TARIK ÇELENK’İN BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ VE RİSALE-İ NÛR HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİNE AKADEMİK VE KAYNAKLARA DAYALI BİR CEVAP-9
D. ÇELİŞKİ Mİ, STRATEJİK DEHÂ MI? BEDİÜZZAMAN’IN SİYÂSİ MİRASI VE MODERN ELEŞTİRİLERE CEVAP
2. Bediüzzaman Said Nûrsî’nin Siyâsî Düşüncesinde Hürriyet ve Meşrûtiyetin İslâmî Temelleri
2.2. “Meşrûtiyet-i Meşrûa” (Meşrû Meşrûtiyet):[1] Anayasal Yönetimin Kur’ânî Meşveretle Meşrûlaştırılması
Bediüzzaman Hazretleri’nin, özellikle Osmanlı’nın son dönemindeki siyâsî düşüncesinde merkezî bir yer tutan “Meşrûtiyet-i Meşrûa” kavramı, kelime anlamıyla “meşrû, yani İslâm’ın kanun ve ahlâk ilkelerine uygun anayasal yönetim” demektir. Bu, onun, Batı’dan ithal edilen anayasacılık modelini olduğu gibi kabul etmek yerine, onu İslâm’ın temel prensipleriyle, özellikle de Kur’ân-ı Kerîm’deki meşveret (danışma) emriyle yeniden temellendirerek meşrûlaştırma projesini ifade eder.
2.2.1. Meşrûtiyetin İslâmî Bir Kimlikle Yeniden Tanımlanması
Meşrûtiyetin İslâmî bir kimlikle yeniden tanımlanması, Bediüzzaman Hazretleri’nin modern siyâsî yapıları İslâmî bir çerçeveye oturtma stratejisinin en somut örneğini teşkil eder. Nitekim o, II. Meşrûtiyet’in 1908’de ilanını, tek bir şahsın iradesine dayalı yönetimden bireylerin “oylarıyla iradelerini ortaya koyan birer vatandaş” haline geldiği bir hürriyet ortamına geçiş olarak görmüş ve bu Hürriyet Devrimi’ni coşkuyla karşılamıştır.[2] Ancak bu coşku, dönemin karmaşık siyâsî atmosferinden bağımsız değildir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin öncülük ettiği bu devrim, bir yanda hürriyet ve adâlet umutlarını yeşertirken, diğer yanda toplumdaki gelenekçi-modernist, dindar-seküler kutuplaşmalarını daha da derinleştirmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin bu süreçteki tavrı, işte bu hassas dengeler içinde şekillenmiştir. Onun coşkusunun ardındaki en temel sebebi, bizzat kendisi şöyle açıklamaktadır: “Avrupa, bizdeki cehalet ve taassub müsaadesiyle, şeriatı -hâşâ ve kellâ- istibdada müsaid zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzib etmek (yalanlamak) için, meşrûtiyeti (anayasal yönetimi) herkesten ziyade şeriat namına alkışladım”.[3]
Bu yeni yönetim biçimi, Bediüzzaman Hazretleri tarafından direnilmesi gereken “gâvur icadı” veya dine aykırı bir rejim olarak değil, temel İslâmî ilkelerle uyumlu hale getirilmesi gereken tarihî bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu yeni rejimin, “yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdad” [4] tarafından kirletilmemesi için mebuslara (milletvekillerine) sunduğu “meşrûiyet unvanı ile telakki ve telkin ediniz.”[5] ifadesi, derin bir projesin manifestosudur. Bu stratejinin ilk ve en temel adımı, meşrûtiyete yeni bir “meşrûiyet unvanı” yani İslâmî bir kimlik kazandırmaktır. Bediüzzaman Hazretleri, bu kavramla meşrûtiyetin meşrûiyet kaynağını Paris veya Londra’dan alıp, doğrudan “-ı Kerîm’in “meşveret” (danışma) emrine dayandırmayı hedefler. Böylece, “gâvur icadı” algısı kırılarak rejim, “aslı bizde olan” bir değer haline getirilecektir. Meşrûtiyete kazandırdığı bu “yeni” ve “İslâmî” meşrûiyetin topluma yerleşmesi için ise mebuslara (milletvekillerine) iki aşamalı bir görev yükler: Birincisi, bu yeni İslâmî çerçeveyi bizzat kendilerinin “telakki etmesi”, yani zihnen ve kalben kabul edip içselleştirmesidir. İkincisi ise, bu içselleştirilmiş doğru algıyı topluma aktif bir şekilde “telkin etmeleri”, yani anlatarak benimsetmeleridir.
2.2.2. İki Tehlike: Gelenekçi Reddiyecilik ve Seküler İstibdat
“Meşrûtiyet-i Meşrûa” projesi, sadece bir idealin inşası değil, aynı zamanda dönemin iki büyük tehlikesine karşı geliştirilmiş bir savunma hattıydı. Bediüzzaman Hazretleri’ne göre bu bütüncül yaklaşım, dönemin iki aşırı ucuna karşı en etkili panzehirdir. Bir yanda, meşrûtiyeti topyekûn reddeden, onu şeriata aykırı bir “bid’at” ve “gâvur icadı” olarak gören muhafazakâr bir kesim bulunmaktaydı. Diğer yanda ise, İttihat ve Terakki içindeki pozitivist-seküler kanadın temsil ettiği, dini toplumsal hayattan tamamen dışlayarak Batı tipi bir laik yönetimi hedefleyen bir zihniyet vardı. Bediüzzaman Hazretleri’nin projesi, bu iki indirgemeci yaklaşıma karşı, meşrûtiyeti İslâmî referanslarla yeniden inşa eden üçüncü bir yol sunuyordu. Nitekim bu uyarısının hedefinde, Münazarat adlı eserinde portresini çizdiği, “hürriyeti” ve “meşrutiyeti” takdir etmeyen yozlaşmış bir zihniyet vardır. O, bu zihniyeti, ahlâkî zaafları birer yönetici gibi tasvir ederek teşhir eder: Bu, adeta “Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın”[6] hükmettiği, yani bu olumsuz hasletlerin bir araya getirdiği bir insan topluluğudur. Bu topluluğu oluşturanlar, “bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatına feda etmeyen,” kişisel kinlerini ve intikam duygularını milletin maslahatının önünde tutan, af ve bağışlama gibi erdemleri sindiremeyen kimselerdir.[7] Dolayısıyla BEDİÜZZAMAN’A GÖRE ASIL TEHLİKE, BU AHLÂKÎ ÇÜRÜMENİN MEŞRÛTİYET RUHUNU ELE GEÇİREREK ONU YENİ BİR İSTİBDAT TÜRÜNE DÖNÜŞTÜRMESİDİR.
2.2.3. Meşrutiyetin Kur'ânî Kökleri: Meşveret Prensibi
Meşrutiyeti Batılı bir ithal ürün olarak görenlere karşı en güçlü argüman, onun Kur'ânî kökleridir ki Bediüzzaman Hazretleri bu zemini esas almıştır. Bu yaklaşım, onun bir “İslâmî modernite” projesinin parçası olarak modern siyâsî yapıları İslâmî anlam ve meşrûiyetle donatma çabasını yansıtır.[8] Bu çabanın merkezinde ise, meşrûtiyeti (anayasal yönetimi) doğrudan Kur’ân’daki meşveret (istişare) emrine dayandırma stratejisi yer alır. Mutlak monarşiyi savunanların “meşrûtiyet şeriata aykırıdır” şeklindeki itirazlarına karşı, “Bazı adam, ‘(Meşrûtiyet) Şeriata muhâliftir’ diyor?” sorusuna cevabı nettir: “Ruh-u meşrûtiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır”.[9]
Bediüzzaman Hazretleri’ne göre meşrûtiyet (anayasal yönetim), Âl-i İmran Sûresi’ndeki “...işlerde onlarla istişare et” ve Şûrâ Sûresi’ndeki “Onların aralarındaki işleri istişare iledir” (Şûrâ, 42:38) âyetlerinin modern dünyadaki siyâsî bir tecellisidir.[10] Ona göre meşveret sadece bir emir değil, aynı zamanda beşeriyetin ilerlemesinin de motorudur. Tıpkı “telahuk-u efkâr”[11] (fikirlerin buluşması) ile asırların birikiminin insanlığı ileri götürmesi gibi, Asya kıtasının geri kalmasının temel sebebinin de “o şûra-yı hakikiyeyi yapmaması”,[12] yani fikirlerin buluşması olan o hakiki danışmayı (telahuk-u efkârı) gerçekleştirememesi olduğunu belirtir. Hatta bu uyumu en ileri noktaya taşıyarak, meşrûtiyetin İslâmî köklerinin ne kadar derin olduğunu göstermek adına, onun temel hakikatlerinin sadece âyet ve hadîslerle değil, aynı zamanda dört büyük fıkıh mezhebinin içtihatlarından dahi “sarahaten (açıkça), zımnen (dolaylı olarak) ve iznen (izin yoluyla) çıkarılabileceğini”[13] savunur.
Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.
Kaynaklar ve Dipnotlar:
[1] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Münazarat 101 : Eski Said’in aşairin suallerine verdiği cevablar). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Emirdağ Lahikası-2 110 : EMİRDAĞ LÂHİKASI -II). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 14 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 16 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 31-32 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 33 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 48 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 49 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 52-53 : HATİME). İstanbul: Envar Neşriyat.
Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 61-64 : Yaşasın Kur’an-ı Kerim’in Kanun-u Esasîleri). İstanbul: Envar Neşriyat.
[2] Vahide, Ş. (2006). Bediüzzaman Said Nûrsi: Entelektüel biyografisi (İ. M. Abu-Rabi’, Ed.; C. Taşkın, Çev.). Etkileşim Yayınları.
[3] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 16 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
[4] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 16-17 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
[5] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 16 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.
[6] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Münazarat 12 : Eski Said’in aşairin suallerine verdiği cevablar). İstanbul: Envar Neşriyat.
[7] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Münazarat 12 : Eski Said’in aşairin suallerine verdiği cevablar). İstanbul: Envar Neşriyat.
[8] Vahide, Ş. (2006). Bediüzzaman Said Nûrsi: Entelektüel biyografisi (İ. M. Abu-Rabi’, Ed.; C. Taşkın, Çev.). Etkileşim Yayınları.
[9] Nûrsî, B. S. (t.y.). Münazarat. Sorularla Risale. https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/munazarat/15
[10] Yılmaz, A. (2021, 27 Eylül). Bediüzzaman’ın meşrûtiyet anlayışı meşrû meşrûtiyettir. Yeni Asya. https://www.yeniasya.com.tr/atilla-yilmaz/bediuzzaman-in-mesrutiyet-anlayisi-mesru-mesrutiyettir_549565
[11] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 76 : Hürriyete Hitab). İstanbul: Envar Neşriyat.
[12] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Hutbe-i Şamiye 60-61 : Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi/ALTINCI KELİME). İstanbul: Envar Neşriyat.
[13] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 17 : İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi). İstanbul: Envar Neşriyat.