TARIK ÇELENK’İN BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ VE RİSALE-İ NÛR HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİNE AKADEMİK VE KAYNAKLARA DAYALI BİR CEVAP-11
D. ÇELİŞKİ Mİ, STRATEJİK DEHÂ MI? BEDİÜZZAMAN’IN SİYÂSİ MİRASI VE MODERN ELEŞTİRİLERE CEVAP
2.3. Siyâset Bir Araç, Amaç Değil: Bediüzzaman’ın Değişmeyen Gayesi
Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin siyâsî hayatına yönelik en yaygın eleştirilerden biri, onun farklı dönemlerde farklı tavırlar sergilediği ve bu durumun bir tutarsızlık teşkil ettiği iddiasıdır. Bu yoruma göre, Meşrûtiyet döneminde siyâsete aktif olarak katılan “Eski Said”, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte “Yeni Said” kimliğiyle siyâsetten tamamen elini çekmiş, ancak 1950’lerde çok partili hayata geçişle birlikte Demokrat Parti’yi “ehven-i şer” (kötünün iyisi) diyerek desteklemiş ve siyâsete yeniden müdahil olmuştur. Bu durum, ilk bakışta pragmatist (faydacı)[1] ve konjonktürel bir tavır gibi okunsa da Bediüzzaman Hazretleri’nin projesinin merkezindeki ana gayeyi gözden kaçıran bir yaklaşımdır.
Onun hayatının farklı evrelerindeki siyâsî duruşu, değişen bir amaçlar silsilesini değil, değişmeyen bir amaca hizmet eden “esnek” ve “stratejik” bir metotlar bütününü yansıtır. Bediüzzaman Hazretleri için asıl mesele, siyâsetin kendisi değil, “milletin kalb hastalığı”[2] olarak teşhis ettiği “za’f-ı diyanet”[3] yani inanç zayıflığıdır. Dolayısıyla onun projesi, siyâsî bir iktidar hedefi gütmekten ziyade, bu manevî hastalığı tedavi etmeye odaklanmıştır. Kendi ifadesiyle temel maksadı “i’lâ-yı Kelimetullâh”tır[4] yani, Peygamber (asm) ahlakını yaşamak ve yaşatmak, rehber olarak İslâm hukukunu benimsemek, mücadele yöntemi olarak kaba kuvvet yerine ikna edici delilleri kullanmak ve nihaî hedef olarak da Allah'ın (cc) adını ve davasını yüceltmektir. Bu yolda siyâset, ancak bir “hizmetkâr” olabilir; asla “efendi” olamaz. Nitekim onun
“Hakikat-ı İslâmiyye bütün siyâsâtın fevkindedir. Hiçbir siyâsetin haddi değil ki, İslâmiyyeti kendine âlet etsin”[5]
sözü, bu ilkesel duruşun en net beyanıdır; yani İslâm'ın temel hakikatleri ve prensipleri, geçici siyâsî ideolojilerin ve parti çekişmelerinin üzerindedir; bu yüzden hiçbir siyâsî görüş veya hareket, İslâm'ı kendi hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanamaz.
Bu perspektiften bakıldığında, “Eski Said”in meşrûtiyeti ve hürriyeti savunması, o günün şartlarında imana ve topluma hizmet etmenin en etkili yolu olarak gördüğü siyâsî ve toplumsal kanalları kullanma çabasıdır. Cumhuriyetin kuruluşu ve tek parti döneminin baskıcı atmosferiyle birlikte siyâsetin, imana hizmet etme kanallarını tıkadığını ve bir “hizmet aracı” olmaktan çıktığını görmüştür. Onun nazarında, özellikle
“menfaat üzerine dönen siyâset, canavardır.”[6]
Nitekim ona göre siyâseti canavarlaştıran asıl süreç, kalpten hürmet ve merhamet gibi manevi değerlerin sökülüp atılmasıdır; zira bu değerler olmayınca siyâset, insanları idare eden bir mekanizma olmaktan çıkıp onları
“gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne”[7]
geçiren bir arenaya dönüştüğünü teşhis etmiştir. İşte siyâsetin bu şekilde yıpratıcı bir çatışma, çekişme ve boğuşma alanına dönüşmesi üzerine, strateji değiştirerek doğrudan siyâsî alandan çekilmiştir. Bu bir inziva veya pes ediş değil, mücadelenin zeminini değiştirmektir. Artık mücadele, siyâset meydanında değil, Risale-i Nûr eserleriyle bireylerin ve toplumun imanını takviye etme sahasında verilecektir.
1950’lerdeki “ehven-i şer” tavrı ise siyâsete bir geri dönüşten çok, iman hizmetinin önündeki en büyük engeli bertaraf etme amaçlı stratejik bir hamledir. O dönemde, dini tamamen reddeden bir anlayışa karşı, dinî hayata daha fazla özgürlük alanı tanıma potansiyeli taşıyan bir siyâsî yapıyı desteklemek, yine asıl gaye olan “iman kurtarma” hizmetinin bir gereğidir.
Dolayısıyla Bediüzzaman Hazretleri’nin farklı dönemlerdeki tavırları, rüzgâra göre yön değiştiren bir pragmatizm değil, hedefe giden yolda karşılaşılan engellere ve değişen zeminlere göre en uygun vasıtayı seçen bir “stratejik dehâ”nın ürünüdür. Amaç her zaman aynı kalmıştır: Milletin imanını kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet etmek. Siyâset ise bu yüce amaca ulaşmak için kullanılan, şartlara göre önemi ve şekli değişen bir araçtan ibarettir.
Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.
Kaynaklar ve Dipnotlar:
[1] Pragmatizm: Değişken, faydaya dayalı ve bu yüzden de temel bir ilkeden yoksun ve tutarsız olarak görülen bir siyâsî tavır. Eleştirenler, Bediüzzaman'ın hayatının farklı dönemlerinde (Eski Said, Yeni Said, Üçüncü Said) siyasi konularda farklı metotlar izlemesini (önce meşrutiyeti aktif savunması, sonra siyasetten çekilmesi, daha sonra ehven-i şer ile siyasete dolaylı destek vermesi) bir "tutarsızlık" olarak görüyorlar. Onu, temel bir prensibe bağlı kalmak yerine, o anki şartlarda ne faydalı ve pratik ise ona göre hareket eden bir pragmatist (faydacı) olmakla suçluyorlar. Yani, "ilkeleri yok, sadece o anki faydaya göre pozisyon alıyor" demek istiyorlar. Hayır, bu bir pragmatizm veya tutarsızlık değildir. Bunun en önemli kanıtlarından biri de işte bu bölümde incelediğimiz 'Meşrûtiyet-i Meşrûa' projesidir.
[2] Divan-ı Harb-i Örfi 56 : Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (A.S.M.)
Hutbe-i Şamiye 86 : Birinci Zeyl/Hutbe-i Şamiye'nin Zeylinin Zeyli
[3] Divan-ı Harb-i Örfi 56 : Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (A.S.M.)
Hutbe-i Şamiye 86 : Birinci Zeyl/Hutbe-i Şamiye'nin Zeylinin Zeyli
[4] Divan-ı Harb-i Örfi 56 : Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (A.S.M.)
Hutbe-i Şamiye 86 : Birinci Zeyl/Hutbe-i Şamiye'nin Zeylinin Zeyli
[5] Hutbe-i Şamiye 57 : Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi/BEŞİNCİ KELİME
[6] Sözler 707 : Lemaat
Mektubat 471 : Hakikat Çekirdekleri
Hutbe-i Şamiye 116 : İkinci Zeyl/Hakikat Çekirdekleri
[7] Şualar 588 : Beşinci Şua/Beşinci Şua'ın İkinci Makamı ve Mes'eleleri/Onbeşinci Mes'ele