Kiram ve Evliyaullahı, basta Efendimiz (a.s.m.) olarak büyük bir halkanın içinde ders alıp ders verirken, hatta geçmiş ve gelecek ve şimdi olmadan külliyen bir arada sohbet ederken göreceğiz, belki diz çöküp ders alırken göreceğiz (Hz Ali, Nur'u manevi evladım diye kucaklayacak, Gavs-ı Âzam başını okşayacak, Şah-ı Nakşibend nurun bütün talebeleriyle birlikte tebrik ve teşvik edecek).

Dünyanın Güneş etrafındaki dönüşümünde çizdiği elipsin içindeki hareket ve faaliyeti, yaşananları, yaşayan hayat sahiplerini, bilinçli yaratıkları görmekle aramızda soğan zarı kadar bir perde bulunur (dünyanın penceresi), ışıksız oldukları ya da ışığı yansıtmadıkları için gözlemleyemiyoruz, ancak bunun mantıksal bir çıkarımı yapılabileceği de bilinen bir şeydir. Zaten nuraniyet kesbetmek bu zarı daha da inceltecektir (ancak tutmaya çalışma, kaçar). Bunlar afakî şeyler değil, gerçel (rasyonel) ve objektif sonuçlardır. Maalesef araçlarımız çok yavaş, maddi gözler sınırlı, muhakememiz henüz zayıf, bildiklerimiz az olması nedeniyle hem çok yakın hem de uzağız.

Dokunmakla dokunmamak arası yaşadığımız çoğu canlının hayatından habersiz olduğumuz için yok saymak durumundayız. Haber verenleri de dinlemek çoğu zaman anlayışlarımıza takılıyor. Yani, başka yaşam formları, hatta canlı hayatları bulmak ve onlarla temas etmek için uzaklara gitmeye, binlerce ışık yılı mesafeleri arzulamaya gerek yoktur; birazcık nuraniyet, yakîn, maneviyat kesbetmek ve buna çalışmak yeterlidir. Bilimin, Evren düşüncesinde eksik gördüğü noktaları bulmak için (merak mı emniyet duygusu mu?) milyonlar parayı harcaması, bunun karşısında İslȃm dünyasının hala uyuması (Seyyid Huseyin Nasr'ın dediği gibi, Batı yalanla yaşıyor, Müslümanlar doğrunun üzerinde uyuyor) sona erdiğinde Batı biliminin tüm boşluklarını yine İslȃm’ın görülmemiş değerleri dolduracaktır.

Bilim kurallarını evrenin tümünü içerecek bir geçerlilikle oluşturulması kaygısı, başlangıçtan beri arayışların temel güdüsü olagelmiştir. Newton’un yasaları bunu başaramamıştır, Kepler, Einstein hatta Hawking ve diğerleri...

Bilimin şu an en büyük baş ağrısı ‘evrensel bir model’ geliştirememek, her şeyin açıklanacağı bir evrensel kuramın başarılamamasıdır. Bilim ve felsefe alanında ve bunların yansımaları diğer bütün alanlarda evrensel yalnızca bir düşünce vardır; o da Kur'an’dır.

Bediüzzaman'ın, Kur’an'ın Evrenin beyni (Dünyanın aklı) benzetmesi bu açıdan çok değerli bir saptamasıdır. Evrenin birincil açıklaması (ve muarrifi) Kur’an’dır, bunun için harıl harıl çalışıp her şeyi açıklayabilecekleri bir sistem için kafa patlatan bilim adamları için, doğrusu Kur'an’ı keşfetmekten başka bir yol kalmayacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.