Şanlıurfa Barosu Said Nursi'nin mezarını bulmak için harekete geçti

Şanlıurfa Barosu yönetim kurulu, olayın aydınlatılması için iki avukatı görevlendirdi

Kemal Benek'in haberi:

RİSALEHABER-ÖZEL

23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa'da vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ilk olarak Balıklıgöl bölgesindeki Dergah Camiinin bahçesine defnedildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra darbeciler bir gece mezarı kırıp Bediüzzaman'ın naaşını bilinmeyen bir yere götürdü.

O günden bu yana Said Nursi'nin mezarı sürekli gündeme getiriliyor. Geçtiğimiz günlerde konuyu gündemine alan Şanlıurfa Barosu, olayın aydınlatılması için iki avukatı görevlendirdi.

Baro başkanı Avukat Ahmet Tüysüz'ün başkanlığında toplanan yönetim kurulu, 5 Temmuz 2017 tarihli 43/26-41 sayılı yazıda "Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarının parçlanıp, naaşının ortadan kaldırılması, kaybedilmesi olayının aydınlatılması ile ilgili olarak gerekli işlemlerin yapılmasına, gerekli bildirimlere bulunulması hususuna Av. Murat Aydeniz ve Av. Fırat Ayçiçek'in yetkilendirilmesine oy birliği ile karar verildi" ifadeleri yer aldı.

Baronun görevlendirdiği avukatlar hukuki ve idari soruşturmalara başlayacak.

Said Nursi'nin mezar vasiyeti

Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarının bilinmemesi medyada her zaman polemik ve merak konusu oldu. Bediüzzaman'ın bu konuda net izahları olmasına, Nur talebelerinin bu nedenle mezar meselesini gündeme getirmemesine rağmen zaman zaman aynı konu gündeme getirilmekte.

Bediüzzaman Said Nursi, hayatta iken de diğer büyük zatlardan farklı olarak bir tarz ortaya koymuştur. Bunun nedeni ise çağın gereği ve ihtiyacından kaynaklanmıştır. Eskide şahıs zamanı idi ama içinde bulunduğumuz asır ise şahıs zamanı değil, şahsı manevi zamanıdır.

Üstad Bediüzzaman da zamanın gereği olarak, dikkatleri kendine değil, şahs-ı maneviye çekmeye çalışmıştır. Bunu yaşarken yaptığı gibi, ölümünden sonra da yapmış oluyor. Zaten kendisi de vefatından önce mezarının bilinmemesi gerektiğini söylemiş ve hatta haber vermiştir. Dediği gibi de olmuştur. Hayatta iken teveccühten rahatsız oluyordu. Vefatından sonra da bu rahatsızlığı yaşamak istemediğini ifade etmiştir.

Bediüzzaman, arkasında bir halife değil, Risale-i Nur Külliyatı gibi bir hazineyi bırakarak Hakk'ın rahmetine kavuştu. Hayatta iken, arzu etmediği bir hususun vefatından sonra gerçekleşmesini asla istemedi. Önce, gereksiz kabir ziyaretinin yapılmaması ikazında bulundu. "Dostlar uzaktan ruhuma fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur'daki azami ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevi sebep hissediyorum" dedikten sonra, kendisini Nurlara vakfetmiş birinin kabri başında nöbet tutarak, lüzumsuz ziyaret edenlere bu hususu bildirmesini ister.

Emirdağ Lahikası'nda yer alan, talebelerine yaptığı son dersinde ise, daha dikkat çekici ifadelere yer verir.
"Benim kabrim gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor."

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Özel Haberleri